Arap Baharı'nın çıkış yeri ve yegâne başarı hikâyesi olarak görülen Tunus'ta Müslüman Kardeşler (El Nahda Hareketi) ile rakipleri arasındaki kan uyuşmazlığı 26 Temmuz'da trajik bir müdahaleyle farklı bir aşamaya geçti.
'Partisiz' Cumhurbaşkanı Kays Said komutanları da yanına alarak, Başbakan Hişam el Meşişi'nin görevine son verdiğini, meclisin yetkilerini bir aylığına dondurduğunu, milletvekillerini dokunulmazlıklarını askıya aldığını ve kendisinin atayacağı bir başbakanla yürütmeyi devralacağını duyurdu.
Yolsuzluk dosyalarını ortaya çıkarmak için başsavcılık görevini de üstlenen Said, iç savaş çıkarmak için belli grupları para topladığını belirterek, "Kim kurşun sıkarsa silahlı kuvvetler kurşunla karşılık verecek" dedi. Said daha sonra Savunma ve Adalet Bakanları'nın görevine son verdi. Ayrıca gece sokağa çıkma yasağı ilan etti.
Bir taraf alınan bu kritik kararları, yağma, talan ve siyasal İslamcıların devleti ele geçirme çabalarına karşı ülkeye kurtarmaya dönük 'anayasal bir müdahale; diğer taraf ise 'kansız darbe' ya da 'anayasal darbe' olarak görüyor.
Said, kurumları işlevsiz bırakan olağanüstü gelişmeler karşısında cumhurbaşkanına gerekli tedbirleri alma yetkisi veren anayasanın 80'inci maddesine göre meşru yetkilerini kullandığını savunuyor.
Meclisteki birinci parti konumundaki El Nahda'nın lideri ve Meclis Başkanı Raşid el Gannuşi "darbeye karşı halkı barışçıl mücadeleye" çağırdı.
Gannuşi'nin meclis oturumunu açıp kararları geçersiz kılma girişimi bina önündeki asker bariyerine takıldı. Türk halkının 15 Temmuz darbe girişimine karşı sokağa çıkmasını örnek aldığını belirten Gannuşi meclisi sanal oturumlarla çalıştırma kararı aldı. El Nahda yetkilileri de kararların uygulanmaması için kurumsal itaatsizlik çağrısı yaptı.
El Nahda'nın çağrıları çok fazla karşılık bulmadı. El Nahda birkaç siyasi partiyi yanında bulurken 2011'in motor gücü Tunus Genel İşçi Sendikası müdahalede anayasaya aykırılık bulmadı ama istisnai önlemlerin kalıcı hale dönüşmemesi ve kısa sürede normale dönüş çağrısı yaptı.
Ardı ardına kurulan hükümetlerin işlevsizliği, meclis çalışmalarındaki kilitlenmeler, rakip partiler arasındaki husumetler, cumhurbaşkanı, hükümet ve meclis arasında artan uyumsuzluk, ekonomik sorunların derinleşmesi ve son olarak Covid-19'la mücadeledeki tökezleme ülkeyi bu noktaya getirdi.
Aşı kampanyası tam bir fiyasko oldu. Açılan merkezlerde izdihamlar oluştu. Nihayetinde Said, aşılama operasyonu için orduyu seferber etti.
Siyasete sirayet eden vekâlet savaşları aşı meselesine de yansıdı. Gannuşi hem Katar Yatırım Fonu'nu ülkeye çekip hem Doha'dan aşı getirmeye çalışırken Said ise Müslüman Kardeşler projesine savaş açmış Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan'ın kapısını çaldı.
Beri tarafta bu kötü gidişat karşısında birkaç aydır müdahale çağrıları dikkat çekiyordu. Mayıs'ta eski Genelkurmay Başkanı Bubekir Bin Kerim Kahya'nın da aralarında olduğu altı emekli komutan "Son Umut" adını verdikleri girişimle Said'den ülkeyi ganimet mantığıyla hareket eden siyasi sınıftan kurtarıp doğru yola sokmasını istedi.
Yine kısa bir süre önce emekli Amiral Kemal Akrut, Said'e 80'inci maddeyi çalıştırmasını önerdi.
Müdahalenin zeminini hazırlayan tetikleyici faktör ise şiddet dalgasıyla geldi.
"25 Temmuz Protesto Hareketi" adlı inisiyatif 2011'den bu yana oluşan siyasal sistemi yıkma hedefiyle farklı grup ve partileri sokağa döktü.
Pek çok şehirde El Nahda'nın ofisleri basıldı. El Nahda'ya göre, saldırganlardan bazıları finanse edilmiş, bazıları Said'e yakın, bazıları da dış bağlantılıydı. Gannuşi açıkça BAE medyasını suçladı.
El Nahda Mısır'daki Müslüman Kardeşler'e kıyasla daha temkinli ve uyumlu hareket etti. Buna rağmen Tunus siyasetinde bir 'nefret' öznesi haline geldi.
El Nahda küresel Müslüman Kardeşler ağının uzantısı olması nedeniyle 2011'den sonra sahne alan aktörler arasında şüpheyle karşılandı. Ayrıca Katar ve Türkiye'nin yanı sıra Libya'daki İslamcı güçlerle ilişkileri hep tartışma konusu oldu.
El Nahda'nın üzerine yapışan birkaç tanımlayıcı etiket var: Ulusal bir parti değil, siyasal İslamcı ağın bir parçası; devleti ele geçirme gündeminden şaşmıyor; tek başına iktidarı ele geçirecek güce ulaşamadığı için maslahatçı davranıyor ve takiyye yapıyor; İslami hareketle iltisaklı kişileri 'bağımsızlar' kotasından kamu kurumları ve hükümete yerleştiriyor.
Bu genel algının ötesinde ciddi kırılmaların yaşandığı dönemler oldu.
El Nahda, Zeynel Abidin Bin Ali'nin devrilmesinin ardından yasal parti sıfatını kazansa da meşruiyet ihtiyacına binaen iktidar tecrübesine "devrimci" cepheyle uyumlu başladı.
Bu yüzden cumhurbaşkanlığını solcu Cumhuriyet Kongresi lideri Munsif Marzuki'ye, Meclis Başkanlığı'nı Demokratik Haklar ve Özgürlükler Forumu'na bıraktı.
Fakat kendine güvenini kazandıkça "inanç özgürlüğü" ile açılan kapıdan "radikal İslamcı" figürleri soktu. İslami emirlik hedefleyen Selefiler parti (El Tahrir) kurdu. El Kaide bağlantılı Ensar el Şeria da Tunus'a geri döndü.
İslamcı militarizm yükselişe geçerken, 2013'te Halk Cephesi'nin liderleri Şükri Belaid ve Muhammed Brahimi'ye suikast düzenlendi. Saldırılar kuşku ve korkuları diriltti.
El Nahda cinayetlerle ilgili gerçekleri saklamak ve soruşturmaları örtbas etmekle suçlandı; ki bu suçlamalar Gannuşi'yi de içine alacak şekilde hala sürüyor.
2012-2014 arasında yaşanan gelişmeler ve El Nahda'nın İslamcı gündemini seküler sisteme yedirme çabası, 'devrimci güçler' arasında İran'ın 1979'de, Cezayir'in 1990'da yaşadığı deneyimleri hatırlattı.
Eski rejim unsurları da bu korkuyla kendilerine geri dönüş bileti satın aldı. Nida Tunus 2014'te eski rejim unsurlarıyla birlikte iktidara yürümesini bu korkuya borçluydu.
El Nahda 2013'de Mısır'da Müslüman Kardeşler'e yapılan darbeden sonra sandıktan gelen meşruiyetin mutlak koruma sağlamadığını görünce pragmatik eğilimler sergiledi. Nida Tunus'la koalisyon ortaklığı bu değerlendirmenin sonucuydu.
Nida Tunus'un lideri Kaid el Sebsi cumhurbaşkanı olurken El Nahda teknokrat hükümete razı gelmişti.
Bu tercih "devrimci güçler" nezdinde El Nahda'yı iktidar için herkesle çalışabilen hareket durumuna soktu. El Nahda 2017'de zimmete para geçirmekten yargılanan eski yetkililere af tasarısını da destekledi.
Pragmatizm El Nahda'nın mecliste ortak cephe kurmasına imkan verdi. Ancak Said'in 'uzlaşmaya kapalı' kanun adamı tarzı, Gannuşi'nin manevra alanını daralttı ve restleşmeler arttı. Said, 'kolay adam' olmayacağını Ocak'ta kabineye yeni giren bakanlar için yemin töreni düzenlemeyerek gösterdi. Halbuki göreve başlamaları için yemin töreni bir ön koşul.
Muhalefet kesimleri El Nahda ve ortaklarını yeni "iktidar zümresi" olarak çözümsüzlüğün kaynağı olarak görüyor.
Gannuşi seçimin galibi partinin lideri olarak hükümeti kurmak yerine meclis başkanlığı koltuğunda iktidara şekil veriyor.
Muhalefete göre, El Nahda teknokratlar hükümetinin teşkilinde belirleyici olan ve işleyişte dayatmalarda bulunan ama iktidarların başarısızlıklarını kesinlikle paylaşmayan bir pozisyonu tercih ediyor.
İlginç bir açmaz bu: Bir tarafta muhalifler El Nahda'nın tek başına iktidarını tehlikeli buluyor. Diğer tarafta El Nahda halkta biriken öfkenin hedefi olmamak için sorumluluğu tek başına yüklenmiyor. Bu durum El Nahda'ya fazla yıpranmadan hükmetme şansı veriyor.
Aslında El Nahda'daki yıpranmanın boyutu az değil ama yüzde 3'lük seçim barajının büyüttüğü siyasi tablodaki aşırı parçalanmışlık sayesinde birinci parti geliyor.
2011'de elde ettiği 89 koltuğun 2014'te 69'a, 2019'da 52'ye düşmesini önleyemedi.
Oylardaki düşüş tabloyu daha iyi veriyor: 2011'de 1.5 milyon (yüzde 37) olan oy sayısı, 2014'te 947 bine (yüzde 27), 2018'de yerel seçimde 517 bine (yüzde 28), 2019'da cumhurbaşkanlığı seçiminde 434 bine (yüzde 12.9) ve genel seçimde 561 bine (19.7) geriledi.
El Nahda'nın toplumdaki karşılığını en iyi veren seçim ilk kez kendi adayıyla yarışıp yüzde 12.9 oy aldığı cumhurbaşkanlığı seçimiydi.
Sadece kendi çay parasını ödeyecek kadar bir bütçeyle kampanya yürüten 'poker surat' ve hukukçu Said, yüzde 18.4, vergi kaçakçılığı ve kara para aklamaktan tutuklanan medya patronu Nebil el Karvi yüzde 15.6 oy almıştı. Fakat ikinci turda Said ezip geçti.
El Nahda oyun yanı sıra itibar da kaybetti. Halbuki Gannuşi sürgünden döndüğünde Kartaca Havaalanı'nda takipçileri tarafından "Taleal Bedru Aleyna" (Gündoğdu Üzerimize) nakaratıyla karşılanmıştı.
Bu süreçte yolsuzluk ve usulsüzlük suçlamalarıyla da El Nahda yıprandı.
"İzliyorum" adlı bir kuruluş El Nahda'nın 2011-2014 yılları arasındaki mali raporlarında usulsüzler olduğunu öne sürdü.
Ayrıca El Nahda, Habib Burgiba ve Zeybel Abidin Bin Ali rejimlerinin kurbanlarına tazminat ödenmesini öngören programı kendi üyelerini zengin etmek için kullanmakla itham edildi. Tazminat ödeneceklerle ilgili 29 bin 950 kişilik bir listeden bahsediliyordu.
Gannuşi şahsen Fransa gibi ülkelerde gizlice servet biriktirmekle suçlandı. Hepsine "Yalan ve iftira" yanıtı verildi fakat işsizlik ve yoksulluğun arttığı bir ortamda suçlamalar gündemden düşmedi.
El Nahda'nın odağında olduğu siyasi tıkanmışlığı aşmak için anayasada değişikliğe gidilmesi ve "referandum" kanalının açılması yönünde çalışmalar yürütüldü.
Seçim sistemi El Nahda'ya düşük oy oranıyla birinciliği ve belirleyici olmayı garantiliyor ama bir referandum kesin hezimet vaat ediyor.
2014 anayasasıyla tek parti ya da tek adam hegemonyasına izin vermemek için yetkiler parlamento, cumhurbaşkanı ve başbakan arasında paylaştırılmıştı.
Esasen bunun arkasında El Nahda'nın iktidarı tekeline alma korkusu yatıyordu. Şimdi anayasanın yazıcıları da sistemdeki tıkanmadan anayasayı sorumlu tutuyor.
Hür Anayasa Partisi lideri Abir Musa gibi kendi siyasal varlığını El Nahda karşıtlığıyla temellendirenler de sistemdeki tıkanmanın öteki yüzünde yer alıyor.
Bu yeminli düşmanlık El Nahda'nın kendi payandalarını bir arada tutmasına yarıyor. El Nahda bunlardan kendine mağduriyet devşiriyor. El Nahda'nın devlete görünenden çok yerleştiği düşünülüyor.
Fakat El Nahda'nın siyasetteki yeni yerini biraz da 26 Temmuz müdahalesinin gelişme seyri belirleyecek. Mısır'daki gibi siyaseten yok edici bir yönelim beklenmese de iktidarın El Nahda ile anıldığı dönemde bir kesinti olacağı aşikâr.
Müslüman Kardeşler'e yakın mecralar Said'in kararlarını 2013'te Mısır'da Abdulfettah el Sisi'nin Cumhurbaşkanı Muhammed el Mursi'ye yaptığı darbeyle kıyaslıyor.
Sisi, Mursi'nin çok güvendiği Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı idi. Said ise 2019'da El Nahda'nın da desteğiyle yüzde 72.4 oyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı. Ve de bizzat yazımında yer aldığı 2014 anayasasının verdiği yetkiyi kullandığını söylüyor.
2011'de Hüsnü Mübarek'i deviren kitleler, 2013'te daha büyük kalabalıklar halinde Mursi'ye karşı ayaklanmıştı. Sisi askeri müdahaleyi sokakta Müslüman Kardeşler'i mahkûm eden bu kitlesel öfkeye dayanarak yapmıştı.
Said'in referans göstereceği büyük bir kitle ve çok sayıda parti var.
Mısır'da darbenin hedefi Müslüman Kardeşleri iktidardan indirip tamamen bitirmekti. Müslüman Kardeşler'in ortağı iki Selefi parti Sisi'nin yanında yer aldı.
Tunus'ta El Nahda müdahalenin odağında olsa da mecliste çoğunluğu oluşturan ittifak partilerinin hepsi 'yeni iktidar sınıfı' olarak hedefte.
Mısır'da Sisi'nin destekçileri Suudi Arabistan ve BAE olurken, Mursi'nin yasını tutmak Türkiye ve Katar'a kalmıştı.
Türkiye'den gelen sert eleştirilere karşın Mısır, Suudi Arabistan ve kısmen BAE ile soğuk savaşı bitiren Katar Tunuslu taraflara itidal ve diyalog telkin etti.
Suud-BAE medyası ile El Cezire yayınları arasındaki tezatlıklara karşın Katar'ın resmi açıklamasındaki itinalı ton Mısır, Libya ve Tunus bağlantılı vekâlet savaşının saflarında aşınmalar olduğunu gösteriyor.
Yine de bu tartışma belli ölçülerde eski eksen savaşları üzerinden saflaşma sağlıyor.
Tunus'taki gelişmelerin etkisini hissettireceği ülkelerin başında Libya geliyor. Libya'daki Müslüman Kardeşler müdahaleyi reddederken hasımları sonuçtan memnun gözüküyor.
Daha genel çerçevede 26 Temmuz müdahalesi siyasal İslam'ın iktidar tecrübesinde önemsenen bir sayfayı çeviriyor.
El Nahda'nın tepkisini sınırlı tutması, Said'in de ölçülü kalması bu sayfanın tamamen kapanmasını önleyebilir.
El Nahda, ilk günden pragmatizmini bu dönemeç için de koruyabileceğini hissettirdi.