Doğan Medya Grubu'nun toplam 916 milyon dolar karşılığında Demirören Grubu'na satışına ilişkin süreç tamamlandı ve Pazartesi günü devir-teslim törenleri yapıldı.
Birçok yorumcuya göre Doğan Grubu'nun satışı Türk basınında bir dönemin sonu.
Bu aynı zamanda 1979 yılında Milliyet gazetesini satın alarak basın sektörüne giren Aydın Doğan'ın da medyadan çıktığı anlamına geliyor.
Son 40 yılda Simavi ailesinden Dinç Bilgin'e, Star gazetesinden atv ile Sabah'a kadar bu sektörden çıkan en önemli isimleri ve bugüne kadar yapılan el değiştirmeleri 6 başlık altında derledik:
Türk medyasının son 40 yılına damgasını vuran isimler arasında yer alan Aydın Doğan, basına sektörüne 1979 yılında Milliyet gazetesini Ercüment Karacan'dan satın alarak girdi.
Aydın Doğan o tarihe kadar otomobil bayiliği, nakliyecilik, ecza depoculuğu ve inşaat makineleri tüccarlığı gibi çok farklı sektörlerde faaliyet gösteren, 1970'lerin sonunda vergi rekortmenleri arasında yer almaya başlayan bir iş adamıydı.
Milliyet'in el değiştirmesinde, eski Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi'nin 1 Şubat 1979'da suikast sonucu öldürülmesi bir dönüm noktasıydı.
Ercüment Karacan'ın oğlu Ömer Karacan, 2007 yılında Sabah gazetesine verdiği mülakatta babasının satış kararı almasını şöyle aktarmıştı:
"Babam Milliyet'i satmaya mecburdu. Abdi Amca öldürülmüştü. O hayattaki en yakın arkadaşıydı. Çok kırıldı ve küstü.
"Devamlı öldürüleceğiz, kaçırılacağız endişesiyle yaşıyordu. Bizim üzerimize çok titrerdi.
"Babamın Milliyet'i satmasındaki en büyük neden, ölüm korkusudur. Babam, ailesini korumak istedi. Kim ölmek ister Bab-ı Ali sokaklarında?
"O, misyonunu tamamlamıştı. Çok iyi yaptığını düşünüyorum."
Gazeteci-yazar Hasan Pulur da 2011 yılında Milliyet'te yazdığı köşe yazısında, 1970'li yılların spor basının efsanevi isimlerinden Namık Sevik'in Ercüment Karacan'a o dönemde siyahi kölelerin ticaretini anlatan Kökler dizisinin en önemli karakterine atıfta bulunarak, "Patron, bizi Kunta-Kinte gibi sattın" dediğini belirtti.
Aydın Doğan da Mayıs 2011'de Milliyet ve Vatan gazetelerini, Demirören ve Karacan ailelerinin ortaklığında kurulan DK Gazetecilik'e 79 milyon dolar bedelle sattı. Doğan böylece "lk göz ağrısı olarak" nitelendirdiği Milliyet'i de elden çıkarmış oldu.
Doğan o dönem devir-teslim töreninde yaptığı konuşmada, "çok zor bir gün yaşadığını" söylemişti.
Başa dön12 Eylül askeri darbesinin ardından siyasetin yeniden normalleşmeye çalıştığı 1980'li yıllarda Türk kamuoyu İngiltere'den gelen bir iş adamıyla tanıştı.
İngiliz Financial Times gazetesinin "Margaret Thatcher'ın girişimcilikle büyük iş adamı olma döneminin sembolü" olarak tanımladığı Asil Nadir, birçok kişiye göre dönemin başbakanı Turgut Özal'ın tavsiyesiyle Türkiye'ye gelerek medyaya yatırım yaptı.
Dönemin tanıklarına göre, Başbakan Özal'ın hamlesinin arkasında Erol Simavi'nin sahibi olduğu Hürriyet ve Dinç Bilgin'in kurduğu Sabah'ın lokomotifliğini yaptığı medya sektöründe kendine yakın, güvenebileceği birinin olması isteği yatıyordu.
Haldun Simavi'den Günaydın gazetesini de satın almasıyla, Asil Nadir'in medyaya toplamda 250 milyon sterlin yatırım yaptığı belirtiliyor.
Kıbrıslı iş adamı, 1988 yılında Günaydın gazetesini 40 milyon dolara Haldun Simavi'den satın aldı. Aynı anlaşma kapsamında baskı tesisi Veb Ofset ile Veb Holding şirketleri de Nadir'in oldu.
Asil Nadir, daha sonra 1980'lerin ortasındaki "banker krizi" sırasında mali sıkıntıya giren ve iş adamı Mehmet Ali Yılmaz tarafından satın alınan Güneş gazetesini de 80 milyon dolara bünyesine kattı.
O dönemde gerek Güneş gerekse de Günaydın magazin haberlerine ve promosyonlara ağırlık veren, tirajı en yüksek gazeteler arasında yer alıyordu.
Asil Nadir daha sonra bünyesinde Nokta, Ekonomik Panaroma, Gelişim Spor, Kadınca ve Erkekçe gibi dergileri de barındıran Gelişim Yayınları'nı Ercan Arıklı'dan 43 milyar TL'ye satın aldı.
Dönemin Günaydın Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Necati Zincirkıran, Nadir'in Nokta dergisinin eşi Ayşegül Nadir'i "Alaturka Dallas" başlığıyla kapağına taşımasına kızıp grubu satın almaya karar verdiğini aktarıyordu.
Asil Nadir, böylece sektöre girmesinden bir yıl sonra Türkiye'deki gazetelerin toplam tirajının yüzde 30'unu getiren gazetelerin sahibi olmuştu.
Ancak 1990'lı yılların başından itibaren Asil Nadir hakkında İngiltere'de yolsuzluk iddiaları nedeniyle açılan soruşturma ve davalar bu medya grubunun sonunu getirdi.
Güneş gazetesi yönetim buhranı yaşadığı dönemde maaşlarını alamayan çalışanları tarafından çıkarıldı.
Hakkında 30'a yakın soruşturma açılan Nadir, 1993 yılında Kuzey Kıbrıs'a döndü ve 2010 yılında da kendi deyimiyle "aklanmak için" İngiltere'ye gitti. Nadir, Nisan 2016'ya kadar İngiltere'de cezaevinde kaldı ve tahliyesinin ardından Türkiye'ye iade edildi.
Silivri Cezaevi'nde bir gece kaldıktan sonra serbest bırakılan Nadir, yeniden Kuzey Kıbrıs'a döndü.
Güneş bugün halen günlük bir gazete olarak yayın hayatına devam ederken, Günaydın ise Sabah gazetesiyle birlikte ek olarak veriliyor.
Başa dönBugün yayın hayatına Star adıyla devam eden "Magic Box Star 1", 1990 yılında kuruldu.
Magic Box Star 1, sadece Türkiye'nin ilk özel televizyon kanalı olma özelliğini taşımıyor, aynı zamanda hem 1990'lu hem de 2000'li yıllara damgasını vuran isimlerden birini de kamuoyuyla tanıştırmasıyla biliniyor.
Magic Box Star 1'in kurulmasıyla birlikte o dönemde 31 yaşında olan iş adamı Cem Uzan da medya sektörüne adım attı.
Cem Uzan, Ağustos 1990'da Panorama dergisine verdiği ilk mülakatta kendisini "dünya basın patronu Rupert Murdoch'tan bir gram aşağı görmediğini" söylüyordu.
Uzan, aynı yılın Aralık ayında verdiği bir başka mülakatta da bu kanal için o döneme kadar 40 milyon dolar harcadığını vurguluyordu.
Diğer ortak Başbakan Özal'ın oğlu Ahmet Özal ile yaşanan sorunlar ve yargı sürecinin ardından kanalın adı da 1992 yılında İnterstar olarak değiştirildi.
Aynı yıl TeleOn adında ikinci televizyon kanalı da açıldı. Eğlence programlarının ağırlık verildiği kanalda, gişesi yüksek yabancı filmler ve erotik programlar yayınlandı. 1990'lı yılların sonunda ise maç yayın haklarının alınmasıyla birlikte şifreli yayına geçti.
Ayrıca Türkiye'nin ilk müzik kanalı Kral TV de Uzan Grubu'nun televizyon yatırımları arasında yer alıyor.
Uzan Grubu, 1999 yılında Star adında bir gazete çıkarmaya başladı. Star'ın tirajı bir dönem 1,2 milyonu aştı ve Türkiye'de görülen en yüksek satış rakamlarından birine ulaştı.
Böylece Telsim markasıyla cep telefonu alanında ve banka, enerji, inşaat gibi birçok farklı sektörde faaliyet göstern dev bir gruba dönüşen Uzan Holding de medya varlıklarını büyütüyordu.
Star gazetesi ilk çıktığında, Sabah gazetesinin sahibi Dinç Bilgin'e ait dağıtım şirketi tarafından dağıtılıyordu.
Star'ın fiyatları düşürmesi ve diğer medya gruplarının buna tepki göstermesinin Uzanlar da dağıtımda bir sıkıntı yaşamam için Bilgin'e ait şirketin çalışanlarının büyük bir bölümünü transfer ederek, kendi dağıtım şirketini kurdu.
Cem Uzan, 2013 yılında Taraf gazetesine verdiği mülakatta bu süreci şöyle anlattı:
"Dağıtım şirketinde 228 kişi çalışıyordu. İstanbul, Ankara ve İzmir'de dağıtımda 226 kişiyi transfer ettim. Bekçiyi bile transfer ettim.
"Bunlar beni kamyondan atmayı planlıyordu ben onları şirketten attım. Önce dağıtımın başındaki genel müdürü transfer ettim.
"Avukatımı ve muhasebecimi özel uçakla sabaha kadar tüm illeri dolaştırdım. Ve 24 saatin sonunda dağıtım şirketinin 226 personeli de benim elemanım haline geldi."
Ancak, 2000'li yılların ilk yarısı Uzanlar ve Star Medya Grubu için çok da iyi geçmedi.
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TSMF), İmar Bankası'nın 7,5 katrilyon liralık borçları nedeniyle Uzan Grubu'na ait 219 şirkete el konuldu.
Cem Uzan, gruba yönelik bu operasyonu "kendisinin siyasete girmesi nedeniyle Aydın Doğan ve Motorola gibi bazı grupların birlikte kurdukları bir komplo" olarak nitelendiriyor.
Uzan, 2009 yılında Türkiye'den ayrıldı ve halen yaşamını Fransa'da siyasi sığınmacı olarak sürdürüyor.
Uzan Medya Grubu bünyesindeki gazete ve televizyonların bir kısmı kapanırken, bir kısmı da farklı iş adamları tarafından satın alındı.
Başa dönSimavi ailesinin basına girmesi, baba Sedat Simavi'nin 1900'lü yılların ilk yarısında kurduğu ancak başarısız olan yayınlarla başladı.
Ancak bu ailenin Türk basın tarihine geçmesi 1948 yılında Hürriyet'in kurulmasıyla oldu.
Baba Simavi, kurduğu gazeteyi ancak 5 yıl boyunca yönetebildi.
Simavi'nin 1953 yılında hayatını kaybetmesinin ardından oğulları Erol ile Haldun Simavi yönetime geçti.
Baba Simavi'nin vefatının ardından ilk dönemlerde yönetimde Haldun Simavi'nin ağırlığı görüldü.
Ancak 1968 yılında iki kardeş yolları ayırmaya karar verdi. Bunun arkasında yatan nedenlerle ilgili çok farklı iddialar ortaya atılsa da ağırlık kazanan görüş Haldun Simavi'nin kardeşinin özel ve bazı iş ilişkilerinden duyduğu hoşnutsuzluk nedeniyle ortaklığı bitirmek istediği yönünde.
Böylece Haldun Simavi'nin ayrılmasıyla birlikte Hürriyet'in yönetimi de Erol Simavi'ye geçti.
Hürriyet, sıkıyönetim döneminde zaman zaman kapatma cezası alsa da askeri darbeden sonra hayatta kalmayı başardı.
Hürriyet, bu dönemde yayın politikasında siyasetin ağırlığını azaltıp magazin ve daha hafif konulara ağırlık vererek ve yaptığı yatırımlarla baskı kalitesini artırarak Türkiye'nin en yüksek tirajlı gazetelerinden biri olmayı sürdürdü.
Ancak, Simavi ailesi için işler 1980'li yılların sonuna doğru bozulmaya ve satışa giden süreç de başladı.
Nisan 1988'de Özal hükümeti, kağıt fiyatlarına büyük bir zam yaptı.
Bundan 2 gün sonra da Erol Simavi, Hürriyet gazetesinin sürmanşetinde "Sayın Başbakan" başlıklı bir mektup yayınladı.
Simavi, bu mektupta Özal'ın kısa bir zaman önce geçirdiği kalp ameliyatında bir süre kalbinin durmasının karakterini değiştirdiğini öne sürerken, ordunun da göreve el koyması gerektiği iması yaptı.
Bu mektuptan 2 ay sonra da Özal'a suikast girişiminde bulunuldu. Özal'ın kardeşi Korkut Özal ve oğlu Ahmet Özal, seneler sonra suikast girişiminden Erol Simavi'yi sorumlu tuttu.
Simavi ailesinin medyadan çıkışında bir başka suikastın da önemli rol oynadığı öne sürülüyor.
Eski Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç'in 1990 yılında uğradığı silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmesi, Simavi'yi derinden etkileyen olaylardan biri olarak gösteriliyor.
Ayrıca o dönem esas hedefin Emeç değil, Simavi olduğuna dair de bazı iddialar ortaya atıldı.
Bunun yanı sıra hem Erol hem de Haldun Simavi'nin oğullarını kaybetmesi ve hayatta kalan çocuklarını işlerle fazla ilgilenmemekle suçlamaları da grubun geleceğine dair "veliaht" sorusunu gündeme getirerek grubun geleceğine dair belirsizliği artıran nedenler olarak gösteriliyor.
Erol Simavi, 1980'lerin sonu ve 1990'ların başında doğru Asil Nadir, İngiltere vatandaşı Yahudi iş adamı Robert Maxwell ve hatta Uzan ailesi ile Hürriyet'in satışı için masaya oturdu ancak bu girişimler tamamlanamadı.
"Babıâli Tanrıları - Simavi Ailesi" adlı kitaba imza atan gazeteci-yazar İrem Barutçu, Aksiyon dergisine verdiği mülakatta, Hürriyet'in satışını ve Simavilerin medyadan çıkışını şöyle aktardı:
"Erol Simavi de satıp gitme fikrine yaklaşmıştır. Yazılı basına pahalı teknoloji girmeye başlamıştır. Enflasyon yüksektir, sürekli sermaye artırımı gerekir, promosyonlar rekabeti artırmıştır.
"Oğlunun işe sarılmadığını düşünmektedir. Medya savaşları patlamış ve ailesine dahi dil uzatılır olmuştur. Hürriyet'in borcu vardır, borçtan korkar.
"Asil Nadir ve Maxwell'den sonra Uzan ailesiyle konuşulur; anlaşma noktasına gelinir, son anda vazgeçilir. Bu arada gazeteye ortak alma fikri gündeme gelir. Bu ortak aynı zamanda banka ve televizyon sahibi de olan Erol Aksoy'dur.
"Hürriyet'in yüzde 25'i, 1993 Haziran'ında 16 milyon dolara Aksoy'a satılır. Ama Erol Aksoy, Hürriyet'te, sahip olduğu yüzde 25'in ona bahşedeceği güçten çok daha fazlasını kullanmaktadır. Hürriyet çalışanlarını şaşırtan bir durumdur bu. Anlaşılır ki Aksoy önce yüzde 25'i, sonra kalan hisseyi alacaktır.
"Ancak işini dış borçla götüren Aksoy için işler yolunda gitmez. 94 krizi ve devalüasyon onu batma noktasına getirir. Simavi ailesi "Hürriyet'i satın al!" dediğinde, 'Alamayacağım!' der. Bunun üzerine Simavi ailesi, Aksoy'a sattıkları hisseleri geri almak ister. Aksoy'un buna da yanıtı olumsuzdur.
"Ve 29 Haziran 1994'te Aydın Doğan'ın Hürriyet'e ortak olduğu açıklanır."
Erol Simavi, Hürriyet'i sattıktan sonra yurt dışına yerleşti ve 2015 yılında Monaco'da yaşamını yitirdi.
Başa dön
Aileden gazeteci olan Dinç Bilgin, basın camiasına İzmir'de yayın yapan Yeni Asır ile adım attı.
Bilgin, daha sonra İstanbul'a taşındı ve Sabah isminin haklarını satın alarak, 1985 yılında günlük gazete çıkarmaya başladı.
Önce Erol Simavi, daha sonra da medyaya yatırım yapan Asil Nadir ile birlikte 1980'li yılların en önemli medya patronları arasında yer aldı.
Bilgin, 1990'lı yıllara gelindiğinde basının medyalaşma ve Babıali'den İkitelli'deki şık plazalara taşınma sürecinde önemli rol oynadı.
Yine aynı dönemde bir de televizyon kanalı kuruldu. 1992 yılında Satel adıyla yayın yapan kanal, 1993'te ismini atv olarak değiştirdi.
atv, yayınladığı diziler ve Ali Kırca'nın sunduğu Siyaset Meydanı ile yüksek reyting alan kanallardan birine dönüştü.
Sabah da benzer şekilde bu dönemde Türkiye'nin en çok satan gazeteleri arasına girerken, özellikle Hürriyet ile promosyon savaşlarına başladı. İki medya grubu, 1980'li yıllarda siyaseten genellikle ortak hareket etmelerine karşın 1990'lı yıllarda farklı liderleri ve partileri destekledi.
Bilgin, yine bu dönemde medya patronlarının başka alanlara yatırım yapma furyasına katıldı ve Etibank'a ortak oldu.
Bilgin, 2013 yılındaki bir mülakatında en büyük hayatlarını "Etibank'ı satın almak ve gazete patronluğundaki özensizlik" olarak sıraladı.
Bilgin, Türkiye'de 2000 yılında sonunda ekonomik krizin izlerinin iyice belirmesiyle birlikte, Etibank'ın yarattığı finansal sıkıntıları aşmak için Sabah ve atv'yi de bünyesinde barındıran yayın grubunun yüzde 50'sini Turgay Ciner'e sattı.
Bundan bir hafta sonra da Etibank'a TMSF el konuldu.
Bunun üzerine Bilgin, kendi deyimiyle "ceketini alıp çıkarak", yayın grubunu Mehmet Emin Karamehmet, Murat Vargı ve Turgay Ciner'e devretti. Birkaç yıl sonra ise geri döndü.
Bilgin, 10,5 ay hapis yattıktan sonra 2002'de tüm yayın grubunu Ciner'e kiraladı. Etibank'ın borcunun tasfiyesi için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) ile yaptığı protokol gereğince 2003 yılında grupla hiçbir ilişiği kalmadı.
Dergi, televizyon ve gazeteyi içinde barındıran medya grubunun tamamının hisseleri 2005 yılında Ciner'e geçti.
Ancak Ciner ile Doğan arasında gizli bir protokolün bulunduğu gerekçesiyle 2007 yılında bu medya grubuna TMSF tarafından el konuldu.
Düzenlenen ihale ile aynı yıl 1,1 milyar dolara Çalık Grubu'na satıldı. Çalık Grubu da açıklanmayan bir bedel karşılığında 2013 yılında Sabah ile atv'yi Kalyoncu İnşaat'a sattı.
Kalyoncu İnşaat'ın bu alımı hükümete yakın olduğu iddia edilen ve büyük projeleri hayata geçiren farklı iş adamlarının sağladığı finansmanı kullanarak gerçekleştirdiği öne sürüldü.
Başa dön1979 yılında Milliyet gazetesini alarak basına giren Aydın Doğan, daha sonra Hürriyet ve Vatan'ı satın alarak ve Kanal D, CNNTürk ile Teve2 gibi televizyonları kurarak büyüdüğü medyadan bu ay içerisinde tamamen çıktı.
Doğan, önce Vatan ile Milliyet'i sattığı Demirören Grubu'na daha sonra aralarında Hürriyet ve Kanal D'nin olduğu medya şirketlerini de sattı.
Satış sözleşmesi 6 Nisan'da yapıldı ve Pazartesi günü de devir-teslim törenleri düzenlendi. Birçok kişi bu süreci medyada bir dönemin sonu olarak nitelendiriyor.
Yapılan açıklamada, Hürriyet'in 155 milyon dolara, Doğan Haber Ajansı'nın 5 milyon dolara ve televizyon kanallarını da 600 milyon dolara satıldığı belirtildi.
Böylece Aydın Doğan, Doğan Medya Grubu'nun çok büyük bir kısmını toplam 916 milyon dolar nakit ve peşin para karşılığında Demirören Grubu'na devretti.
Aydın Doğan, haberin ilk duyulmasının ardından T24 haber sitesine yaptığı açıklamada, bu sektörden çok çektiğini ve 40 yıldır tek kuşak olarak medya şirketi yönettiğini söyledi.
Doğan, Cuma günü de çalışanlarına yaptığı veda konuşmasında, "40 yılda dalgalarla boğuştum, gemiyi batırmamak için çok çile çektim. Gemiyi limana salimen getirmek için uğraştım ve gemi, Türk basınının amiral gemisi olarak salimen limana ulaşmıştı... Yoruldum. Gönlümüzle, kendi rızamızla, hiçbir baskı altında kalmadan sizlerden ayrılıyorum" dedi.
Uzun yıllar Doğan Grubu'nda da çalışan gazeteci Ayşenur Arslan ise Aydın Doğan'ın 28 Şubat süreciyle ilgili açılan davada hapse gireceği tehdidi nedeniyle satışa zorlandığını ve grubun "ucuza gittiğini" öne sürdü.
Başa dön