Aram Ekin Duran
Geçen hafta açıklanan yüzde 24,5’lik eylül ayı enflasyonu ile Türkiye, iktisat literatüründe "stagflasyon" adı verilen yeni bir döneme giriş yapmış oldu. Yüksek enflasyonun ve düşük büyümenin aynı anda yaşanması anlamına gelen stagflasyon, ekonomide en kötü senaryo olarak biliniyor.
Stagflasyon sürecine giren ülkelerde bir yandan işsizlik ve hayat pahalılığı artarken, diğer yandan yeni vergi ve zam dalgaları görülüyor. DW Türkçe’ye konuşan uzmanlara göre, Türkiye’deki geçmiş krizlerden farklı olarak bu kez işsiz, emekli ve esnafı çok daha zor bir süreç bekliyor.
Türkiye ekonomisi, 457 milyar dolarlık dış borcu ve Türk Lirası’ndaki değer kaybı nedeniyle zor günlerden geçiyor. Borç riskine bir de yüzde 25’lere ulaşan enflasyon eklenince, geçen yılı yüzde 7,4’lük büyüme ile kapatan Türkiye’nin 2019’da "sıfır büyüme" ya da küçülme yaşama ihtimali büyük oranda artmış oldu.
DW Türkçe’ye konuşan Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, Türkiye’nin içine girdiği yeni durumun net bir "stagflasyon" süreci olduğunu söylüyor. Yeni Ekonomi Programı’nda (YEP) büyümenin 2018’de yüzde 3,8, 2019’da ise yüzde 2,3 olarak öngörüldüğünü hatırlatan Demiralp, “Bu öngörü bile aslında, mevcut enflasyon hızına baktığımızda stagflasyona girildiğinin en açık göstergesi” diye konuşuyor.
Bir ülkede yüksek enflasyon sorununun sıkı makiye politikaları ile dizginlenebileceğini, ancak stagflasyon sürecine giren bir ülkede sıkı mali politikaların sorunu çözmede yetersiz kalacağını kaydeden Prof. Demiralp, “Bu tür durumlarda ülke ekonomisi, krizden çıkmak için daha ağır bir bedel ödemek zorunda kalıyor” diyor.
Türkiye ekonomisinin 2009 yılında yüzde 4,7 küçüldüğüne, buna karşın enflasyonda hedeflerin tutması nedeniyle ağır bir tahribat yaşanmadığına işaret eden Prof. Selva Demiralp, şöyle konuşuyor:
"Türkiye’de daha önceki düşük büyüme ya da küçülme süreçlerinde fiyatlar da düşüşe geçerdi. Ama bugün hem düşük büyüme hem de giderek artan bir enflasyon var. Bu da bir yandan iş kayıpları yaşanırken, diğer yandan her türlü mal ve hizmette fiyat artışlarına neden oluyor.”
Türkiye ekonomisi 2018’in ilk çeyreğinde yüzde 7,3, ikinci çeyreğinde ise yüzde 5,2 büyüdü. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) Eylül sonunda yayınladığı raporda ise Türkiye’nin büyüme oranı 2018 için yüzde 3,2 2019 için ise yüzde 0,5 olarak öngörüldü. Bu da, Türkiye ekonomisinin özellikle dördüncü çeyrekte ve 2019 yılında ciddi bir yavaşlama evresine gireceğinin işareti olarak kabul ediliyor.
Bir ülkede büyüme oranının nüfus artış oranının altında kalmasının "durgunluk" olarak tanımlanabileceğini dile getiren Eski Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Müdürü, ekonomist Bartu Soral'a göre de, Türkiye mevcut durumda net bir şekilde "stagflasyon" sürecine girmiş bir ülke olarak adlandırılabilir.
2018’in son çeyreğinde ve 2019’da Türkiye’nin sıfır büyüme ya da küçülme yaşayacağının artık neredeyse kesin olduğuna işaret eden Bartu Soral, DW Türkçe’ye yaptığı açıklamada, "Bu süreçte enflasyonun da yüzde 30’u geçeceğini düşünüyorum” diyor.
Son 10 ayda Türkiye'de ekonomik parametrelerin çok hızlı bir değişim geçirdiğine işaret eden Soral, “Son 10 ayda dolar yüzde 56 arttı, faizler yüzde 12’den yüzde 36’lara geldi, Merkez Bankası politika faizini yüzde 8’den yüzde 24’e çıkardı. Özel sektörün 372 milyar dolar olan dış borcu TL bazında yüzde 56 arttı” diye konuşuyor.
Bu ortamda özellikle tüketici kredisi borcu olan işsiz, emekli ve esnafın stagflasyon sürecinden çok ağır darbe alacağını ifade eden Soral, “Bu süreçte hane halkı geliri her geçen gün eriyecek. Dışarıdan borç alarak büyüyen tüm ülkeler bunu yaşadı. Şimdi biz duvara çarptık” değerlendirmesinde bulunuyor.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 13 Eylül’deki Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında 625 baz puanlık faiz artışı yapmış, 20 Eylül’de ise Berat Albayrak ekonominin 3 yıllık yol haritasını ortaya koyan YEP'i açıklamıştı. Ancak her iki kritik adım da Dolar kurunun 6 TL’nin altına inmesine yetmedi.
Ekonomi yönetimi ise yüksek enflasyon ile mücadele için yeni bir program açıklamaya hazırlanıyor. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Twitter’dan yaptığı açıklamada, 9 Ekim Salı günü "Enflasyonla Topyekun Mücadele Programı"nın açıklanacağını duyurdu.
Türkiye Bankalar Birliği (TBB) ise, açıklanacak program öncesinde sürpriz bir adım atarak "ekonomik faaliyetlerin desteklenmesi" amacıyla bankaların şirket borçlarını 24 ay ötelemesini öngören bir "tavsiye karar" açıkladı. TBB açıklamasında, nakit kredi borcu 15 milyon TL’nin altında olan işletmelerden belli şartları sağlayanların borçlarını ilk 6 ay geri ödemesiz olarak 24 aya kadar vadelendirebileceği belirtildi.
Şimdi gözler, enflasyon ile mücadele programının içeriğine ve 25 Ekim’de Merkez Bankası PPK toplantısından yeni bir faiz artırımı çıkıp çıkmayacağına kilitlenmiş durumda.
Ekonomist Bartu Soral’a göre, Türkiye’nin cari açık ve borçluluk sorunu sürdüğü müddetçe ekonomide kayda değer bir iyileşme beklemek olası değil. "Bataklığı kurutmadıkça, sinekleri ilaçlamanın faydası olmayacak” diyen Soral, bugüne kadar ortaya konan tedbirlerin ve Merkez Bankası’nın faiz artırma politikasının ‘ilaçlama’dan öteye gitmeyeceğini savunuyor.
Prof. Dr. Selva Demiralp ise her koşulda Türkiye’nin risk primini düşürmek için faiz artışının gerekli olduğu görüşünde.
Enflasyonda yaşanan sıçrama nedeni ile 625 baz puanlık tarihi faiz artışının bile etkisiz kaldığını ve piyasa faizlerinin gerisine düştüğünü kaydeden Prof. Demiralp, “25 Ekim’de en az 300 baz puanlık hatta daha fazla faiz artışı yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü enflasyonun daha da yükseleceğine dair beklentiler giderek artıyor” değerlendirmesinde bulunuyor.