Türk gazeteciliği demir parmaklıklar ardında

Türk gazeteciliği demir parmaklıklar ardında

 

 T24- 2010 yılında Milliyet muhabiri Nedim Şener’e Basın Kahramanı Ödülü veren Uluslararası Basın Enstitüsü’nün Direktörü Alison Bethel McKenzie ve Enstitü’nün Basın Özgürlüğü Danışmanı Steven M. Ellis, Türkiye’deki basın özgürlüğü konusunda eleştirel bir makale kaleme aldı. Project Syndicate adlı uluslararası kuruluş için yazılan ‘Türk Gezeteciliği Demir Parmaklıklar Ardında’ başlıklı makale bugün Milliyet gazetesinde yayımlandı.

  

Nedim Şener Nisan başında açıklanan bir çalışmada, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) Medya Özgürlüğü Temsilcisi Dunja Mijatovic, çoğunluğu anti-terör yasaları nedeniyle olmak üzere Türkiye’de şu an 57 gazetecinin hapiste olduğunu belirtti. 11 gazetecinin daha hakkında suçlamalar bulunduğu düşünüldüğünde, bu sayı kısa süre içinde İran ve Çin’deki sayının iki katına çıkabilir; Aralık 2010 itibarıyle, bu ülkelerin her birinde 34’er gazetecinin hapiste olduğu belirtiliyordu. Mijatovic raporunda, Türkiye’de gazetecilere karşı 700-1000 davanın da devam ettiği tahmininde bulunuyordu.

  

Kabul görmez

  

Böyle bir durum hiçbir yerde, özellikle de AB’ye üye olmayı isteyen ve ifade özgürlüğünü temel bir hak olarak tanıyan bir demokraside kabul göremez. Dolayısıyla, Türkiye’nin davranışı sadece AB’nin temelinde yatan değerlere bağlılık konusundaki isteği değil, aynı zamanda bu konudaki becerisi hakkında da soru işareti yaratıyor.

  

Türkiye’nin anti-terör yasaları kapsamında, Kürt veya Marksist örgütlerle bağlantılı olan gazeteciler düzenli olarak hedef alınmıştır ve AGİT çalışmasına göre, en ağır cezaların bir kısmı bu gazetecilere verildi. Bir Türk gazeteci, 166 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Diğerleri ise şu an -hazır olun- 3 bin yıllık ceza ihtimaliyle karşı karşıya.

  

Fakat ‘Ergenekon’ adlı davadaki son tutuklama dalgaları sayesinde, Batı’daki birçoklarının Türkiye’deki gazetecilerin gördüğü muameleye dair kısmı ilgisizliği değişti. Laik ve aşırı milliyetçilerin Türkiye hükümetini devirmek için hazırladığı iddia edilen bir planla ilgili olan bu davaya bir dizi subay ve akademisyenin adı karışmış durumda. Soruşturma son zamanlarda giderek daha fazla gazeteciyi hedef alıyor.

 

 Bu plana katılmakla suçlananlardan biri de, Milliyet gazetesinin araştırmacı muhabiri Nedim Şener. Şener’in çalışmaları arasında, güvenlik güçleriyle Türk-Ermeni gazeteci Hrant Dink’in 2007’de öldürümkesi arasında bağlantılar kuran bir kitap da bulunuyor. Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI), Şener’e 2010’da Dünya Basın Kahramanı Ödülü’nü vermişti. Geçen ay tutuklanmasının ardından şu an hapiste olan Şener, söylenenlere göre hükümeti devirmeye çalışan silahlı bir terör örgütünün üyesi olmakla suçlanıyor.

  

Suçlanan diğer bir gazeteci de, hükümetin Ergenekon planına karşı önlemlerini eleştiren bir kitabın yazarlarından biri olduğu için hakkında zaten dava açılmış olan Ahmet Şık. Şık’ın, İslami bir grubun Türkiye’nin polis gücü içinde varolduğu iddia edilen nüfuzu hakkında bir kitap üzerinde çalıştığı belirtiliyor, ki yetkililer geçen ay bu kitaba basılmadan önce el konulmasını emretti.

  

Gazetecileri hedef alan bütün davalarda görülen ortak bir özellik, varolduğu idida edilen gerçekliklerin gizlenmesi; ve yetkililer, suçlara veya suç örgütlerinin varlığına dair herhangi bir kanıt açıklamış değil. Daha da kötüsü, mahkeme önüne -bazen gizlice- getirilen sanıkları veya avukatlarını da, karşı karşıya bulundukları suçlamalar konusunda bilgilendirmiş değil.

Gerçekten de, bu Kafkaesk olaya sıkışıp kalan gazeteciler, haklarındaki suçlamaları yanıtlamalarına izin verilene kadar yıllar boyu demir parmaklıklar ardında kalabilir. Her baskın ve tutuklamayla birlikte tırmanan bir korku ortamı söz konusu.

  

Hepsi hükümeti eleştirdi

 

 Bu arada Türk yetkililer, basın özgürlüğünü kullananların amaçlarından şüphe ettikleri sırada bile, ülkenin basın özgürlüğüne bağlı olduğunu tekrarlıyor. Bu kadar çok gazetecinin hapse atıldığı ve hepsinin geçmişte hükümeti eleştirdiği göz önüne alındığında, gazetecilerin çalışmalarından dolayı hedef alındığı sonucuna varmamak zor.

  

Bu tür endişeler sadece IPI gibi basın özgürlüğü grupları ve Gazetecilere Özgürlük Platformu gibi gazeteciler tarafından değil, aynı zamanda saygın uluslararası kurumlar tarafından da diye getirildi. ABD’nin AGİT temsilcisi ve Avrupa Komisyonu, Türk yetkilileri medyaya yönelik gözdağını derhal durdurmaya ve AGİT’in temel basın özgürlüğü değerlerini muhafaza etmeye çağırarak Mivatovic’e katıldı. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği de Türkiye’yi fikir ve ifade özgürlüğünü garanti etmeye çağırdı.

  

Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bile yakın zamanda, ‘savcıların ve mahkemelerin sorumluluklarını yerine getirirken daha titiz davranması; insanların onur ve hukuklarının zedelenmesine yol açmayacak şekilde davranmaları” yönünde bir çağrıda bulundu.

  

Ülkenin imajı bozuluyor

  

Türkiye Doğu’yla Batı arasında kilit önemde bir köprü rolü oynuyor ve bir demokrasinin İslam’la birarada yaşayabileceğini ortaya koyduğu için övgü alıyor. Fakat bu kadar çok gazetecinin tutuklanması bu imajı bozuyor.

 

 Gazetecilerin, ulusal güvenlik de dahil olmak üzere hassas konularda haber yapması temel bir haktır. Suç eylemlerine karışmayanlar, işlerini yaptıkları için tutuklama, hapis veya taciz ve gözdağının herhangi bir başka şekliyle karşı karşıya kalmamalıdır. Suç eylemine karışmakla suçlananlara da hukuk kuralları gereğince davranılmalı ve adil bir dava hakkı tanınmalıdır. Kanıtlar sunulmalı, suçlananlara haklarındaki suçlamalar gösterilmeli ve kendilerini savunma hakkı verilmelidir.

  

Hükümetin hareketlerini araştıran ve eleştiren gazeteciler lekeleyici ve yıkıcı kişiler olmak bir yana esasında gerçek bir vatanseverlik sergiliyor. Zira hiçbir demokrasi, politikaların gazeteciler sayesinde açık ve bağımsız bir biçimde değerlendirilmemesi durumunda hayatta kalamaz. Eğer kadim bir kültürel mirasa sahip, önemli bir bölgesel güç olan Türkiye Avrupa’ya kabul edilmeyi, dünya sahnesinde hak ettiği yeri almayı ve esasında, bir demokrasi olarak kalmayı gerçekten istiyorsa, o zaman liderleri basın özgürülüğünü küçümsememeli.