Prof. Dr. Cem Behar, ‘Kan Dolaşımı, Ameliyat ve Musiki Makamları’nda 17’nci yüzyılda İstanbul’da yaşamış Boğdan Prensi Dimitri Kantemiroğlu’nun ‘Kantemiroğlu Edvârı’nı yorumladı. Tarihte ilk defa bu eserle birlikte Türk musikisinin tarif edildiğini belirten Behar, Boğdan Prensi'nin Türk musikisinin kurucusu oladuğunu söyleyerek, “Böylelikle bir kimlik kazanıyor. Yeni müzik aletleri, makamlar ortaya çıkıyor. Tambur temel saz kabul ediliyor” dedi.
Karar'dan Erkut Tezerdi'nin sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Cem Behar, 'ın yanıtları şöyle:
* Kantemiroğlu Edvârı hakkındaki kitabı yazarken neyi ölçüt aldınız?
Kantemiroğlu Edvârı iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde teorik açıklamalar yer alıyor. İkinci kısımda ise 300 küsur eserin notası var. Ben kendi kitabımda ilk bölümü yani yalnızca Edvâr’ı anlattım. Müziğimizin tarihiyle ilgilenenlerin; müzikologların, uzmanların, müzik yazarlarının ufkunu açacak türde bir kitap.
* Neden yalnızca Kantemiroğlu Edvârı’nın ilk bölümünü değerlendirdiniz?
Çünkü bugüne kadar araştırmacılar daha çok notalarını, yani Kantemiroğlu’nun kitabının ikinci bölümünü incelediler. O dönemde yazılmış eserlerin notalarını aktarmayı daha önemli gördüler. Ama Kantemiroğlu niye, ne şekilde, niçin yazdığını ilk bölüm olan ‘Edvâr’ kısmında açıklıyor. Zihinsel arka planı, amacı ve konumu hakkında geniş bilgi veren de kitabın Edvâr bölümüdür, notaların kendisi değil! Ben de bu bölüm notalara göre daha önemli olduğu için değerlendirdim. ‘Kantemiroğlu Edvârı’nın kendisi 60-70 sayfa, fakat benim kitabımın uzunluğu 200 sayfa. Tabiri caizse ümüğünü sıktım; çıkarılabilecek olan maksimum yorumu ortaya koydum.
* Bunu yaparken amacınız neydi?
Türk musikisinin tarihini yazmak... Kantemiroğlu Edvârı, müzik tarihinin en önemli belgelerinden bir tanesi. 1700 ile 1710 yılları arasında yazılmış. Edvârı, tarihi bir belge olarak değerlendirdim. O dönem Türk musikisinin içinde bulunduğu durum da yazıyor Edvârı’nda. Kantemiroğlu sadece yazar değil; müzisyen, besteci, tamburi, bütün büyük bestecileri tanıyor. Edvârı’nda anlattıkları ise sadece müziğin teorisi değil, aynı zamanda o devirde İstanbul’da icra edilen müziğin de tasviri. Bugüne kadar gerekli önemin verilmediği Edvârı’nın, onu izleyen 300 küsur peşrev saz semaisinden çok daha önemli olduğunun kanaatindeyim. Zaten saz semailerini de Yalçın Tura çevirdi. Amerika’yı yeniden keşfetmenin anlamı yoktu.
* Türk musikisine neler kazandırdı?
Birincisi böylelikle musikimize kimlik kazandırdı. Kantemiroğlu bir Boğdan prensi. Hayatının 22 yılını da İstanbul’da geçirdi ve bir yabancı olarak yaşamadı. Musikimize, hatırat yazan Avrupalı şarkiyatçılar gibi bakmadı. Musikiye içeriden baktı ve gördüğünü, duyduğunu yazdı. İkincisi Kantemiroğlu’na gelene kadar Ortadoğu’da, İslam, Arap, Fars ve Türk musikilerinde 13’üncü asırdan beri süregelen bir edvâr geleneği vardı. Fakat bu musikilerde yazılan edvârlar hep evrensel musikiyi tanımlamaya çalışır. Kantemiroğlu ise ilk defa İstanbul’daki Osmanlı/Türk musikisini tarif ediyor. Dolayısıyla musikimiz açısından bir kurucu nitelik taşıyor.
* Kantemiroğlu’nun musikimize kimlik kazandırdığını söylediniz. Peki, musikimizin kökeni nereye uzanıyor?
Bizim geleneksel musikimiz 16’ncı yüzyılın ortalarından öncesine gitmez. Öncesinde Selçukluların İstanbul’a taşıdıkları Farsi kökenli bir gelenek vardı. Bunun tedricen yok olup yerine gerçekten yerel, Osmanlı, İstanbul’a ait geleneğin yerleşmesi Kanuni döneminde gerçekleşti. İki gelenek arasında geçiş sürecinin nasıl olduğunu bilmiyoruz çünkü tarihi bir belge yok. Musiki o dönemde kâğıda yazılmıyor, nota da yok.
“Nota yoktu” dediniz. Eserler doğaçlama mı ortaya çıkıyor veya çalınıyordu?
Nota yoktu ama bu bestelenmiş eser yok demek değildi. Bestelenen eserler ezberleniyor, ağızdan kulağa, ustadan çırağa geçiyor, sözlü olarak iletiliyordu.
* Kantemiroğlu’nun kimleri etkilediğini biliyoruz. O kimlerden etkilendi?
İstanbul’da yaşadığı dönem çalan musikî sanatçılarından etkilenmiş. Temelinde deneycilik ve pragmatik ölçütler var. Kantemiroğlu’nun Edvârı’nda sorduğu soru şu: ‘Bugün İstanbul’da icra edilen musikiyi teorik olarak nasıl tarif edebilirim?’
* Musikînin temelinde ne var?
Bütün Ortadoğu geleneklerinde en mükemmel musiki aleti insan sesidir. Musiki insana hastır. Kuşların sesi de güzeldir ama kuşların sesine musiki denmez. Kantemiroğlu’na göre ikinci en önemli musiki aleti, insan sesini de en iyi taklit edebilen tamburdur. Kantemiroğlu Edvârı’nda ilk defa temel saz olarak tamburun tanımı yapılır. Ondan önce hep ut aletiydi. Türk musikisinin genel özelliklerinden biri de temel sazın tambur olmasıdır. Bunu da musikimizin temeli olarak kabul eden ilk kişi Kantemiroğlu’dur.
* Kantemiroğlu’nun yaptıkları oldukça özgün ama bu özgünlük ilerleyen yıllarda Osmanlı/Türk musikisine başka neler kazandırdı?
Musikinin dili değişti. Daha önceki güftelerde Arapça ve Farsça kullanılırken sonraki dönemde Türkçe kullanıldı. Yeni çalgılar gelişti. Eski çalgılar yavaş yavaş terk edildi. Bize mahsus makamlar ortaya çıktı. Yeni usûller ve eser türleri icat edildi. Klasik Türk musikisinde murabbâ beste denilen bir eser türü vardır, bu daha önce yoktu. Batıda nasıl senfoni, konçerto ve sonat varsa 16’ncı ve 17’nci yüzyılda peşrev, saz semaisi, semai; tüm bunlar Türk musikisinin eser türleri haline geldi. Müziğimize kişilik kazandırdı.