Son 50 yılda iki darbe, iki darbe girişimi yaşanan, bir muhtıra verilen Türkiye’de son yıllardaki sıradışı bildiri ve postmodern darbeler de silahlı kuvvetlerin siyasetteki yerinin göstergesi olmuştur. Farklı dönemlerde farklı şekillerde ortaya çıkan “askerin siyaseti” 1950’li yıllara dek uzanır.
DP döneminde gerek ekonomik açıdan gerekse toplumsal statü açısından en çok kaybeden kesimlerin başında devlet memurları, dolayısıyla da ordu mensupları geliyordu. Oysa 1920'lerden 1940'lara, memurluk ve subaylık en azından toplumsal statü açısından oldukça saygın ve hep avantajlı bir meslek olmuştu. Gerçi İkinci Dünya Savaşı'nın zor yıllarında ordu mensuplarının da durumu son derece kötüleşmiş, buna tepki olarak subaylar arasında da DP epey yandaş bulabilmişti. Ancak, İsmet İnönü'nün tarihsel kişiliği dolayısıyla ordunun üst katmanlarında CHP'nin etkisi çok belirgindi. Bu yüzden de DP'nin iktidara geldiği ilk günlerde ordunun üst kademesinde birçok değişikliğe gidilmişti. Amaç, CHP'ye yakınlığıyla tanınan üst düzey subayları görevlerinden uzaklaştırmaktı.
27 Mayıs 19601950'lerde memur ve subayların durumu, özellikle ekonomik açıdan dramatik bir şekilde kötüye gitti. Her şeyden önce enflasyon ordu mensuplarını güç durumda bırakıyordu. Menderes hükümeti önceliği yol, su, elektrik gibi altyapı çalışmalarına, endüstriyel ve tarımsal gelişmeye verdiğinden, orduya bütçeden yeterli kaynak sağlanmıyordu. Bütün bunlara DP'nin ideolojik olarak cumhuriyet ilkelerine ihanet ettiği kanısı da eklenince, orduda DP karşıtı bir hava egemen olmaya başladı, ülke içinde artan siyasal kutuplaşma orduya da sıçradı. 1950'lerin ortalarından itibaren subaylar arasında DP iktidarını devirmek için birbirinden habersiz birçok gizli örgüt kuruldu. 1960 yılına doğru orduda iktidarı devirme yolunda örgütlenmeler giderek olgunlaştı ve subaylar 27 Mayıs 1960'da ülke yönetimine el koydular.
27 Mayıs darbesini izleyen dönemde Türk Silahları Kuvvetleri (TSK), geleneksel ayrıcalıklı konumundan daha öteye giderek, siyasal ve ekonomik yaşam içinde özerk bir güç olmaya başladı. Yeni anayasanın başlangıç bölümünde, ordunun "Türk milleti" adına iktidara el koyması meşrulaştırılıyordu. Milli Güvenlik Kurulu oluşturularak, ordu hiyerarşisinin siyasal alanda aktif biçimde var olması yasallaştırıldı. Yaratılan "tabii senatörlük" kurumuyla, 27 Mayıs'ı yapan Milli Birlik Komitesi (MBK) üyesi subayların, yasama içinde ömür boyu kalmaları sağlandı. TSK, rejimin üst güvencesi konumuna geldi. Yürütmeyi denetleme, yürütme ve yasama güçlerine müdahale hakkı elde etti. TSK'nın, meşruiyetini parlamentodan alan organların denetiminden çıkmasının önemli adımları 1960-1971 döneminde atıldı. Genelkurmay Başkanlığı doğrudan Başbakanlığa bağlandı, askeri yargı özerkleştirildi. 1971 muhtırası, gerektiğinde TSK'nın müdahale yetkisini kullanacağının somut bir göstergesiydi. Genişletilen sıkıyönetim yetkileri ve sıklaşan sıkıyönetim uygulamaları, TSK'yı bir tür paralel mülki yönetim organı konumuna getirdi.
12 Eylül 1980 darbesi, ordu üst kademesinden oluşan bir Milli Güvenlik Konseyi* (MGK) oluşturarak, yönetim ve yasama yetkilerini bir elde topladı. İki tarihi siyasal parti CHP ve AP başta olmak üzere, bütün siyasal partileri kapatan, Millet Meclisi'ni fesheden MGK, atama yöntemiyle, yasama yetkisi olmayan bir Danışma Meclisi kurdu. İki yıl süren MGK yönetiminin aldığı kararlar yargı denetimine tabi değillerdi. Bunlar 1982 Anayasası'nda da yargı denetimi dışında bırakıldılar.
27 Mayıs darbesini, rütbeleri yüzbaşıdan tümgenerale kadar değişen bir grup subay yapmıştı. TSK'nın hiyerarşik yapısı son anda Cemal Gürsel'in MBK'nın başına geçmeyi kabul etmesiyle korunmuştu. Müdahaleden sonra, DP ile yakınlığından şüphe edilen subaylar emekliye ayırıldı. Ardından, "kalıcı ve radikal" bir askeri yönetim yanlısı subayların tasfiye edilmesi geldi. Ama TSK içinde ve müdahaleyi destekleyen sivil çevrelerde, "27 Mayıs devriminin" tamamlanmadığı inancı canlı kalmaya devam etti.
Ordu içinde, Talât Aydemir'in önderliğinde şubat 1962 ve mayıs 1963'de başarısız kalan iki darbe girişiminden sonra MBK hızla etkisizleştirildi. Beş tabii senatörün dokunulmazlığı kaldırıldı. Yüksek Komuta Konseyi adıyla oluşturulan kurul aktif hale getirildi. Buna rağmen, 1971'e kadar TSK içinde çalkantılı bir dönem yaşandı. Ordu içinde hiyerarşi dışı gelişen cunta* girişimlerinin 12 Mart müdahalesiyle tasfiye edilmesinden sonra, emir-komuta zincirine sıkı sıkıya bağlı biçimde, TSK'nın siyasal yaşama müdahalesi, anayasal bir çerçeve içerisinde kurumlaşmış oldu.
Sınaî ve malî bir askerî yapı
1950-60 döneminde toplumun diğer kesimlerinin refah seviyesinin hızla yükselmesine karşın, toplumsal hiyerarşideki konumlarını göreli olarak kaybeden asker ve sivil bürokrasi hoşnutsuzluk duymaktaydı. Bu beklentilere cevap vermek amacıyla, 1961'de TSK kadrolarında görevli tüm personeli kapsayan Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) kuruldu. Katılınması zorunlu bir sosyal güvenlik kurumu olan OYAK, elindeki fonları değerlendirmek için otomotiv, gıda, çimento, petrol, petrokimya, tarımsal ilaç, elektronik sanayiinde, konut ve inşaat sektörlerinde geniş çaplı yatırımlara girişti. TSK üyelerinin yaşam düzeylerinin yükselmesinde önemli bir rol oynamaya başladı.
Özerk bir askeri sanayi kurulması ihtiyacı, önce 1964 Kıbrıs krizinde, ardından 1974 Kıbrıs çıkarmasını izleyen silah ambargosu döneminde kendini hissettirmişti. Bu dönemde Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakıfları kuruldu ve bunların bünyesinde Aselsan, Tusaş, İşbir, Havelsan gibi şirketlerin temeli atıldı. Bu girişimler ekonominin girdiği kriz ortamı nedeniyle, 1985'e kadar sınırlı kaldı. (Tempo24)TSK'NIN 27 MAYIS BİLDİRİSİALBAY ALPARSLAN TÜRKEŞ'İN BASIN TOPLANTISI1961 ANAYASASITALAT AYDEMİR'İN AĞZINDAN 27 MAYIS SONRASI12 MART MUHTIRASI12 EYLÜL SABAHI