Türkiye-AB ilişkilerine yeni tanım: Transaksiyonel İlişkiler

Türkiye-AB ilişkilerine yeni tanım: Transaksiyonel İlişkiler

AB başkentlerinde 16 Nisan referandumunda kabul edilen Anayasa değişiklikleriyle Türkiye’nin geleneksel dış politikasındaki eksen kaymasının gerçekleştiği görüşü hâkim.

Carnegie Uluslararası Barış Vakfı uzmanı ve AB'nin eski Ankara Büyükelçisi Marc Pierini, referandum sonucunu, “Yeni Anayasa değişiklikleri ile Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunu öngören siyasi proje sona erdi” sözleriyle değerlendirdi.

Pierini, referandum için kaleme aldığı analizde, “Tek kişinin yürütme görevini üstlendiği rejim, tüm siyasi gücü elinde tutmanın ötesinde, ‘siyahi Türklerin intikamı’ olarak adlandırılan Kemalist karşıtı devrimin, dini muhafazakâr toplumsal düzenin uygulanmasını sağlayacak” görüşünü aktardı.

Dikkatler Malta'ya çevrildi

Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşmakta olduğunu düşünen birçok Avrupa başkentinde artık Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerin askıya alınması gerektiği yönünde sesler yükseliyor.

Diplomatik kaynaklar Türkiye’deki gelişmelerin özel bir gündem maddesiyle 28 Nisan tarihinde AB Dönem Başkanlığı’nı yürüten Malta’nın başkenti Valetta’da yapılacak AB Dışişleri Bakanları Gayri Resmi Toplantısı’nda masaya yatırılacağını, toplantının aday ülkelerle yapılacak bölümüne, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun da davet edildiği söyledi. Malta buluşmasından birkaç gün önce Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde, Türkiye’nin yeniden denetime alınması yönünde rapor oylanacak. AB Bakanlarının, çıkacak kararı dikkate alacakları vurgulanıyor.

Meşruiyet tartışması

AB kararlarında ağırlığı olan Alman Hükümeti, Türkiye ile diyaloğun sürdürülmesini, mevcut sorunların diyalog kapsamında ele alınmasını savunurken, kırmızı çizgisini “idam cezası” olarak belirlemiş durumda.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise 16 Nisan sonrasında, Türkiye’nin idam cezası ile AB üyelik müzakereler konularında da referanduma götürebileceklerini yineledi.

Alman Marshall Fonu’nun (GMF) Türkiye Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı, Türk tarafının bu çıkışlarını “aba altından sopa göstermek” olarak değerlendiriyor. Ünlühisarcıklı, “Eğer önde gelen Avrupa ülkeleri Türkiye’deki referandumun meşruiyetini onaylarsa bu adımlar atılmayacaktır. Eğer AB ülkeleri referandumun demokratik meşruiyetini kabul etmezlerse o zaman bahsedilen adımlar atılabilir” dedi.

Erdoğan referandumun meşruiyetinin sorgulanmasını, Merkel de Almanya’da Eylül ayında yapılacak genel seçimler öncesinde mülteci mutabakatının sona erdirilmesini istemiyor.

Kulislerde, kırmızı çizginin idam cezası olduğu, AB’nin referanduma sunulan Anayasa değişiklikleriyle ilgili olarak “uygulamaya bakacağız” demekle yetinmesi, AKP iktidarına sistem değişikliği için alan tanındığı şeklinde yorumlanıyor. Ünlühisarcıklı, bu konuda şu değerlendirmeyi yaptı:

"Tabii, Merkel referandumdan sonra aslında çok pozitif, ‘Saygılı bir ilişki geliştirmek’ istiyoruz mesajını verdi. Fransa da aynı şekilde seçimle ilgili düzensizliklerden ‘Türk Hükümeti bu düzensizlikleri araştırmalıdır’ şeklinde çok düşük tonda soru işareti gündeme getirdiler. Türkiye elinde mülteci kozunu tutarken AB Türkiye’yi çok da rahatsız edecek bir tutum içerisine giremeyecek. Gerek AB gerekse ABD bu konuya çıkarları doğrultusunda yaklaşacak. Son kertede Türkiye’yi kaybetmek istemeyeceklerdir.”

Transaksiyonel İlişkiler dönemi

Peki, bundan sonra Türkiye-AB ilişkileri ihangi zeminde ilerleyecek? Diplomat ve uzmanların son dönemde kullanmaya başladığı tanım ‘Transaksiyonel İlişkiler”. Bu ilişki, tarafların karşılıklı çıkarları temelinde, pazarlık esasına dayalı işbirliğine girmesi olarak tanımlanıyor.

AB değerlerini, uluslararası hukuku göz ardı ettiği gerekçesiyle sivil toplum kuruluşları tarafından eleştirilen mülteci mutabakatı da bu kapsamda sınıflandırılıyor.

Ünlühisarcıklı, dünyada transaksiyonel politikaların, değerler yerine çıkarların öncelik olduğu dış politika anlayışının öne çıktığına işaret ederken, “Son kertede AB ülkeleri de Türkiye ile ilgili kararda değerleri ikinci plana atıp, çıkarları çerçevesinde bir karar verecek” dedi.

Türk demokratlar “değerli yalnızlığa” mı itiliyor?

Erdoğan’a dolaylı bir yeşil ışık yakılırken, Türkiye’de AB değerlerini paylaşan, demokratik hak ve özgürlükler için mücadele eden Türk seçmenlerin yalnız bırakıldığı yorumları yapılıyor.

Alman yetkililer, Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünün sağlanması, hukuk devleti ilkelerine dönülmesi yönünde çaba gösterdiklerini, baskı gören kesimlere destek verildiğinin altını çiziyor.

AB'li bir diplomat ise eski Başbakan Davutoğlu’nun “değerli yalnızlık” sözlerine atıf yaparak, “Ne hazin, bu süreç AKP iktidarını değil ama bizim büyük önem atfettiğimiz değerleri savunan Türkiye demokratlarını değerli bir yalnızlığa itiyor” görüşünü kaydetti.

Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) Başkanı Babür Atila ise Avrupalı siyasetçilerin referanduma ilişkin “adil ve özgür değildi” açıklamalarının, Türkiye’de mücadele yürüten demokratik kitle örgütleri tarafından memnuniyetle karşılandığını söylemekle birlikte şu sitemini dile getirdi:

"Biz her hâlükârda mücadele edeceğiz. Ancak AB’nin çok net olarak parlamenter demokrasiden yana olduğunu ortaya koyması lazım. Bu sürdürdüğümüz dava ile ilgili evrensel boyutta bir dayanışma olduğunu gösterir. Ancak ilişkileri mülteci pazarlığına indirgeyen AB bizi çok büyük hayal kırıklığına uğrattı, insani değerler bağlamında inandığımız Avrupa bizi sadece mülteciler ve üç beş milyar euroluk duruma düşürdü. Bu bizi rencide etti.”

© Deutsche Welle Türkçe

Değer Akal