'Türkiye AB kriterlerini uygulamıyor, kör kalamayız, müzakereler durabilir'

'Türkiye AB kriterlerini uygulamıyor, kör kalamayız, müzakereler durabilir'

Kıvanç Özvardar

Türkiye’deki hükümet, yargı ve demokrasi tartışmaları, Recep Tayyip Erdoğan’ın gelecek haftaki Brüksel ziyareti öncesi, Avrupa’da da gündemden düşmüyor. 40 aylık bir duraksamanın ardından Kasım ayında Bölgesel Politika faslının açılmasıyla ivmelenen Türkiye-AB ilişkilerinde, 17 Aralık sürecinin yankıları giderek daha yüksek perdeden çıkıyor. Akılları meşgul eden soruların başında ise “AB, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerini askıya alır veya durdurabilir mi” sorusu var. Krizin dış politika üzerinde etkili olacağını söylemek zor değil.

Dış basında geniş yer bulan çalkantılara ilişkin son yorumda bulunan ise İngiliz The Economist dergisi oldu. Dergi, “Türkiye’nin AB üyeliğine olası etkileri” başlıklı makalesinde yardı üzerindeki denetimini artıran Erdoğan’ın “İçerideki güç savaşı, Türkiye’nin AB’ye üyelik umutlarını da çökertiyor” değerlendirmesinde bulunarak,  “Türkiye’nin son bir yıl içinde protestolara, yolsuzluk skandallarına, polis ve yargının tasfiyesine, dış komplo paranoyasına, ekonomik durgunluğa ve toplum daha fazla İslamlaşmasına tanıklık ediyor. Başka bir devirde olunsaydı, tanklar şimdi Ankara ve İstanbul sokaklarında olurdu” sert ifadelerini kullandı.  

 

'Erdoğan 'darbe' iddiasını açıklamak zorunda'

 

Türkiye ile AB’nin uzun soluklu ilişkilerinde bir süre önce ısınan sular, yeniden bulanıklaştı. AB ile vize muafiyeti karşılığı Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanması, Yunanistan’ın AB Dönem Başkanlığı’nı üstlendiği sırada Kıbrıs’ta ortak bildiri imzalayan TÜSİAD, Yunanistan Girişimcileri Konfederasyonu SEV, Kıbrıs Türk İş adamları Derneği İŞAD ve Kıbrıs İşverenleri ve Sanayicileri Federasyonu OEB ve Hollande ile Erdoğan ziyaretleri, ilişkileri hızlandırma açısından olumlu gelişmelerdi.

Ancak 17 Aralık ve sonrasında devam eden yolsuzluk soruşturmasının bağımsız yürütülmesine, HSYK tasarısına, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ihlaline ilişkin eleştirilerin, temel hak ve özgürlükler konusundaki kötü sicilin etkisiyle, Türkiye-AB ilişkilerinin 2014’te oldukça zorlu bir sürece gireceğine işaret ediyor.

Bölgesel Politika faslının açılması, Türkiye’yi AB’de görme ihtimaline bile karşı çıkan Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından siyasi blokaja takılan beş fasıldan biriydi. François Hollande’ın göreve gelmesiyle bu fasla yönelik blokaj ortadan kalktı. Hollande, 27 Ocak’ta yapacağı Türkiye ziyareti ile üç yıl önceki Sarkozy ziyareti dışında 22 yıldan sonra Türkiye’ye gelen ilk Fransız cumhurbaşkanı olacak.

AB ile vize muafiyeti karşılığı Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanması, Hollande’ın ziyareti öncesinde Erdoğan’ın 21 Ocak’taki Brüksel ‘e gidecek olması, ilişkilerin hızlanması açısından olumlu adımlar olarak değerlendiriliyordu. Ancak 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının yarattığı siyasi ve hukuki çalkantılar, Türkiye-AB ilişkilerinde, Gezi protestolarından bu yana yükselen şüpheleri derinleştirdi. Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu üyesi İngiliz vekil Andrew Duff, “Türkiye bir devlet krizi içinde. Ana sorun güçler ayrılığı ilkesinin eksikliği. Yargı güvenliği ve siyasi güç karşı karşıya geldi. Erdoğan gelecek haftaki Brüksel ziyaretinde, süreci neden 'darbe' olarak gördüğünün açıklamasını vermek zorunda. Anlamakta zorluk çekiyoruz” diyor.

 

'Kriterlerin uygulanmamasına kör kalamayız'

 

Duff, “Gülen hareketinin Türkiye’de önemli bir güç olduğunu biliyorduk. Fakat “paralel devlet” olarak değerlendirmek ağır. Şüpheliyim. Ordu ya da başka bir gücün Türkiye'de istikrarı bozmasını istemeyiz” diyor. Hem Avrupa Parlamentosu, hem de AB Komisyonu’ndan soruşturmaların seyrini etkileyecek hukuk dışı müdahalelerden kaçınılması yönünde son dönemde üst üste endişe beyanları gelmişti. İki haftalık sessizliğin ardından ABD’den de “bağımsız yargı, şeffaf yönetim” çağrısı yapıldı.

Kuvvetler ayrılığı tartışmalarını beraberinde getiren Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) düzenlemesiyle ilgili olarak ise Erdoğan, “AB ülkelerinde HSYK ile ilgili oturmuş bir sistem yokken, her ülke kendine ait düzenleme yaparken, Türkiye’nin HSYK düzenlemesi ile ilgili beyanatta bulunmak kimsenin haddine değildir” sözleriyle AB’nin uyarılarına sert çıkmıştı. Erdoğan’a uzak Asya seyahatinde eşlik eden AB Bakanı ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Endişeye mahal yok” yanıtını verirken, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’tan da ağır eleştiri geldi. Arınç, geçen haftaki açıklamasında HSYK yasa tasarısına ilişkin, “AB’nin Türkiye Parlamentosu’nda görüşülen kanun teklifi üzerine herhangi bir söz, beyan veya eleştiride bulunması doğru bir şey değil” demişti. Duff, bu açıklamalara ilişkin olarak, “Erdoğan, AB üyeliğinin anlamı üzerine yeniden düşünmeli. Egemenlik haklarına bir müdahale olduğu düşüncesinden vazgeçmesini umuyorum. Bu açıklamalar, AKP’nin AB üyeliği hedeflerinde ciddi olmadığını gösteriyor. Bir gerçek var ki Türkiye, Kopenhag kriterlerini uygulamıyor. Biz de burada oturup, kör kalamayız” diyor.,

Müzakere sürecinin beklemede olduğunu söyleyen Duff, Türkiye’ye yönelik eleştirilerinin mart ayına kadar yayınlanacak yıllık ülke raporunda açıkça ifade edeceklerini söyledi.  Duff, “Bölgesel politikalar faslı kapatabilir. Bu süreç tam üyelik müzakerelerinin durdurulmasına kadar varabilir. Erdoğan’ın Brüksel’deki açıklamalarında bunu önlemesini umarım. Kritik bir dönemeçteyiz” diyor.

 

'Görüşmeler sert geçecek'

 

Erdoğan’ın değiştirmek istediği HSYK yasasını kendisinin getirdiği de akıllarda. 2010’daki referandumun hemen ardından yasa ile 18 Aralık 2010 tarihinde yürürlüğe girmişti. HSYK’nın yapısında değişiklik öngören 52 maddelik kanun teklifi, geçen hafta Adalet Komisyonu’nda kabul edildi.  Değişikliğin yargı bağımsızlığına aykırı olduğu tepkileri giderek daha yüksek sesle çıkıyor.

Bu yönde yorumda bulunanlardan biri de Avrupa Parlamentosu AP Sosyalist ve Demokrat Grup Üyesi ve AB-Türkiye Karma Parlamentosu üyesi İsmail Ertuğ. Avrupa Parlamentosu’ndaki Türkiye üzerindeki izlenimin olumsuz olduğunu söyleyen Ertuğ, “Türkiye’nin üyeliğine karşı olan aşırı muhafazakarların elinde yeni bir bahane oldu. Daha ılımlı parlamenterler bile Türkiye’nin demokratik reformları uygulaması için köşeye sıkıştırmayı düşünüyor. Gelecek haftaki görüşmelerin sert geçmesini bekliyorum” diyor. Ertuğ, HSYK kanununda yapılması istenen değişikliğe ilişkin de, “Ne oldu da üç yılda kanunun özden değişmesini sağlayacak bir durum gerekti? Bu soruya bir cevap verilemiyor” sorusunu soruyor.

Ertuğ, durumun Türkiye için iç açıcı olmadığını belirterek, “Yasamanın yargının önüne geçmesi sıkıntılı. Bu konuda yapılan hiçbir açıklama Avrupalıları tatmin etmeyecektir. Komplo,dış güçler, faiz lobisi söylemleri ciddiye alınmıyor. Türkler Avrupalıları, Avrupalılar da Türkleri anlamıyor. Avrupa’da yolsuzluk soruşturmaları sonrası strateji, “göze göz, dişe diş”ten ziyade, diğer tarafın da haklı yanlarını sorgulamak, ara yol bulmak, uzlaşmacı olmak üzerinedir. Türkiye’de ise tam tersi bir yaklaşım sergileniyor” diyor.

 

'Türkiye'nin üyeliği her zamankinden fazla tehlikede'

 

Avrupa Parlamentosu Hristiyan Demokrat Grubu üyesi Alman Renate Sommer de oldukça ağır eleştirilerde bulunuyor. Sommer, endişesini şu sözlerle dile getiriyor: “Türkiye’nin, AB üyeliği isteğini, son yıllardaki aksiyonlarında göstermedi. Gezi protestolarında da bunu gördük. Yolsuzluk soruşturmalarında da bunu gördük. Türkiye’de demokrasi krizlerinin yaşanabileceğini her zaman söyledim, bugün de doğrulandı. Yeni faslın açılmasına da karşı çıkmıştım. Umarım gelecek haftaki Erdoğan görüşmelerinde Barrosso, yeterince sert eleştirilerde bulunur. AB, Türkiye’ye karşı bugüne dek yumuşak davrandı. Türkiye’ye karşı, düşünce ve ifade özgürlüğü sorunlarını çözmediği takdirde daha güçlü tavır alınması gerek. Türkiye’nin AB üyeliği süreci her zamankinden daha fazla tehlikede. Müzakereler durabilir” diyor.

Hükümetin iktidarının ilk yıllarında kararlılığını dile getirdiği AB hedefinden giderek uzaklaştığını söylemek kahinlik olmasa gerek. Akla takılan ise Türkiye’nin, son yıllarda bölgede “model” olmaya değil, enerjisini kararlılıkla yıllardır sürüncemede kalmış sorunlarını sorgulayıp temize çekmeye çalışsaydı nasıl bir ülke olacağı… Adorno’nun doğru yaşam öğretisini gözeterek kaleme aldığı başyapıtı olan Minima Moralia’daki sözünü hatırlayarak bitirelim: “Gözünüzdeki kıymık en iyi büyüteçtir”.