Türkiye iklim değişikliğinin şiddetli etkilerini ilk kez hissetmiyor. Artan kuraklık, aşırı sıcaklıklar, orman yangınları, seller, dolular…
2021’de Batı Karadeniz, İzmir ve İstanbul da sel felaketlerine sahne olmuş; yine geçen yaz Türkiye’nin güneyinde 124 bin hektarlık orman alanı yangınlar sebebiyle kaybedilmişti. Bu alan yaklaşık 174 bin futbol sahasına denk geliyordu.
Peki Türkiye'de iklim felaketlerinin sıklığının artmasının altında hangi nedenler yatıyor?
Küresel iklim değişikliğinin özellikle Akdeniz havzasında etkilerinden bir tanesi; hava sıcaklıkları artarken hidrolojik döngülerin kuvvetlenmesi ve geçmişe göre sağanak yağışların daha sık görülmesi.
DW Türkçe’ye konuşan Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş’e göre Türkiye de bundan payını alıyor. Ancak bu etkiyi şiddetlendiren bir yapılaşma da söz konusu.
Prof. Dr. Murat Türkeş, kentlerin genişlemesi ve betonlaşmanın artmasının iklim değişikliğini hızlandırdığını, Türkiye’de artık yağmur sularının süzülebileceği bir ortam kalmadığını vurguluyor.
Türkeş, “Kentler sadece betonlaşmayı ve büyümeyi dikkate aldı. Şu anda rekor yağış düşmese dahi, bir metrekarede 30 kilogramlık bir yağış bile Ankara'da, İstanbul'da, İzmir'de yağışa bağlı kentsel sellerin ve su baskınlarının oluşmasına yol açıyor” diyor.
Bu yıl düzenlenen Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) sonuçlarına göre iklim değişikliğinden etkilenmeyen tek bir ülke kalmadı. Sıcaklıklar yükselirken yağış buharlaşma rejimi ve orman yangın rejimi değişiyor. Kuraklık sıklık ve uzunlukları artarken ekosistem bozulup biyoçeşitlilik azalıyor. Yer altı su seviyeleri giderek daha derine iniyor.
Yazların kurak geçtiği ve yağışların değişken olduğu Akdeniz iklim bölgesindeki ülkelerde bu etkilerin daha fazla hissedildiğini vurgulayan Türkeş, Türkiye’nin de bu ülkelerden biri olduğuna dikkat çekiyor.
Türkiye’de sıcaklık rejiminin hızla değiştiğini ve rekor sıcaklıkların arttığını belirten Prof. Türkeş, “Sıcak hava dalgalarının hem gece hem gündüz sıcaklıkları açısından sıklığı, süresi, şiddeti, büyüklüğü çok ciddi derecede artıyor. Kar yağışları azalıyor. Yağsa bile karın yerde kalma süresi azalıyor. Yağış rejiminin değişmesiyle birlikte buharlaşma artıyor, toprak nemi hızla azalıyor” diye konuşuyor.
Türkiye’de buzulların da eridiğine, şu an var olan buzulların neredeyse son 25-30 yılı kaldığına dikkat çeken Türkeş, kuzey yamaçlarda kalan ve 1-1,5 kilometre uzunluğunda olan dağ buzullarında her yıl 5 ila 30 metrelik geri çekilme olduğunu ifade ediyor.
Türkiye orman yangınlarında da Akdeniz’in en riskli ülkeleri arasında kabul ediliyor. Ağaçların ya da çalıların yapılarında yeterli su olmaması, o bölgenin yeterince yağış almaması ve toprağın nemi tutmaması ormanların kuru olmasına yol açıyor. Bu durum yangınların yayılmasında etkili oluyor.
Yaz mevsimi giderek kuraklaşırken, çok kurak dönemler üst üste geldiğinde oluşan fönlü hava tipi de orman yangınlarını artırıyor. 2021’deki orman yangınları bunlardan biri.
2019’dan taşınan sıcak hava dalgalarının 2021’de yaşanan kuraklıkla birleşmesi sonucu Manavgat’tan İzmir'in kuzeyine kadar çok geniş bir alanda yüzlerce yangın çıktığını hatırlatan Türkeş’e göre bütün bunlar, Türkiye’nin iklim değişikliğinden etkilendiğinin göstergesi. Türkeş, son 30 yılda iklim değişikliği sorununun ciddiye alınmamasının ise iklim değişikliğini hızlandırdığını ifade ediyor.
Türkiye’de pek çok hava olayının artık çok kısa sürede oluşabildiğini aktaran Türkeş, son 30 yılda yer altı sularının hızla çekilmesi nedeniyle yüzlerce obruk oluştuğunu belirtiyor.
Normal koşullarda etkili bir yağış için yağışların bir kısmı bitkiler üzerinden buharlaşırken bir kısmının toprak tarafından emilmesi, yer altı ve yer üstü sularına karışması gerekiyor. Toprakta kalan kısım ise oradaki yaşam birliklerini ve ekosistemi destekleyecek su haline geliyor.
“Bugün artık bu dereler yok, sadece binalar var, bina çatıları var, asfalt yollar var, beton yollar var” diyen Türkeş, genişleyen kentlerin doğal coğrafyayı, doğal akarsu ağını yok ettiğini anlatıyor.
Prof. Türkeş, “Bütün bu beton binalar, asfalt ve çatılar, kilometrelerce karelik bu çatılar hem kentsel ısı adası üretiyor, yani iklim değişikliğini kuvvetlendiriyor hem de suyun hızla çatılardan caddelere ulaşmasına, borular aracılığıyla sele dönüşmesine ve alçak bölgelerde doğal akarsu akışı da olmadığı için su baskınlarına yol açıyor” diye konuşuyor.
DW Türkçe’ye konuşan TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Ahmet Kahraman’a göre de iklim krizinin şiddetlenmesinin altında çevre politikalarında doğayı, bilimi ve toplum yararını esas almayan yaklaşım yatıyor.
Kahraman, “Hidroloji denen bir bilim vardır. Bu hidroloji de yağış ve akışları inceler. Matematik, istatistik gibi bilimsel yöntemleri vardır, bunları kullanır. Ama siz bunların yerine karar vericilerin, siyasi iradenin hedeflerine, rüyalarına göre plan yaparsanız bunları yaşamaktan kaçınamazsınız” ifadelerini kullanıyor.
Sermayeyi destekleyen kâr ve rant odaklı politikaların iklim felaketlerinin esas nedeni olduğunu söyleyen Kahraman, “Sel felaketleri, hatta hava kirlilikleri, hatta müsilaj dahil karşılaştığımız bütün bu olgular, aslında bu temel sorunun birer sonuçlarıdır” diyor.
Ahmet Kahraman, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için toplum yararı, halk sağlığı, doğal kaynaklar ve çevrenin korunmasına yönelik politikaların hayata geçirilmesi gerektiğini ifade ediyor. Yeni iklim koşullarının yarattığı risklere uygun kentsel altyapı oluşturulmasının önemine dikkat çeken Kahraman, aksi halde Ankara’daki sel felaketinin son olmayacağını, daha onlarcasının yaşanacağını ifade ediyor.
Prof. Murat Türkeş’e göre de felaketlerin önüne geçmek için akıllı yeşil kent sistemini hayata geçirerek, betonu azaltıp toprak ve yeşil alanları artıracak, akarsu kanallarını yeniden canlandıracak adımlar atılmalı. Türkeş, altyapı sistemleri hazırlanırken kesinlikle doğa bilimciler, fiziki coğrafyacılar, klimatologlarla birlikte çalışılması gerektiğine vurgu yapıyor.