Türkiye’de organize suçlarla mücadele: 25 yılda neler yaşandı?

Türkiye’de organize suçlarla mücadele: 25 yılda neler yaşandı?

Türkiye'de son haftalarda organize suç örgütü kurmak suçlamasıyla aranan ve yurt dışında bulunan Sedat Peker'in sosyal medyada paylaştığı videolar gündemde önemli bir yer tuttu.

Bugün yeniden gündem olan Sedat Peker ve Alaattin Çakıcı gibi isimler, Türkiye'de organize suç örgütlerinin ne kadar güçlendiğini gözler önüne seren 3 Kasım 1996'daki Susurluk kazasının ardından ilk kez, bu örgütlerle mücadeleye ağırlık verilen 1990'ların sonunda yargılandı.

Peker, 2014'teki tahliyesi sonrasında önce AKP'yi desteklediğini açıkladı, ardından partili bazı isimleri hedef alan iddialarda bulundu.

Çakıcı ise cezaevindeki son yıllarında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef olan açıklamalarının ardından, serbest kaldıktan sonra da MHP ve lideri Devlet Bahçeli'yi destekleyen açıklamalar yaptı, 2020'de afla tahliye edildi.

Peki 10 yıldan uzun süre cezaevinde kalan bu isimler bugün nasıl hâlâ belli bir gücü ellerinde bulundurabiliyor? Organize suç örgütleriyle mücadelede yeterince yol alınamadı mı?

1998'de kurulan Organize Suçlar Şube Müdürlüğü'nün başına getirilen ancak gözaltına aldığı kişilere işkence yaptığı iddiasıyla 2003'te görevden alınan Adil Serdar Saçan ve o dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'a sorduk.

Adil Serdar Saçan, organize suçlarla daha sert ve kararlı mücadele edilmesi gerektiğini söylüyor.

Sadettin Tantan ise "Mücadele hukuk ve adalet zemininde olur. Söylem zemininde olmaz, bağırıp çağırmayla olmaz" diyor.

Organize suç örgütleri nasıl güçlendi?

1998'de organize suçlarla mücadele için ayrı bir birim oluşturulması ve Temmuz 1999'da Çıkar Amaçlı Suç Örgütleri'yle Mücadele Kanunu'nun yürürlüğe konulmasının kritik sebepleri vardı.

1993'te dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, Özel Harekat Daire Başkanlığı'nı kurdu. Bu görev kapsamında hem emniyetin, hem jandarmanın hem de Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) başta Çakıcı, Abdullah Çatlı gibi isimler olmak üzere suç örgütü liderleriyle işbirliği yaptığı, bu kişilerin "terörle mücadele" adı altında bazı Kürt iş insanları, avukat ve siyasetçileri öldürdüğü, sonradan TBMM'de kurulan komisyonların ve Başbakanlık Tetfiş Kurulu'nun hazırladığı raporlarda yer aldı.

Bu cinayetler daha sonra "faili meçhul cinayetler" olarak anılacaktı.

Ancak olaylar ve cinayetler bununla sınırlı kalmadı.

"Kumarhaneler kralı" olarak bilinen Ömer Lütfü Topal'ın öldürülmesiyle, devlet içinde görevli bu kişilerin çıkar amaçlı suç örgütleriyle sadece "terörle mücadele" adı altında işbirliği yapmadığı, işbirliğinin kapsamının daha derin olduğu ortaya çıktı.

"Çok büyük paraların söz konusu olduğu kumarhanelerle ilgili, maktülle sanıklar arasında tespit edilemeyen bir problem çıktığı, bunun üzerine ortakları ve sanıkların Topal'ın öldürülmesine karar verdikleri anlaşıldı.''

Topal cinayetiyle ilgili Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı'nın hazırladığı iddianamede bu ifadeler yer alıyordu. Aralarında özel harekatçıların da bulunduğu sanıklar yargılanmaya başladı.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, 13 Kasım 1996 tarihinde Başbakan Necmettin Erbakan'a yazdığı mektupta da şu ifadeler yer alıyordu:

"Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Özel Harekat Dairesi vardır. Aldığımız duyumlara göre bu dairenin bazı elemanları; 'uyuşturucu, kumarhane, haraç ve adam öldürülmesi' gibi işlere karışmaktadır."

Raporlara giren bu ifadeleri, Topal cinayetinde yargılanıp beraat eden ancak sonra başka bir suçtan cezaevine giren Özel Harekatçı Ayhan Çarkın, 2011'de, cezaevinden dönemin CHP milletvekili Hüseyin Aygün'e yaptığı açıklamalarla doğrulayacaktı:

"Bizim grup canavardı, sevgilisi ile anlaşamayıp öldürüyordu. Biri sevgilisini öldürdü. Kan döke döke canavarlaşmış, insan olmaktan çıkmıştı bizim grup. 15-20 kişiyi bizzat öldürdüm."

Topal cinayetinin üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra Susurluk kazası oldu. Bu gruplarla bağlantıları olduğu söylenen Abdullah Çatlı ile birlikte DYP milletvekili Sedat Bucak'ın ve eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ'ın aynı araçta olması, TBMM ve hükümetin bu olayları incelemeye başlaması için ciddi bir dönüm noktası oldu.

Türkbank ihalesi ve hükümetin devrilmesi

Susurluk'la ilgili TBMM'de kurulan komisyonlar ve Başbakanlık Teftiş Kurulu raporları hazırlandıktan, birçok ilişki ağı ve faili meçhul cinayetlerle ilgili detaylar açığa çıktıktan bir süre sonra, DYP lideri Tansu Çiller ve eşi Özer Çiller de bu organizasyonla bağlantıları olduğu iddialarıyla suçlanıyordu.

1998'de bu kez sonu Mesut Yılmaz'ın başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetinin dağılmasına varan bir olay yaşandı.

Alaattin Çakıcı, Türk Ticaret Bankası'nın (Türkbank) satışı için Mayıs 1998'de açılan ihaleye girmek isteyen iş adamlarını, Korkmaz Yiğit adına devreye girerek çekilmeleri için tehdit etti. İhaleyi Korkmaz Yiğit kazandı.

Ekim ayına gelindiğinde, ihale açıldığında Korkmaz Yiğit ile Alaattin Çakıcı arasında geçen telefon görüşmesinin kayıtlarına ulaşan CHP milletvekili Fikri Sağlar bu kayıtları kamuoyuna açıkladı.

Skandala adı karışan ANAP lideri ve Başbakan Mesut Yılmaz'ın kabinesi Meclis'te yapılan güven oylamasını kaybetti ve hükümet, 1999'un başında düştü.

Son olaylarla ilgili görüşüne başvurduğumuz, dönemin İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürü Saçan, her dönem için geçerli olan şu bilgiyi hatırlatıyor:

"Bütün ülkelerde mafyanın gücü, siyasilerle ilişkisinden gelir. ABD'de Al Capone'un senatörlerle ilişkileri olduğu gibi bizim Türkiye'nin mafyası da siyasetçilerle ilişkili. Zaten mafyadan söz edebilmek için siyasi ayağına bakmak lazım. Yoksa her önüne gelen mafya olur, sokak çetelerinden mafyayı ayıran bu."

Organize suç örgütlerinin hareketlerinin hükümet düşürecek bir noktaya gelmesi, Yılmaz'ın ardından kurulan koalisyon hükümetini harekete geçirdi.

Mesut Yılmaz

'Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu'

18 Nisan 1999'daki seçimlerinin ardından DSP lideri Bülent Ecevit'in başkanlığında MHP ve ANAP'la birlikte kurulan koalisyon hükümeti, Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu'nu çıkardı. Kanun 30 Temmuz 1999'da yürürlüğe girdi.

Adil Serdar Saçan, neden böyle güçlü bir irade gösterildiğini "Organize suçlar, mafya Türkiye'de oldukça etkili bir hale gelmişti 1990'ların sonunda. Başbakan tehdit ediyorlardı, karakollara çok yakın mesafede silahlı çatışmaya giriyorlardı. Büyük özelleştirme ihalelerine müdahale ediyorlardı. Devlet bu işin bitirilmesi yönünde karar aldı" sözleriyle açıklıyor.

Bu sırada Çakıcı, Ağustos 1998'de Fransa'da yakalanarak Türkiye'ye getirilmişti.

1998'de oluşturulan Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, organize suç örgütlerinin üzerine giderken yasanın varlığı da emniyetin hareket alanını rahatlattı. Çakıcı ve Peker'in yanı sıra Erol Evcil gibi "cinayete azmettirmek, ihaleye fesat karıştırmak" suçlarından aranan birçok isim o dönem tutuklanarak cezaevine girdi.

Birçoğunun cezası 2000'lerin başında onaylandı.

Getty Images

Anayasa Mahkemesi, 2006'da da Mesut Yılmaz'ı "görev süresi içinde ihaleye fesat karıştırmaktan" suçlu buldu. Yılmaz'ın cezası ertelendi.

Ancak 3 Kasım 2002'deki seçimlerde AKP'nin iktidara gelmesinin ardından, Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu'na yönelik eleştiriler, hem iktidara yakın gazeteciler hem de bazı siyasiler tarafından dile getirilmeye başladı.

Yeni Şafak gazetesi, kanunu "28 Şubat sürecinin devamı niteliğinde, sözde yolsuzlukları önlemek için çıkarılan, siyasi operasyonlara gerekçe gösterilen" bir kanun olarak tanımlıyordu.

5 Mayıs 2007'de yayımlanan Resmi Gazete'yle birlikte kanun resmen yürürlükten kaldırıldı.

Saçan, "Bu yasa çok önemli hükümler getiriyordu, sadece mafya ve uyuşturucu çeteleriyle, çıkar amaçlı suç örgütleriyle mücadele yasasıydı özel olarak. O yasanın kaldırılmış olması siyasi iradenin organize suç örgütleriyle nasıl mücadele ettiğiyle ilgili bir kanaat gösterir" diyor.

1999'da kurulan koalisyon hükümetinin İçişleri Bakanı olan Sadettin Tantan da, "Türkiye'nin o mafyamsı tipleri bir anda yok edecek gücü var, ancak o günkü yetkiyi veren yasalar sonradan kalktı" diyor.

Yasanın kalkmasının ardından başlayan, Ergenekon adı verilen, Gülen yapılanmasının içinde yer alan polis, savcı ve diğer yetkililerin yürüttüğü operasyon ve yargılama süreçlerinde, 90'larda emniyette ve orduda görevli olan, organize suçlarla işbirliği yaptığı belirtilen ya da mücadele eden ekiplerin içinde yer alanlar da dahil olmak üzere birçok isim, "darbeye teşebbüs" başta olmak üzere farklı suçlamalarla tutuklandı. Saçan da bunlardan biriydi.

15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminde rol oynadığı gerekçesiyle Gülen Yapılanması'nın devlet içindeki varlığına yönelik operasyonlar başlatıldı.

'Mücadele hukuk zemininde olur, bağırıp çağırmayla olmaz'

Organize suç örgütleriyle mücadelenin miladi sayılan 1998-1999'un ardından geçen yaklaşık 15 yıllık sürede, organize suç örgütleri sokaklarda eskisi gibi varlık gösteremese de, liderlerinin kaldığı cezaevlerinde veya gittikleri hastanelerde ufak çaplı olaylar yaşandı.

2014'te Sedat Peker, 2020'de de afla Alaattin Çakıcı serbest kaldı. Ardından bu isimler bazı siyasi liderlere ve partilere bağlılık bildirdi. Bazı siyasileri ve gazetecileri ise hedef alan açıklamalar yaptı.

Çakıcı'nın cezaevindeki son yıllarında Bahçeli'yle, serbest kaldıktan sonra eski MHP milletvekili Engin Alan, eski DYP'li İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ve 1990'larda MİT'te ve Emniyet Genel Müdürlüğü'ne bağlı Özel Harekat Daire Başkanlığı'nda çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Korkut Eken'le fotoğrafları sosyal medyada paylaşıldı.

Bu fotoğraflar, Saçan'a göre "hata":

"AKP gelmeden önceki süreçte mafyayla mücadelede bize büyük destek veren koalisyon hükümetindeki aktörlerden biri Sayın Bahçeli'ydi. Çakıcı aleyhinde bir sürü paylaşımlar da yapmıştı. Şimdi 'Benim dava arkadaşım' diyor. Bu tür yaklaşımlar hata, mafyaya siyasilerin koz vermesi, destek çıkıyor şeklinde anlaşılabilecek tavırları onları güçlendirir. O açıdan yanlış."

Bu örgütlerin etkinliği neden gerçek anlamda bitirilemedi?

Tantan'a göre bu sorunun cevabı basit:

"Bu sorun çözülebilir, çözülemez diye bir şey yok. Siyasi zihniyet, siyasi tercih neyse ülke yönetimi ona göre şekillenir. Bu iktidarın her türlü yetki ellerinde ama adım atamıyorlar. Neden acaba, onları bağlayan bir şey mi var?

"Mücadele hukuk ve adalet zemininde olur, söylem zemininde olmaz, bağırıp çağırmayla olmaz. Parlamentodan hukuki araçlar neden çıkmıyor? Neden engelleniyor?"

Asker

Yıllar sonra bu örgütlerin liderlerinin yeniden ortaya çıkmasının sebebi, Saçan'a göre de önce Gülen Yapılanması'nın yarattığı zafiyet ardından ortaya çıkan boşluğun da gerçek anlamda doldurulamaması:

"FETÖ denilen bir terör örgütünün gerek organize suçlarla gerek terörle mücadelede istihbarat birimlerine hakim olması neticesinde, yer altı dünyasının kontrolü tamamen o örgütün eline geçti. İstediklerine operasyon yapıp istemediklerine yapmadılar.

"Onların tasfiyesiyle yeniden başlandı mücadeleye. Yeniden başlandı derken bizim istediğimiz, anladığımız kıvamda değil. Daha sert ve kararlı mücadele edilmesi gerekiyor."

'Karşımızda büyük bir para gücü var'

Bugün Sedat Peker'in yayımladığı videoları ve bununla "daha sert ve kararlı mücadelenin" nasıl yapılabileceğini sorduğumuz Saçan, şunları anlattı:

"Mafyayla mücadele sadece polisin değil, TBMM'den başlayıp Cumhurbaşkanı'nın kararlığı ve buna göre kamu görevlerinin dizayn edilmesi, yargının bu işlere bakan birimlerinin oluşturulması, ayrıca kara para ayaklarının ayrı bir birim tarafından soruşturulmasını içerir.

"Mafya para sahibi olduğu için mafyayla mücadele çok zor bir iştir, herkesin bir bedeli vardır mantığıyla kamu görevlilerine yaklaşırlar. Bu çoğu zaman da kamu görevlilerini elde etmekte başarılı olurlar ve böylece kendilerine bilgi akar. Son örnekte Sedat Peker, hâlâ şu an devletin içerisinden bilgi aldığını gösterir açıklamalar yapıyor."

Peker'in daha önce çeşitli suçlardan yargılandığını hatırlatan Saçan, son kez tahliye edildikten sonra da polisin elinde Peker'e ve örgütüne ait kayıtların olduğunu söylüyor:

"Kaydı olması demek, kontrol altında tutulması gereken kişi ya da grup demek. Polis tarafından suç işleme ihtimali kuvvetli olarak belirlenmiş bir gruptan bahsediyoruz. Bu grubun liderine koruma verirseniz…

"Bunların hepsi bilinen örgütler, bilindiği halde faaliyet yürütebiliyorlarsa mücadelede problem var demektir. İstanbul'un kara parası tahmini olarak 10-15 milyar dolar arasında yıllık. Karşınızda böyle bir para gücü var.

"Ama bugün Sayın Cumhurbaşkanı bir açıklama yapıyor, 'Yargı bu işleri araştıracak, iftira olduklarını ortaya çıkaracaktır' diyor. Bu kadar, ben yorumsuz söylüyorum. Bir fikir veriyor şeffaflık konusunda."