İngiltere doğumlu bisikletçi Ishbel Holmes, çocukluğunda tacize uğradı, annesi tarafından terk edildi, evsiz kaldı, uzun süre intihar düşüncesinden kurtulamadı. Dünyayı tek başına bisikletiyle gezen Holmes, Türkiye'de peşine takılan bir sokak köpeği ile kurduğu olağanüstü bağın onu nasıl kurtardığını yazdı:
Bisiklet selesine oturduğum ilk anı hatırlıyorum. Manchester'da yaşarken babam 20 kiloluk patates çuvalları biraz daha ucuz oluyor diye şehrin öbür ucuna bisikletiyle giderdi. Ben daha beziyle gezen bir bebektim. Bisikletin arkasında, patateslerle beraber oturur, onunla gezerdim.
Babam Manchester'da okurken annemle tanışıp ona aşık olmuş. İran Devrimi sonrası Tahran yurt dışında okuyan İranlı öğrencilere para vermeyi bir anda keserek onları ülkeye geri getirmeye çalışınca, babamın hiç parası kalmamış. Bisikleti de hayatta kalabilmek için en önemli araç haline gelmiş.
Babam iş bulsun diye İskoçya'ya taşındığımızda daha 2 yaşındaydım. Ancak annemle ilişkileri yürümedi ve ayrıldılar.
Annemle kalıyordum. Bir gün babamı ziyarete gittiğimde bir arkadaşı dizine oturmamı istedi ve elleri bacağımdan yukarı uzandı. 7 yaşındaydım. Tek hatırladığım çok kötü hissettiğimdi. Korkunç bir kız olduğumu düşünüyordum. Sanırım kendimden de o zaman nefret etmeye başladım.
Babam beni bir kez daha ziyaret ettikten sonra bir anda ortadan kayboldu. Benim yüzümden gittiğini düşündüm.
Ben ve iki kardeşim büyüdükçe, annem giderek hayatla mücadele etmekle zorlanır hale gelmişti. Ailede yaşanan tüm sorunların suçunu benim üzerime atıyordu.
Annemle ilişkim acınası haldeydi. Aramız gerginleştikçe, ben kendimi geri çektim. 16. doğumgünüm yaklaşırken tedirginliğim artıyordu. Annemin benden vazgeçeceği gün yakındı, biliyordum.
Korktuğum oldu ve doğum günümden kısa süre sonra annem beni sonsuza dek hayatından çıkardı. Evin kapısını yüzüme kapadığı an, hayatımın en zor anlarından biriydi. Yavaş çekim bir filmde gibiydim, saatlerce yürüdüm.
Daha sonra bana bir koruyucu aile buldular ama tek istediğim eve geri dönmekti.
Bir gün haftasonları çalıştığım yerden yürüyerek dönerken bir araba yanımda durdu. İçindeki bir grup erkek, göle nasıl gideceklerini sordu. Onlarla gelip yolu gösterip gösteremeyeceğimi sordular, "Seni hemen geri getireceğiz" dediler. Arabaya bindim ama beni geri getirmediler. Issız bir yere götürüp bana tecavüz ettiler.
Kimseye bunu anlatmadım çünkü benim suçum olduğunu, kötü bir kız olduğum için cezalandırıldığımı düşündüm. Olanları aklımdan çıkararak bununla baş etmeye çalıştım. O sırada insanların bana istediğini yapmasına alışmıştım. Kendi gözümde bir değerim yoktu. Doğru düzgün yemek yemiyordum. Kendimden o kadar nefret ediyordum ki, ölmek istiyordum.
Adamlar yeniden peşime takıldı ama arabalarına binmeyi reddettim, koşarak kaçtım. O kadar çaresizdim ki bir telefon kulübesi bulup annemi aradım. Ağlıyordum, yalvarıyordum, ne isterse yapacağımı söylüyordum. Ona "İstediğin gibi bir kız olmaya hazırım. Çok kötü şeyler oluyor" dedim. Olanları anlattığımda beni suçladı, değişmem gerektiğini söyledi.
Artık tek istediğim ölmekti. Bir noktada, intiharı önleme çağrı hattını her 20 dakikada bir arar olmuştum.
21 yaşındayken kaldığım evsizler yurdundan atıldım. Bana bağıran görevli kadın, sefaletin içinden çıkamayacağımı söylüyordu. Söyleyiş şeklinde öyle bir şey vardı ki, kendi kendime "Artık buna daha fazla izin veremem" diye düşündüm. Bir karar vermek zorundaydım. Ya intihar düşüncesinin beni tüketmesine izin verecektim, ya da kendimi yaşamaya adayacaktım.
Düştüğüm yerden kalkmak, yaptığım en zor şeydi. Bir anda "Süper kadın"a dönüşmedim tabii ki; emekleyerek içine düştüğüm yerden çıktım.
Üniversiteye yazıldım, ardından otobüsten daha ucuz oluyor diye kendime ikinci el bir bisiklet aldım. Şehirdeki bir bisiklet kulübüne katıldım. Aralarındaki tek kadın bendim. Önceleri hep arkalarda kalıyordum ama yavaş yavaş onlara yetişmeye başladım.
Bisiklete binmeyi çok seviyordum çünkü her şeyden kaçmanın muhteşem bir yoluydu. Hayatım giderek daha iyi bir hâl aldı. Bisikletten inmediğim için o dönem endorfin hormonum tavan yapmış olmalı. O dönem ilk kez bir yere ait olduğumu da hissettim. 2014'te Glasgow'da İngiltere Milletler Topluluğu'nun olimpiyatları için bisiklet yarışları pisti kuruldu. Pistte öylesine bisikletimle turlarken, hemen oracıkta bana takıma katılmam teklif edildi ve kabul ettim. Daha ilk yarışımda İskoçya'nın önceki olimpiyat madalyasının sahibini de geçerek altın madalyayı kazandım.
Tam o sırada İran'a gidebileceğim bir fırsat çıktı. Aslında benim için doğru zamandı ama bazı aile üyeleri oradaydı ve çekiniyordum.
Tahran'dayken İranlı takıma katılmam istendi. "Bu, İran'la ve babamla bir bağ kurmak için bir fırsat" diye düşünerek kabul ettim. Daha önce kadın hakları mücadelesinde yer almamıştım ama İran'da durum olağanüstüydü. Kadın bisikletçilerin gördüğü muameleye karşı ses çıkaranların arasına katıldım.
Kavurucu sıcakta örtünmek zorundaydık. Kadınların ellerinden "erkeklerle mesajlaşmamaları ve dikkatlerinin dağılmaması" için telefonları ellerinden alınıyordu.
Kadına yönelik ayrımcılığa karşı mücadelem hiçbir şeyi değiştirmedi. Ben de sonunda Tahran'ı terk ettim ve Türkiye'ye uçtum.
Türkiye'ye geldiğimde tesadüfen, aylardır bisiklet turu yapan bir adamla tanıştım. O an istediğimin bu olduğunu anladım. İskoçya'ya geri döndüm ve neyim varsa sattım. Fransa'nın Nice şehrine uçtuktan sonra, dünyayı bisikletimle gezmeye başladım.
Marmara Denizi boyunca devam ederken arkama bir köpek takıldı. Pedalıma basıp ilerlemeye çalıştım ama beni takip etti. Aslında durmayı düşünmüyordum, dünyayı bisikletle geziyordum, bir sokak köpeğiyle ne yapacaktım ki?
Ancak açık renkli tüyleri olan bu köpek bana yetişmeye çalıştı. Mesafe artarken dayanamadım ve frenleri sıktım.
Bana yetişti ve bir metre kadar mesafeden bana eşlik etmeye başladı. Arada bir elimi uzattım ama aynı mesafeyi korudu. Bir kamp alanı bulup durduğumda o da yanıma geldi.
Ertesi gün onu alıp köye geri bırakmayı düşünürken, dört köpeğin ona saldırdığını gördüm. Bir grup halinde olmaları, köpeğin olanlara tepki veriş şekli, beni 16 yaşıma geri götürdü. Ne kaçmaya çalışıyor, ne de onlara karşı koyuyordu.
Ben de aynıydım.
Aniden her şey bulanıklaştı. Bisikletimden indim, bağırmaya başladım. İçimde nereden geldiğini anlamadığım bir güç belirdi ve köpekleri kovmayı başardım. Birkaç adım geri attım ve gözyaşlarına boğuldum. Lucy için ama daha çok kendim için ağlıyordum.
Artık benim hayat amacım onu güvende tutmaktı çünkü güvende olmamanın ne demek olduğunu çok iyi biliyordum.
İsmini Lucy koydum.
Yolculuğumun bundan sonrası tamamen farklıydı. Lucy kendime değer vermemi, gücümü bulmamı sağlamıştı. Değişmiştim. Artık bir kurban değildim. "Eğer kendimi koruyamazsam bu köpeği nasıl koruyacağım" diye düşünüyordum.
Kendimi sevmenin bir yolunu bulmalıydım. Ben de Lucy'e baktığım gözle kendime bakmaya başladım. Onu korumaya, iyi beslenmesini sağlamaya çalıştıkça, otomatik olarak kendime de böyle davranır oldum.
Lucy sayesinde ilk kez koşulsuz sevmenin ne olduğunu gördüm. Dönüştürücü bir deneyimdi. Uyanmıştım ve şoktaydım.
Lucy'nin çadırımın önünde oturduğunu gördükçe, "Benim hayatım da tam olarak buydu" diye düşündüğümü hatırlıyorum. İşte o zaman kendi kendime şöyle demiştim: "Vay canına, şu başardığın şey inanılmaz."
İlk kez kendimle gurur duymuştum.
Lucy'e söz verdim. Dünyadaki tüm Lucy'lere ve arkadaşlarına yardım edecektim.
Bir sokak köpeği hayatımı değiştirdi. Sanki hiçbir insanın yapamadığını yaptı. Beni kurtardı.
Olivia Lang'in röportajından
Ishbel'in kitabı "Ben, bisikletim ve Lucy isimli sokak köpeği" hem İngiltere hem ABD'de basıldı. Ishbel ayrıca, worldbikegirl.com ve ishbelholmes.com internet sitelerinden deneyimlerini paylaşıyor.