Cumhuriyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş, Türkiye için "dev bir gemi" benzetmesi yaparak "Dümeni Devlet Bahçeli’ye, anahtarı Mehmet Ağar’a, mutfağı Hayrettin Karaman’a teslim edilemeyecek kadar nadide ve önemlidir. Türkiye, cüce kıyafetlerine sığdırılamayacak bir devdir" ifadesini kullandı.
Aydıntaşbaş, şunları söyledi:
"Türkiye’nin yapacağı en akıllıca hamle, Suriye Kürtlerini kendi safına çekmek, lightcihatçı gruplarla dans etmek yerine Kuzey Suriye’de bundan sonra oluşacak 'çok parçalı' (Kürt ve Arap) bölgesinin hamisi olmaktır. Bakın Osmanlı olsa, tereddütsüz bunu yapardı."
Aslı Aydıntaşbaş'ın "Stratejik zekânıza hayranım!" başlığıyla yayımlanan (11 Mayıs 2017) yazısı şöyle:
Türkiye’nin elindeki “Kürt kartını” dönüp de kendi kendine bir silah olarak doğrultmasından daha acıklı bir durum olamaz. Son 3 yılda yaşananlar, bundan ibaret... Çok değil daha 2 yıl önce bu coğrafyada “Kürtlerle birlikte büyümek” gerektiğinden söz eden, çözüm sürecini başlatan, kendi coğrafyasında bir Türk-Kürt ittifakıyla Ortadoğu’da dev bir “kale” ve güç odağı yaratma yolundayken, iktidar, bir anda fikir değiştirip bambaşka bir yola girdi. İçeride kan ve gözyaşı. Şehirlerde panzerler dolaşıyor. Az buçuk belini düzelten demokrasimiz tamamen nakavt oldu. Dünyada ibretle anılan bir ülkeyiz... Ve bunlar da yetmezmiş gibi Ankara kendi eliyle Suriye Kürtlerini ABD ve Rusya’nın kollarına itti. Hep “MGK aklı” diye bize sunulan ama aslında dar ufuklu ve ömrünün tümünü devlet lojmanlarında geçirmiş orta yaş üstü erkeklerin aldığı bazı kararların, günümüz dünyasını algılamaktan ne kadar uzak olduğunu yazıp duruyorum. Yüzüncü kere ifade edeyim: Bu hesabı kim yaptıysa, yanlış yaptı. Bakın Osmanlı olsa, böyle davranmazdı. Ama maalesef Osmanlı dizisi seyretmekle, Osmanlı olunmuyor. Etno-milliyetçi bir ittifakla yola çıkıp çokuluslu bir coğrafyada imparatorluk kurmanız mümkün değil. Hataları tane tane sıralıyorum: Kürtleri karşına alıp kendi ülkeni istikrarsızlaştırmak. Cerablus denilen tozlu bir kasabaya hâkim olmak uğruna Strasbourg’dan, Brüksel’den vazgeçmek. Ülkenin en parlak beyinlerini düşman ilan edip en düşük ortak paydada memleketi sündürmek. Tüm ipleri Rusya’ya kaptırmak. Suudilerden medet ummak. ABD’yi zorla Kürtlerin hamisi yapmak. Yapılan hataların haddi hesabı yok. Diyoruz, diyoruz da bıyığımız, sakalımız olmadığı için dinleyen de yok. Dönelim asıl meselemize... ABD Başkanı Donald Trump’ın YPG’nin de içinde bulunduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne silah verecek olması, kimse için sürpriz olmadı. Ankara da biliyordu. Washington, bu kararı referandumdan sonra almayı daha uygun gördüğü için bu zamana kadar beklemişti. Muhtemelen önümüzdeki haftaki Erdoğan-Trump görüşmesinde büyük jestler yapılacak, ABD Başkanı Cumhurbaşkanı’na “Bakın o silahları Rakka operasyonundan sonra hemen geri alacağız” diye söz verecek, Amerikalılar, Kürtlere Suriye’de herhangi bir statü sözü vermediklerinin altını çizecek. Trump’ın ağzından Cumhurbaşkanı’nı öven tatlı sözler duyacağız. Ama atı alan Üsküdar’ı geçmiş gibi gözüküyor. Türkiye’nin yapacağı en akıllıca hamle, Suriye Kürtlerini kendi safına çekmek, lightcihatçı gruplarla dans etmek yerine Kuzey Suriye’de bundan sonra oluşacak “çok parçalı” (Kürt ve Arap) bölgesinin hamisi olmaktır. Bakın Osmanlı olsa, tereddütsüz bunu yapardı. Bir adım daha ileri gideyim. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande yerine PYD lideri Salih Müslim’i siz çağırın, ağırlayın, IŞİD’den temizlendikten sonra bir Arap şehri olan Rakka’nın yönetimini siz devralın... Ankara, içeride ve dışarıda bu “sürdürülemez” sarmaldan artık çıkmak zorunda. Türkiye gibi dev bir gemi, dümeni Devlet Bahçeli’ye, anahtarı Mehmet Ağar’a, mutfağı Hayrettin Karaman’a teslim edilemeyecek kadar nadide ve önemlidir. Türkiye, cüce kıyafetlerine sığdırılamayacak bir devdir. Bilmem anlatabildim mi?