Türkiye ekonomisi nereye?

Türkiye ekonomisi nereye?

Genç yaşına karşın, kariyerinde Amerikan merkez bankası FED’de dört yıllık görev, Avrupa Merkez Bankası için iki yıllık danışmanlık, TCMB’ye danışmanlık ve eski FED Başkanı Ben Bernanke ile ses getiren makalelerin yazarlığını sığdırdı. 36 yaşın altındaki iktisatçılara verilen Lamfalussy Fellowship, TCMB Genç İktisatçı Ödülü ve TÜBİTAK Teşvik Ödülü sahibi Refet Gürkaynak, Türkiye'nin en saygın iktisatçılarından biri.

Bugün Türkiye’yi bekleyenin alışkın olduğu devlet borcu krizi olmadığını, devlet harici borçluluğun bedellerini ödeyeceğimizi söyleyen Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Refet Gürkaynak ile nerede yanlış yaptığımızı konuştuk.

DW: AKP döneminde Türkiye ekonomisi nereden nereye geldi? Büyüyen, istikrarlı ekonomi söylemlerinin arkasındaki alametifarika ya da illüzyon neydi?

Prof. Dr. Refet Gürkaynak: AKP döneminde Türkiye ekonomisine iki ayrı dönemde bakmak gerek. “AKP iktisadi dönemi” diye monolitik bir dönem yok. 2006’ya kadar IMF programının güçlü olarak iktisat politikasının yönünü gösterdiği bir dönem yaşandı. 2006’da efektif olarak programın sopası ekonominin üzerinden kalkıyor. Türkiye’nin hızlı büyüme dönemi de 2002-2006 arasında. AKP’nin önemli bir iktisat politikası başarısı olarak miras aldıkları ekonomi programını reddetmeyişini, tüm iktisadi meyvesini şimdi toplayacağız deme basiretini göstermesi olduğunu düşünüyorum.

DW: Bu program doğru bir program mıydı?

Gürkaynak: Evet. Çünkü şunu görmüş bir programdı: Türkiye’de mütemadiyen enflasyon üzerinde, enflasyonu kontrol edici bir program yapılmaya çalışılıyordu. Bu program ise bütçe açığını kontrol etmeden başka hiçbir şey yapılamayacağını görmüş bir programdı.

DW: 2006’dan sonra ne değişti?

Gürkaynak: Türkiye gibi ülkelerde, geçmiş performanslarımız ne yapacağımız hakkında yeterince bilgi veremeyebilir dediğimiz ülkelerde, kuvvetli bir iktisat politikası çerçevesine ihtiyaç var ki beklenti oluşturabilelim. IMF programı sonrası Babacan’ın öne sürdüğü mali kural bunun için oluşturulmuştu. Hayata geçmeyişi kötü oldu.

2006, özellikle de 2009 sonrasında Türkiye ekonomisinde bir şeylerin ters gittiğinin çok açık göstergesi cari açığın akıl almaz boyutlara varması oldu. Cari açık ülkenin toplam borçlanmasının ölçüsü… Ama borcun nerede olduğunu bilmemiz gerek. Cari açık rakamlarımız diyor ki, bu ülke 2010-2013 arasında akıl almaz şekilde borçlandı. Kim aldı o kadar borcu? Bilmiyoruz. 1990’larda, cari açık devletin borçlanması ile sürükleniyordu. Şimdi öyle değil. Bir yandan devlet, ben eskisi gibi borçlanmıyorum, bütçe açığı azaldı diyor, bir yandan ülkenin toplam borçlanması tavana vuruyor. Kim aldı bu borcu? Düzgün çetelesi tutulmuyor.

DW: Bu bir şeffaflık sorunu mu?

Gürkaynak: Ana fikir şu: cari açık rakamı ateşin çıkması gibi bir gösterge. Türkiye’de 2010, 2011’de, 2012’de bile ekonomi çok iyi gidiyor, ama bir yandan da cari açık tavanı deldi deniyordu. Bu şuna benziyor: her türlü sağlık durumunuz şahane, ama ateşiniz de 42 derece. Ateşiniz zaten sorun olduğunu bana söylüyor ama sadece buna bakarak nerede sorun olduğunu bilmiyorum. Her kesimin borçlanmasının, dolayısıyla kaldıracın artmasının bir toplam ölçüsü.

DW: Son dönemde ekonomik büyüme ile gelişmenin farkını ortaya koyan ve kritik önemi kurumlara veren ciddi bir literatür oluştu. Bugün yaşanan türbülans, Türkiye’nin demokratikleşme adımlarının eksik ve geri kalmasının sonucu mu?

Gürkaynak: Türkiye oldum olası otoriter bir ülkeydi. AKP’nin de otoriterlikle bir derdi olmadığı erkenden ortadaydı. Genel olarak insanların da yok zaten. Sadece otoritenin sahibi olmak istiyorlar. Bu birçok bakımdan müreffeh bir ülke olmaya engel. “Param var, harcamamama izin verilmiyor” denildiğinde de pek eğlencesi yok. İktisadi tarafta kurumsal yapılar, kapitalizm dediğimiz sistem birtakım haklar üzerinden işliyor. Birtakım koşullarda piyasa ekonomilerinden adil olmasa bile etkin olan bazı sonuçların çıkmasını bekleyebilmemiz gerekiyor. Bunun için o piyasa ekonomisinin gerçekten bir piyasa ekonomisi olarak işleyebilmesi gerekiyor. Hukuk sisteminin önemi burada ortaya çıkıyor. Yıllardır yabancı yatırımcıların Türkiye’ye neden daha çok gelmedikleri sorusuna verdikleri ilk yanıt, “Eğer yatırımlarımızda bir sorun çıkarsa, Türk adalet sistemi içinde ne kadar sürede ve nasıl çözüleceğini bilmiyoruz” oldu.

DW: 1990'lar Türkiye'sine geri dönüldü söylemlerinin haklı yanları var mı?

Gürkaynak: Elbette. 1990'lar Türkiye'si iktisadi olarak da, siyasi olarak da, yasal olarak da sevimsiz bir yerdi. 2002’den 2006’ya kadar bunların hepsi bakımından başka türlü bir ülke olmaya çalışıldı ve önemli bir ölçüde de başarıldı. Demek ki istediğimizde yapabiliyormuşuz. Bu niyeti ortaya çıkaran şey de 2001 krizi olmuştu.

Bugün ise bu ülkede televizyona baktığımda gördüğüm şey, 90’larda gördüğüm manzaraya benziyor.

DW: “Siyasi maliyet hukuki değil, iktisadi sonuçlardan gelecek” açıklamasında bulunmuştunuz. Ekonominin geleceğini “bal tutan parmağını yalar” anlayışı mı şekillendirecek?

Gürkaynak: Sonuçları görmeye başladık bile. Bu yıl büyümeden feragat edeceğimiz kesin. Yüzde 3-4’lük büyümeler söz konusu değil. Döviz açık pozisyonunun yarattığı döviz kuru riski, hane halklarının da başımıza bir iş gelir, diyerek dövize yönelmesine neden oluyor. Koordine edici olay bir şekilde ortaya çıkacaktı. “17 Aralık’ta tutuklamalar olduğu için” döviz fırlamadı, zaten fırlayacaktı, bu olaylar tetikleyici oldu. 2001 krizi “Ahmet Necdet Sezer Anayasa’yı fırlattığı için” çıkmadı. Basiretsiz iktisat politikası ile biriktirdiğimiz riskler bir noktada nasılsa bizi incitecekti. Vesilesi 17 Aralık. İnsanların otoriterliği, yolsuzluğu kendi başına dert etmediği bir ülkede bunların siyasi maliyeti olması için önce ülke için iktisadi maliyeti olması gerekiyor. İnsanlar iş ceplerine dokunduğu zaman en azından sandıkta tepki veriyorlar.

DW: Hükümet eliyle yaratılan gayrimenkul talebi, krizin tetikleyicisi olacak mı? Türkiye’de doğal akışında bu kadar büyük bir gayrimenkul talebi var mı, ne kadar devam edecek?

Gürkaynak: Bir yandan talebi körükleyerek büyüme yaratma, şehirlere damga vurma, bir yandan da açık bir rant yaratma ve dağıtma arzusu var. Bunların hepsi inşaat eliyle yapılıyor. Türkiye’deki kurumsal yapı insanı ya da şehri koruyan bir yapı değil. Onun için her yere bina dikilebiliyor ama bunlar nihayetinde borçla inşa edilen yapılar ve üretken değiller. O borçlar kolay ödenmeyecek. Türkiye’nin krizi artık devletin borçlarını ödeyemez hale gelmesi olmayacak. Önemli olan, memleketin halinin hepimizi etkilediğini içselleştirmek.

DW: Geçmişteki hatalardan ders alınmadı diye bilir miyiz? Bardağın ne kadarını dolu ne kadarını boş görüyorsunuz?

Gürkaynak: Borç almayı öğrenmek de ayrı bir meziyet. Türkiye bunu 1989’ların sonuna kadar öğrenmedi. 1990'larda Türkiye’de bizim anladığımız anlamda bankacılık yapan hiçbir banka yoktu. Bugün yurtdışından gelen bankacılık deneyimlerinin, bilgi birikiminin büyük faydası görülebilir. Doğru yapılıp yapılmadığını şimdi göreceğiz. Çünkü şimdi gerçekten bir borçluluk var. Devlet harici borçluluğun ne olduğunu öğreneceğiz ve eğlenceli olmayacak. Bu ülkede erken cumhuriyet döneminde de, çok daha yakın zamanlarda da etkileyici iktisadi işler yapılabildi. Yine yapmamak için bir neden yok ama iktidar eliyle rant peşinde koşmak mümkünken sıra buna gelmiyor. Geçmiş başarısızlığımız da bizim eserimiz, başarılarımız da. Başarılardan neler yapabileceğimizi biliyoruz, başarısızlıklardan neden yapmadığımızı da.