Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası Şefi Cem Mansur, Türkiye’de kültürü evrensel bir ihtiyaç olarak talep eden bir kesimin oluşmadığını söyledi. Mansur "Türkiye’de bu projeleri destekleyen, sponsorların dışında, bu kültürü evrensel bir ihtiyaç olarak talep eden bir burjuvazi oluşmadı" diyerek, "Bu ölümü olabilir diye korkuyorum klasik müziğin Türkiye’de, insanlar uyanmazsa" ifadesini kullandı.
Sabancı Vakfı’nın kurulmasına öncülük ettiği ve ana destekçisi olduğu Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası (TUGFO), şef Cem Mansur yönetiminde yeni sezonun açılışını 4 Eylül’de Zorlu PSM’de yapacak. Cumhuriyet'ten Orhun Atmış, Cem Mansur’la bir araya gelerek TUGFO’yu ve Türkiye’de klasik müziğin sorunlarını konuştu. - Öncelikle Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası’nın kuruluşundan bahsedelim. Orkestrayı 2007’de kurduk. Olmadığı için olmasını gerektiğini düşündüğüm bir proje aslında. Evrensel anlamda klasik müzik yaşamı olan ülkelerin böyle bir “ulusal gençlik orkestrası” kavramında bir şeyleri oluyor genelde. Olmayan çok az. Biz de onlardan biriydik. Bu amaçla yola çıktım. 12’nci yılı oldu. Bir şekilde devam ediyor... - 1981’den bu yana orkestra yönetiyorsunuz ama 2007’den bu yana gençlerle çalışıyorsunuz sanırım. Aslında 2005’te Avrupa Birliği projesi olarak bir “uluslararası çocuk orkestrası” projesiyle başlamıştık. Fakat benim hayalim hep biraz daha büyük yaştaki, üniversite öğrencileri davet edebileceğimiz bir orkestra oluşturmaktı. Aslında Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası o proje; farklı bir isimle başladı fakat aynı proje, bugüne kadar devam eden... Avrupa’nın birçok önemli konser salonlarında, festivallerinde konser verdik biz bu kadar yol boyunca. Önemli radyolarda, televizyonlarda konserleri yayımlandı. Bu yıl da devam ediyor. Yani şimdi biraz Türkiye’nin bilinmeyen yönünü dünyaya göstermekle birlikte, bence Türkiye’de çok fazla ihtiyaç olan, genç müzisyenlerin dünya standartlarında kendilerini ölçmelerini, en iyileriyle, hatta en iyi gençlik orkestralarıyla değil, bazı festivallerde olduğu gibi en iyi profesyonel orkestralarla aynı afişi paylaşabileceklerini göstermek ve doğrudan kamuoyuna Türkiye’nin bu yönüyle de uygar dünyaya ait olabilme potansiyelini anlatabilen bir proje oldu.
- Peki, başlangıçtaki hedeflere ulaşılabildi mi? Hedef aslında her yıl yeniden belirleniyor. Böyle bir projeyi Türkiye’de yaşatmak çok kolay değil. - Neden? Çünkü maddi olarak destek bulmak gerekiyor. Ana destekçimiz var, yardımcı sponsorlarımız var. Fakat paramızın durumu da belli. Bu yıl özellikle bu kur olayından çok zorlandık. Ama yalnız o değil yani zor olmasının nedeni. Türkiye’de bu projeleri destekleyen, sponsorların dışında, bu kültürü evrensel bir ihtiyaç olarak talep eden bir burjuvazi oluşmadı. Klasik müzik de senin benim gibi giyinen, aynı okullara giden, belli hayat tercihleri olan insanların ayrıcalığı olarak kaldı. Bu ölümü olabilir diye korkuyorum klasik müziğin Türkiye’de, insanlar uyanmazsa. Uyanıyorlar yavaş yavaş ama çok yavaş uyanıyorlar. Birçok alanda olduğu gibi. Devletten beklendi bu. Belli bir ideolojinin aslında empoze ettiği bir şey klasik müzik Türkiye’ye. İyi ki de etmiş diyorum. Çünkü evrensel değerleri yayan, onlara aidiyetimizi gösterebilen bir şey bu çok sesli müzik. Uygarlığın temel değerlerinin oluştuğurduğu bir müzik bu. Gökten zembille inmedi Bach, Mozart gibi adamlar. Belli bir ortam o dehaların yeşermesine imkân tanıdı. Fakat onun dışında böyle bir Kıyafet Devrimi falan gibi yaşatıldı bize bu ve yayılması da o bakımdan kısıtlı kaldı. Eğitim sisteminin içine iyi entegre olamadı. Cumhuriyetin ilk yıllarında sanatkurumları eğitim bakanlığıyla eşgüdümlü çalışıyordu, hatta içindeydi sanırım. Eğitimle kültür bağlantısı, kimlik, biz kimiz yani; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak böyle bir şeye ilgimiz var mı yoksa birkaçımız bunu mış gibi yapıp ithal bir eşarp almışız da takıyormuşuz gibi mi? Halbuki bu müzik, uygar dünyanın müziği olduğu için bugün temelde o kültüre yabancı olan ülkelerde geçerliliğini koruyor hâlâ. Bugün niye 200 yıl önce yaşamış bir Viyanalı bestecinin hayatı bir Japon insanının hayatında bu kadar önemli? Bunun üzerine düşünmek lazım. Bizde biraz böyle gelmiş, böyle gitmiş. Ve tamamen devlete bırakılmış. Sanat hayatı sadece devlete bırakılamayacak kadar ciddi bir şey. Bir kere o sorumluluğu paylaşma kültürünü yaratmaya çalışıyorsunuz. Devlet, “Bunu yapmıyorum” dediğinde, “Tamam o zaman Bangladeş ve Pakistan’la aynı algıda mı olsun Türkiye?” dediğinizde, “Peki, eyvallah, öyle olsun” diyen, ama öyle yaşamayan insanlar var. O açığı kapatmak, uygarlık ölçüsü benim açımdan. İnsanların kültürel ihtiyaçlarıyla maddi durumlarının bir alakası olması... Ben çok az insanda bunu görüyorum. O az insanlar da zaten projeyi destekliyor.
- Bu zor durumdan çıkış yolu nedir? Bu vurguladığınız insanlar birden bire ortaya çıkmayacak sonuçta. Bunlar yavaş yavaş ortaya çıkacak ve çıkıyor da. Ama yeterince hızlı çıkmıyor. Bunu destekleyenler var hâlâ, eksik olmasınlar. Ama Türk Lirası’nın bu durumuyla biz sürekli gol yiyen durumdayız. Sadece biz değil, Türkiye’de bu tür şeyleri yaşatmak açısından yapılan tüm projeler. Öyle bir sınıfın ortaya çıkması bir günden diğerine olmayacak. Eğitimde kültürün bir ihtiyaç olarak, uygarlılık gerekliliği olarak yer bulmasıyla olacak bir şey. Bir kuşakta olabilecek bir şey bile değil belki. O yüzden biz mesela kişilere başvurduk. Bu konuda çok duyarlı kişi ve kurumlarla karşılaşıyoruz. Ama Türkiye geneline baktığımız zaman yarın öbür gün devlet, “Bunu yapmıyorum” dediği zaman, çünkü zaten devlet hiçbir devlet orkestrasına kadrolu müzisyen almayacağını açıkça ifade etti. O kadrolu sistem çok mu başarılıydı? Değil. Ama elimizde tamir edilebilecek bir sistem var. Reforma edilecekti. Bir kalite kontrolü sağlanacaktı. Çalışanla çalışmayanın bir olmadığı bir ortam sağlayacaktı. Ama Türkiye’de şu anda Adana’da, Samsun’da bir opera olması bir şey ifade ediyor. Hem Türkiye için hem Türkiye’nin uygar dünyaya aidiyeti açısından. - İnsanlar da o operalara gidiyor aslında. Ama işte elimizde tamir edilmesi gereken bir sistem varken, olmayan bir sisteme doğru gitmek beni endişelendiriyor. Bu kadar pırıl pırıl genç, Türkiye’de devlet konservatuvarlarında eğitiliyor, neden? Stuttgart Operası’nda fagot çalmak için mi? Ben burada yalnız burjuvaziyi sorumlu görmüyorum. Klasik müzik çevresinin kendisi, meslektaşlarımın çoğu başta olmak üzere müziği de “siz, biz ve onlar” olarak görüyor. Müzikte de bir çatışma alanı var. Normalde müzik bir diyalog alanı olması gerekirken hem klasik müzik camiası tarafından, hem de devlet tarafından “Haydi, bir kavga alanı daha” olarak görüldüğü için bir yol alamıyoruz bazen.
- İlerleyen yıllar için beklentileriniz neler? Her şeyden önce, evrensel müziğin Türkiye’de devamının toplumsal sağlığımız açısından önemli olduğunu anlatmaya devam etmeye çalışacağım. Benim yapabileceğim o. Onun dışında şu anda ümitli miyim? Hayır, değilim. İyimser olmamı gerektirecek çok fazla bir hareket görmüyorum. En önemli şey kültür konusunda kavga etmemeyi öğrenmeliyiz. Siyasetçiler de kültürü her zaman barış alanı olarak kullanmıştır, uygarlık tarihinde. Kimse kimsenin bestecisiyle ötekisinin kafasına vurmamıştır. Dünyanın ortak zenginliği... Bu nasıl teknolojinin, dünyadaki bilginin tümü hepimize aitse, kültür de hepimize ait. Beethoven artık sadece Almanların değil. - Ama “kültürel iktidar” kavgası veriliyor ülkede. Örneğin klasik müzik batının müziği, “Bize ait değil” deniliyor. İnsan bilmediği bir şeyi talep edemez ki. Bence eğitim sisteminin ve klasik müzik camiasının kendini anlatamamasıyla ilgili bir şey. Bu tabii, tek başına düşmanca bir tavır olduğu zaman bunu açıklamıyor. Ama herkesin kendi alanında kendini anlatabilmiş olması gerekirdi bu zamana kadar. O noktadan çıkıp bu tartışmayı yapabiliriz. İnsanlara anlatılmamış, sunulmamış, onlara ait olabileceği ifade edilmemiş, paylaşma gayreti çok az gösterilmiş.
- Orkestranın yapısından bahsedelim. Başvuru talebi nasıl? Siz aradan ne kadar kişi eliyorsunuz örneğin? Biz 300 küsur kişi dinledik bu sene. 81 kişi seçtik. Başvuru düzeyi fena değil. Ama 80 milyonluk bir ülkede karşılaştırınca tabii ki düşük. 80 milyonluk Almanya’da siz bir ulusal gençlik orkestrası kurduğunuz zaman onu 300 kişiden değil, 300 bin kişiden seçiyorsunuz bazen. Ben devlet konservatuvarına gidip kendisini dinletmek isteyen herkesi dinliyorum. - Gençlerden umutlu musunuz? İlerleyen yıllarda bu sayının artacağını düşünüyor musunuz? Türkiye’de opera ve orkestralardaki istihdam sorunundan dolayı, her yıl düşmesini bekliyoruz. Şu anda az düşüyor, bazı yıllar düşmüyor... Velilerin de haklı olarak, bu çocuk bir beyin cerrahı olabilecek kadar uzun okuyunca, “Nerede çalışacak, ne kadar kazanacak” diye endişeleri var. O da anlaşılabilir bir şey. - Nasıl bir sezon bekliyor TUGFO’yu? 6 Eylül’de turneye çıkıyoruz. Çok önemli salonlar var. Dolu dolu bir sezon bekliyor bizi. Viyana konserimizi Avusturya Devlet Radyosu yayımlıyor. Bu da çok önemli. Çünkü konserde ulaşabildiğinizin binlerce misli insana ulaşabiliyorsunuz. Mesela geçen yaz, Berlin konserimizi ARD televizyonunun canlı yayımlaması gibi, bu ancak orkestranın kalitesine güvendikleri için insanların altına imza attıkları bir şey. Bunun fiyatı yok. Sponsorlarımıza bunu da anlatmaya çalışıyoruz. Paha biçilemez bir şey. Parayla yaptıramazsınız. Bu ancak o festivale bu orkestra birkaç defa gittiği için ve kalitesini bildiklerini için, “3 konser seçiyoruz festivalden, bunu seçelim, çünkü bu iyi olacak, biliyoruz” dedikleri için olur. Bunu Türkiye’den gencecik müzisyenlerin yapabiliyor olması aslında umut verici. Başka şeyleri de işaret ediyor. Potansiyel açısından. Gençlere inanılırsa neler başarılabileceği, dünyaya anlatılabileceği hakkında. Bence en ucuz, en etkili ve en doğrudan prestij aracı bence Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası şu anda.
Zorlu PSM’de 4 Eylül’de müzikseverlerle buluşacak orkestra, konserin ilk yarısını aynı zamanda Cem Mansur’un da hocası olan dünyaca ünlü ABD’li orkestra şefi, besteci, yazar ve piyanist Leonard Bernstein’a ayıracak. TUGFO, Bernstein’ı doğumunun 100. yılında “Divertimento” ve “Serenade” adlı eserleri ile anacak. Repertuarda ayrıca Prokofiev’in “5’inci Senfoni” eseri de yer alacak. TUGFO’nun İstanbul konserinin solistliğini Rus kemancı Alena Baeva üstlenecek. Dünyanın en iyi orkestraları ve aralarında Valery Gergiev, Paavo Järvi ve Vladimir Jurowski’nin de bulunduğu orkestra şefleri ile birlikte çalışan sanatçı, ‘Serenade’ adlı eserde genç sanatçılarla birlikte sahnede olacak. Faaliyetlerini Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı çatısı altında sürdüren ve genç müzisyenlere seslerini dünyaya duyurma fırsatı sunan TUGFO, 12. yılında da önemli bir konser maratonuna çıkacak. Orkestra İstanbul’da gerçekleşecek konserin ardından Çekya, Slovakya, Avusturya, Macaristan ve Polonya programları ile birlikte toplam 10 konser verecek. Konser bileti ve detaylı bilgilere www.genclikfilarmoni.orgadresinden ulaşılabiliyor.
Sabancı Vakfı ve TUGFO:
* Sabancı Vakfı’nın kuruluşunun gerçekleşmesini sağlayarak 10 yıldır ana destekçisi olduğu Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası (TUGFO), gençleri sanata teşvik etmeyi hedefliyor. * Her yıl 3 hafta boyunca Sabancı Üniversitesi’nin ev sahipliğinde kampa giren farklı kültürlerden gençler, bu süreçte hem profesyonelliğe adım atıyor hem de birlikte yaşama kültürlerini geliştiriyor. * Sabancı Vakfı, TUGFO sayesinde her yıl birbirinden yetenekli 100’e yakın genç müzisyenin kendini keşfetmesine, sorumlu birey olma konusunda bilinçlenmesine ve yeteneklerini geliştirmesine katkı sağlıyor. * Vakıf, Türkiye’nin uluslararası arenada tanıtımında da etkin bir rol oynayan bu projeye verdiği destekle, genç müzisyenlere seslerini dünyaya duyurma ve birbirinden önemli isimleriyle sahneye çıkma imkânı sunarken, onları gelecek nesillere örnek olacak bir değer olarak ülkelerine kazandırmayı amaçlıyor.