Bush ve Neoconların politikaları birkaç yıl önce “ya bizdensiniz ya da onlardan” anlayışı ile dünyada ikiye bölünmüşlüğü, Müslüman - Hıristiyan ayrımını derinleştirmişti. Amerika’nın emperyal çıkarları gereğince bu politika “önleyici vuruş” adı altında işgal ve savaş uygulamaları ile hayata geçirildi. Bu politikanın bir kısmı hâlâ geçerliliğini koruyor.
Alt yapısı Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” ve Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezleri üzerine kurulan bu politika iflas etti, ama arkasında da inanılmaz bir yıkım bıraktı. Vicdan ve zihinlerde bu enkazın izleri hâlâ mevcut. Bu yüzden enkazı kaldırıp yeni bir dönem inşa etme misyonu yeni başkan Barrack Obama’ya düştü. Ama işi hiç de kolay değil. Obama ile başlayan yeni Amerikan anlayışı “Medeniyetler İttifakı” gibi yapay platform ve toplantılarla değil uygulama aşamasında kendini hissettirecek. Çünkü Medeniyetler İttifakı denilen anlayışı kabul etmek kendimizi dışarlıklı olarak görmemizi isteyen Huntington’ın Medeniyetler Çatışması anlayışını da kabul etmek anlamına geliyor. Dünyanın geldiği noktada, insanları bu tür ittifaklarla ikna etmek de kolay değil. Çünkü dünya sistemini ekonomik, siyasi çıkarlar, biraz daha derinleştirirsek kapitalizmin yol haritası üzerinden değil de dinler, kültürler aracılığı ile tanımlamaya çalışan bu görüşün nelere mal olduğu ortada. Çözüm, insanların zihninde ve kalbindeki düşmanlıkları silecek politikalardan geçiyor. Laikliğe tornistan İyi niyetli bir yaklaşımla, Amerikan Başkanı Obama’nın sözlerinin, düşmanlıkları, ön yargıları, “biz ve onlar” üzerine kurulan Bush paradigmasını silmenin ilk adımını oluşturduğu söylenebilir. Obama’nın mesajlarının adresi ise belli: Türkiye, Ortadoğu ve İslam dünyası. Türkiye’de, Ortadoğu’da bugünden yarına Amerika’ya yönelik olumsuz bakış açısı değişmeyecek olsa da Başkan Obama’nın İstanbul’da söyledikleri yeni bir döneme işaret ediyor. En azından insanda böyle bir umudu yeşertiyor. Tabii ki bu işaret önümüzdeki dönemde Türkiye-Amerika ilişkilerini, dünyada Türkiye’nin algılanış biçimini (ılımlı İslam- laik demokratik bir ülke), Ortadoğu’nun Türkiye’ye nasıl baktığını ortaya koyacak. Bu konuda öncelikle Türkiye’nin kafasını netleştirmesi gerekiyor. Yani Türkiye ılımlı bir İslam ülkesi mi, İslam’la laikliğin birlikte var olduğu bir ülke mi, yoksa laik-demokratik yapıya mı sahip? Hepsi mi, yoksa sadece birisi mi? Tüm bu tanımlamalar ya da empoze edilen bakış açıları aslında kendimizden çok ABD, Batılı ülkeler ve İslam ülkelerinin biraz da Türkiye’ye biçmeye çalıştığı rolle ilgili. Ve sanki Amerika politik olarak kendini nasıl planlıyorsa bizleri de öyle bir dünyaya hazırlıyor gibi. 2004 yılında Amerikan Dışişleri Bakanı Collin Powell’ın bilinçli ya da bilinçsiz olarak Türkiye için kullandığı “ılımlı İslam ülkesi” tanımının, Obama’nın sözlerinden yola çıkarsak, değişmesi gerekiyor. Peki ya dünya ve insanların algısı kısa sürede nasıl değişecek? Ya da Türkiye’nin değişen siyasi ve sosyolojik yapısı bu tanıma uygun mu? Örneğin 20 yıl önce yıl önce herhangi bir platform ya da ekranda başörtüsü Türkiye’nin yapısını nasıl yansıtmıyorsa şimdilerde de başörtüsünün yer almadığı bir görüntü Türkiye’yi tam temsil etmiyor. Bu yüzden Obama’nın Tophane-i Amirane’de buluştuğu öğrencilerin arasında tek bir başörtülü konuğun olmaması Türkiye’nin gerçek yüzünü göstermemektedir. O görüntü Türkiye’ye bu kez biçilen “çağdaş, laik” ülke resmine uygun, ama Türkiye’nin bugünkü gerçeğini yansıtmamakta. Hafıza-i Beşer Obama’nın idealist ve iyimser yaklaşımı ile ABD’nin emperyal çıkarlarının nasıl örtüşeceği bilinmiyor. Çünkü ABD’nin kendi politikası çerçevesindeki emperyal arayışı son çeyrek yüzyılda dünya için hiç de hayırlı olmadı… Hafızamızı tazelersek: 1980’de Afganistan işgalinde Sovyetler Birliği’ne karşı Afgan mücahitleri desteklenmiş, komünizme karşı yeşil kuşak teorisi oluşturulmuştu. Türkiye de bunun içine sokuldu. Bu amaçla Pakistan’ın daha fazla İslam’a yönelmesine göz yumuldu. Sovyetler yıkılınca ABD herkese sırtını döndü, çünkü işleri tamamlanmıştı. Ama öyle olmadı. Amerika’nın “beslediği” Taliban ve El Kaide gibi unsurlar bu kez ABD’yi vurdu. Eski özgürlük savaşçıları bu kez “terörist” oldu. Komünizmin yerini düşman olarak “İslam” aldı. Bu kez ılımlı İslam - radikal İslam ayrımı yaratıldı. Türkiye, dünya konjonktürü ve içerideki iktidar değişikliği ile ılımlı İslam’a örnek olarak gösterildi. Dünya konjonktüründe şu an için herhangi bir değişiklik yok. Türkiye’yi “Müslüman ülke” olarak tanımlayanlar şimdi laik mi diyecekler? Ortadoğu’nun yıldızı Ortadoğu’ya klişe deyimiyle “temkinli bir iyimserlik” hâkim. Bölge ülkeleri Obama’nın sözlerinden memnun, ama yine de bekleyip görme taraflısı. Birçok kişi geçmişte yaşananların zihinlerdeki güvensizliği silmeyi zorlaştırdığını söylüyor. Yani, derin yaralar söz konusu, ama Obama’nın iyimser bir hava yarattığı yadsınmıyor. Amerikan politikalarının yakından takip edildiği ülkelerin başında İran geliyor. İran “Obama’nın sözleri değil eylemleri önemli” derken kapıları kapatmıyor, hatta belli konularda yakınlaşma olduğu biliniyor. İran’da Türkiye’nin son dönemde algılanış biçimi “İslam ülkesi olarak bölgede önemli rol oynayabileceği” yönünde. Obama’nın Türkiye’nin rolüne laik bir ülke olarak değinmesi kafaları karıştırmış. Ama tabii ki en can yakıcı konu: Filistin-İsrail. Obama yönetimi bu dönem kendilerine hedef olarak bu sorunun çözümünü koymasa da konu “sorunların anası” olmaya devam ediyor. Filistin’de Türkiye ile ilgili gelişmeler Davos ’tan bu yana yakından takip ediliyor. Türkiye’nin yıldızı Filistin’de çok parlak. Hamas’la olan ilişkisi, Suriye-İsrail arasındaki çabası biliniyor. Ama şöyle düşününler de var: Türkiye ABD ile arasında mesafe koyarak İslam dünyasına yönelmişti. Şimdi bu tersine mi dönüyor ? Soru önemli, çünkü Türkiye son dönemde İslam ülkesi olarak algılanıyor. Zaten Türkiye Arap başkentlerindeki popülaritesini de buna borçlu. İsrail’in işine geliyor İsrail’de ise işler biraz karışık. Hâlâ kendi işleriyle uğraşıyorlar. Her ne kadar Obama iki devletli çözümde ısrarlı görünse de İsrail deki yeni hükümet bunu gündemden çıkarmak istiyor. Bu süreçte ABD ile İsrail arasında biraz soğukluk olabilir. Demokratların da biraz mesafeli olduğu bilinir. Ama İsrail’den vazgeçemezler. Ama şu var: Bilindiği gibi ilk ziyaretler genelde İsrail’e yapılır ve Ortadoğu’ya yönelik mesajlar oradan verilirdi. Obama bu kez, genel mesajlar vermekle birlikte İsrail’e gitmedi. Burada insanların kafasında “acaba ne oluyor” sorusu oluşturdu. ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler düzelirken bu durumun İsrail’in işine geldiği söylenebilir. Son kertede İsrail’in Türkiye’ye ihtiyacı var. Evet, Ortadoğu’da beklentiler yüksek, ama geçmişin silinmesi de bir o kadar zor görünüyor. Peki biz kimiz? Kendimizi nasıl tanımlayacağız? Sanırım demokrasiyle, insan haklarıyla, laiklikle, ifade özgürlüğüyle, Kürtlerle ve farklı inançlarla, azınlıklarla barıştığımızda örnek bir ülke olacağız. Hem batıya hem de doğuya…