Kuraklık dönemlerinin sürekli artması, fosil yakıtlardaki üretim problemi, aşırı karbon salımı ve iklimsel etkilerin yol açtığı enerji arzı problemi son aylarda nükleer enerji konusundaki tartışmaları yeniden alevlendirdi.
Geçtiğimiz aylarda Avrupa ülkelerinin nükleeri "yeşil enerji" olarak sınıflandırmak istemesi bu konudaki en net adımlardan biri oldu. Ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ülkesinin yıllar sonra yeni nükleer santraller inşa edeceğini ve bunun karbon salımını azaltmada çok önemli olacağını vurguladı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bu hafta Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nden sonra ikinci ve üçüncü santral için de adım atılacağını bir kez daha dile getirdi.
Dünya Nükleer Birliği'nin verilerine göre, dünyada 33 ülkede faaliyet gösteren 443 nükleer reaktörün toplam kurulu gücü yaklaşık 400 bin megavat. Bu santraller aracılığıyla dünya elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 10'u nükleer enerjiden karşılanıyor.
Ancak nükleer enerji her ne kadar sıfır karbon anlamına gelse de beraberinde getirdiği tehlikelerle de tartışma konusu. Özellikle Fukuşima (2011) ve Çernobil (1986) santrallerinde yaşanan sızıntıların büyük felaketlere yol açması bu konudaki endişeleri güçlendiriyor. Nükleer santraller sadece bir afet ya da kaza sonrası oluşacak felaketler için değil ayrıca deniz suyu sıcaklığındaki değişim, yeşil alanların kaybı ve tarım üzerindeki olası olumsuz etkileri yüzünden de eleştiriliyor.
Almanya, Fukuşima faciası sonrası çevre için oluşturduğu bu riskler yüzünden nükleer enerji santrallerini kapatma kararı almıştı.
Ancak Türkiye ise 2010'da Rusya ile imzaladığı anlaşma uyarınca Akkuyu'daki nükleer santral inşasına devam ediyor. Bu santral 4 üniteden oluşuyor ve toplam 4 bin 800 megavatlık bir güce sahip. Yapılması planlanan ikinci ve üçüncü santral ile Türkiye'nin nükleer enerjideki gücünün yaklaşık 15 bin megavata çıkarılması planlanıyor. Sinop'ta yapılması düşünülen ikinci santral için yerlileşme ve finansman sorunu yaşanırken üçüncü santral için henüz net bir plan ortaya koyulmadı.
Türkiye'nin nükleer yolcuğu ise bundan yaklaşık 50 yıl önceye dayanıyor. Akkuyu'nun 1976 yılında ilk yer lisansının alınması ile süreç resmen başlamıştı. Aradan geçen yıllarda proje için çok fazla adım atılmasa da son 4 yıl yılda projenin büyük bölümü tamamlandı.
Türkiye için nükleer santral projesinin geri dönülmez sonuçlara yol açacağını söyleyen Ekosfer Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Özgür Gürbüz ise özellikle çevresel etkilere bakıldığında Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin büyük soru işaretleri barındırdığını belirtiyor. Gürbüz, "Şimdiye kadar dünya 3 büyük nükleer kaza yaşadı ve bu ülkelerin hepsi de alınabilecek tüm önlemleri almıştı. Bir nükleer santral için kazasızlık garantisinden söz edilemez. Her zaman bir kaza ihtimali vardır ve bu kazalar hem çevre hem de insanlar için ölümcül sonuçlar doğurur. Türkiye için de bu riskler geçerli. Büyük bir kaza değil, ufak bir sızıntı bile Akdeniz’deki yaşamı büyük ölçüde etkileyecek. Akkuyu konumu itibarı ile çok güzel bir koya sahipti. Turizm potansiyeli çok yüksekti. Santralda yaşanacak bir sızıntı Mersin’den Antalya’ya kadar tüm alanı etkileyecek. İnşa sürecinde Akdeniz foklarına ait yuvalama alanları ne oldu onu bile bilemiyoruz" ifadelerini kullandı. Gürbüz, santralden çıkacak nükleer atığın nasıl depolanacağına dair net bir bilginin olmadığını söyledi.
Akkuyu’dan elde edilecek elektriğin sanılanın aksine Türkiye’ye çok pahalıya mal olacağını belirten Gürbüz, "Akkuyu için Ruslara çok büyük bir alım garantisi verildi. Buna göre 15 yıl boyunca kilovatsaat 12.35 dolar/centten elektrik almak zorundayız. Ancak bugün rüzgarda bu seviye 4 dolar/cent, güneşte 2.5 dolar/cent seviyesinde. Türkiye’nin çok büyük bir yenilenebilir enerji potansiyeli var ve bunu kullanmak yerine milyarlarca doları nükleere yatırıyor. Oysa sadece güneş enerjisine yatırım yaparak binlerce yeni istihdam sağlanabilir. Bu konudaki tüm çalışmalar yenilenebilir enerjideki yeni istihdam potansiyelinin nükleerden kat kat fazla olduğunu gösteriyor" dedi.
Türkiye’nin nükleer enerji politikası hakkında Enerji Bakanlığı kaynaklarının yaptığı değerlendirmeye göre ise Türkiye, bu konuda nükleeri tek seçenek olarak görmüyor ve yenilenebilir enerji yatırımları ile birlikte bir süreç yönetiliyor.
Aynı değerlendirmeye göre Türkiye, güneş ve rüzgâr enerjisindeki potansiyelinin tamamını kullansa bile büyük bir arz güvenliği ile karşı karşıya ayrıca enerji üretimindeki sürekliliği sağlamak ve sistemsel bir krizin önüne geçmek için baz yük santrallerde nükleer gibi seçenekler önemli.
Türkiye'de vatandaşların nükleer konusundaki endişelerinde haklı olduğu ancak bu durumun bilgi eksikliğinden kaynaklandığı belirtilen değerlendirmede şu ifadeler kullanıldı: "İnsanlar geçmişte yaşanan olayların etkisiyle endişeli olabilirler ancak burada kaza riskinin neredeyse sıfır olduğunu belirtmek isteriz. Bu konuda tüm senaryolara göre üst seviye önlemler alındı. Tasarım deprem ve yangına karşı yapıldı. Bir uçak kazası gerçekleşse bile koruyucu katman sayesinde santral sızdırmazlık özelliğine sahip. Santral yazın deniz sıcaklığına en fazla 1 derece, kışın ise 2 derece etki edecek."
Nükleer konusunda tartışmalar devam ederken dünyada ve Türkiye’de yenilenebilir enerji konusundaki adımlar da giderek artıyor. Yenilenebilir enerji sektörü temsilcilerine göre güneş ve rüzgardaki ilerleme yeni teknolojilerle nükleere alternatif olacak.
Yenilenebilir Enerji Yatırımcıları Derneği (GÜYAD) Başkanı Cem Özkök de bu konuda farklı bir yaklaşım sergiliyor. Yenilenebilir enerjinin şimdilik iklimsel ve mevsimsel koşullardan dolayı ‘kararsız’ olarak nitelendirildiğini söyleyen Özkök, "Bu depolama teknolojilerinin gelişmesi ile değişecek. Yenilenebilir enerjide süreklilik olacak. Depolama yapabilme kapasitesi arttıkça kararsız denilen yenilenebilir enerji kaynaklarının önünde kimse duramayacak" diyor.
Güneş enerjisinde Türkiye’nin önünde uzun bir yol olduğunu ifade eden Özkök, "Elektrik İşleri Etüt İdaresi tarafından yapılan çalışmalara göre Türkiye'nin yıllık güneşlenme süresi 2 bin 640 saat=7,2 saat/gündür. Yine aynı çalışmalar güneşe dayalı elektrik üretim teknik kapasitesi 405 milyar kWh/yıl, ekonomik potansiyeli ise 380 milyar kWh/yıl olarak ortaya koyulmakta. Güneş enerjisi potansiyeli kullanımına gelecek olursak, 2020 yılı bilgilerine göre Uluslararası Enerji Ajansı Türkiye’nin güneş enerjisi kapasitesinin sadece yaklaşık yüzde 2.5’ini kullandığını ifade etmiştir. Tüm bu veriler ışığı altında daha 250 bin megavatlık kapasitemizin olduğu ortaya çıkar ki daha yolun başındayız" ifadelerini kullandı.
Türkiye sadece rüzgardaki yıllık büyüme potansiyeli ile yapılması planlanan nükleer kapasitesini geride bırakabilir.
2008 yılında Türkiye’nin 48 bin megavat olarak ölçülen rüzgâr enerjisi potansiyelinin bugün 100 bin megavata ulaştığını söyleyen Türkiye Rüzgâr Enerjisi Birliği (TUREB) Yönetim Kurulu Başkanı Ebru Arıcı, "Rüzgâr enerjisi teknolojileri hızla gelişiyor. Artık daha az rüzgârlı alanlardan daha fazla verim alınabiliyor. Daha yüksek rakımlara santraller kurulmaya başlandı. 10 bin megavatın üzerinde kurulu gücümüz var ve 2 bin megavat güce sahip olacak santraller de inşa halinde. Eğer uygun destek ve koşullar sağlanırsa kısa vadede yıllık bin 500 megavatlık büyümeler yaşanabilir. Uzun vadede rüzgâr çok önemli bir güç haline gelebilir" dedi.
Arıcı, Türkiye’nin yenilenebilir enerji yolculuğunda kendisine farklı bir yol açtığını ve bu işin sanayisinde öncü konuma geldiğinin altını çizdi. 6 kıtada 45 ülkeye Türkiye’de üretilen ekipmanların gönderildiğini aktaran Arıcı, "Bu yıl 24 firma 720 milyon euroluk ihracat yaptı. Bu daha da artacak ve rüzgâr sektörüne güç katacak" diye konuştu. Arıcı, yenilenebilir enerjinin yeni bir istihdam alanı yarattığını da belirti.
Türkiye Elektrik İletim A.Ş (TEİAŞ) verilerine göre, Ekim 2021 dönemi itibarıyla Türkiye’nin kurulu gücü 99 bin megavat. HES santralleri 31 bin 447 megavat, doğalgaz çevrim santralleri 25 bin 531 megavat, kömür santralleri 20 bin 321 megavat, rüzgâr santralleri 10 bin 252 megavat, güneş santralleri 7 bin 658 megavat, jeotermal ise 1651 megavatlık kurulu güce sahip.
Üretim tarafında ise ekim ayı verilerine göre gerçekleşme şöyle oldu: Yüzde 32.88 doğalgaz, yüzde 17.74 HES, yüzde 15.67 ithal kömür, yüzde 12.83 linyit, yüzde 9.16 rüzgar, yüzde 4.4 güneş, yüzde 3 jeotermal, yüzde 2.26, yüzde 0.74 asfaltit.
Ayrıca Türkiye’de şu anda 8 bin 212 güneş enerjisi santrali, 739 HES, 349 doğalgaz çevrim santrali, 355 rüzgâr santrali ve 67 kömür santrali üretim yapıyor. Özellikle yenilenebilir enerji tarafındaki kapasite ve üretim yıldan yıla artış gösteriyor.
Emre Eser
© Deutsche Welle Türkçe