*Selin Girit
24 Kasım'da bir Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesinden bu yana iki ülke arasındaki gerginlik kontrollü bir şekilde devam ediyor.
Özellikle son dönemde gün geçmiyor ki Türkiye'den Rusya, Rusya'dan Türkiye’yle ilgili bir açıklama gelmesin. Türkiye’nin ilişkileri düzeltme isteğine dair imalar genellikle Dışişleri Bakanı ya da hükümet sözcüsünün ağzından yapılıyordu. Ancak dün en üst düzeyden bu temenni dile getirildi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in "bir pilotun yapmış olduğu hata nedeniyle koskoca Türkiye’yi feda etmesinin düşündürücü olduğunu" söyledi, ilişkileri yeniden geliştirmek için çaba sarf edilmesi gerektiğini belirtti.
Ancak Erdoğan, Moskova’nın Türkiye’den bu doğrultuda ne gibi bir adım beklediğini ise anlamakta zorlandığını savundu. Vladimir Putin, birkaç gün önce Atina’da yaptığı açıklamalarda ise ilk adımla ne kastettiklerini açıkça belirtmişti: Düşürülen uçak için özür ve tazminat.
Kadir Has Üniversitesi’nden Ahmet Kasım Han, Erdoğan’ın Rusya’dan özür dilemesinin şu an için mümkün görünmediğini söylüyor.
Han, "Bu durum sürdürülebilir değil. Ancak ne olur? Uygun bir suçlu bulunur, işlerin bu kadar ters gitmesinin suçu onun üzerine yıkılır." diyor.
Türkiye'nin Rusya’yla ilişkileri samimiyetle düzeltmek istediğini düşünen Han, buna karşın Ankara'nın Rusya'nın beklediği adımları atabilmesi için gereken siyasi iklimin olmadığı görüşünde.
Gazeteci Semih İdiz de bu kanaati paylaşıyor. İdiz’e göre, "Türkiye yeni bir adım atmak istiyor ama bunun bir geri adım olarak görülmesini istemiyor."
Rusya'nın Türkiye’den özür ya da tazminat beklemesinin gerçekçi olmadığını belirten İdiz sözlerini şöyle sürdürüyor:
"Örneğin İsrail (Mavi Marmara nedeniyle) Türkiye'den özür diledi ama Başbakan Netanyahu’nun üzerinde ABD'nin ciddi baskısı vardı. Türkiye üzerinde şu anda dışarıdan gelen böylesi bir baskı yok. O nedenle Türkiye’nin böyle bir özürde bulunacağını sanmıyorum.”
Washington Enstitüsü'nden Soner Çağaptay ise Erdoğan’ın dış politikada belki de en büyük pişmanlık duyduğu konunun Rus uçağının düşürülmesi ve akabinde gelinen nokta olduğunu savunuyor.
Çağaptay, "Erdoğan, iktidarında dış politikada tek bir hamleyi değiştirme imkanı olsa, Rus uçağının düşürülmesi olayını değiştirirdi. Çünkü bu birçok şeyi geri dönülemez biçimde değiştirdi." diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:
"Öncelikle Türkiye’nin Suriye politikasını kökünden baltaladı. Rus jeti düşürülmeden önce Türkiye Suriye’deki isyancılara havadan destek sağlayabiliyordu.
"Ayrıca bugün IŞİD’i geri çekilmeye zorlayacak kara müdahaleleri yapacak durumda olabilirdi. Ama Rusya bölgede pratikte Türkiye uçaklarına uçuşa yasak bölge tesis etmiş oldu.
"Erdoğan sadece Rus uçağını düşürmekle kalmadı. Uçağı düşürerek Putin'in Orta Doğu’da küresel bir oyuncu olma hedeflerini de baltaladı. Putin’in Erdoğan’ın yakasını kolay kolay bırakacağını sanmıyorum.
"Erdoğan’ın kamuoyu önünde bizzat özür dilemesinden aşağısı Putin’i tatmin etmeyecektir. Bunun olması ihtimali de Erdoğan'ın kişiliğini göz önünde bulundurursanız çok düşük. Çünkü bu Erdoğan'ın ilk kez bir dış politika hatasını kabul etmesi anlamına gelecek.”
Ahmet Kasım Han, Erdoğan’ın özür dilemesi önündeki bir diğer büyük engelin de iç politikadaki gelişmeler olduğunu düşünüyor.
"Erdoğan ya da AKP, bununla ilgili siyasi bedel ödeyemez. Herhangi bir özrü Türkiye’deki rejim meselesi, başkanlık sistemine geçilmesi meselesi çözülmeden göremeyeceğimiz kanaatindeyim. Bu ya başkanlık sisteminin tesisiyle olur ya da meselenin bütünüyle gündemden kalkmasıyla."
Bu noktada genel kanı, iki ülke arasındaki gerginliğin vekalet savaşları üzerinden süreceği yönünde.
"Devletlerin fiilen birbirlerine saldırmayıp üçüncü bir tarafın vasıtasıyla savaş halinde olması" anlamına gelen vekalet savaşları denilince de son günlerde çok tartışılan Rusya'nın PKK'ya silah desteği verip vermediği konusu akla geliyor.
Hafta başında Cumhurbaşkanı Erdoğan, 13 Mayıs'ta Hakkari Çukurca’da düşürülen askeri helikopterle ilgili bir soruya "Evet, Rusya'nın terör örgütüne silah verdiğini biliyoruz." sözleriyle yanıt vermişti. Moskova, Türkiye'ye bu iddiasını kanıtlaması çağrısında bulunmuştu.
Helikopter saldırısının ardından PKK’ya yakın sitelerde yayımlanan video görüntülerinde saldırının Rus yapımı bir MANPAD füzesiyle gerçekleştirildiği görülüyordu.
Ancak füzenin Rus yapımı olması illa ki Rusya tarafından PKK'ya verildiği anlamına gelmiyor. Zira PKK'nın gerek Suriye gerekse Irak’taki karaborsa silah pazarlarında bu füzeleri satın almış olması da mümkün.
Buna karşın PKK’nın kuruluşundan bu yana Moskova'yla ve Suriye’deki Baas rejimiyle yakın ilişkiler içinde olduğu da sır değil. Hatta Rus birliklerinin son dönemde Suriye’nin kuzeyinde PYD egemenliğindeki bölgede MANPAD’lerle ilgili eğitimler verdiği de ifade ediliyor.
Soner Çağaptay, PKK nedeniyle Rusya-Türkiye ilişkilerinin daha da gerginleşmesinin beklenebileceği görüşünde:
"Bu bir sıcak çatışmaya dönüşmeyecektir, bunu iki taraf da istemiyor. Türkiye, Rusya’yla gireceği bir savaşı kaybeder. O yüzden istemez. Rusya da Türkiye’nin savunmasına NATO gelir diye istemez.
"Rusya, doğrudan Türkiye’yi hedef almaktansa çeşitli grup ya da ülkelere silah yardımı yapabilir, destek verebilir. PKK’ya silah verebilir, PYD’ye zaten veriyor, Rojava’yı tanıyacakları vaadinde bulundu. Rusya’nın uzun vadeli hesabı bence bu: Vekalet savaşını tırmandırmak.”
MANPAD riski
Bu, Türkiye için çeşitli riskler barındırıyor. Örneğin, Rus milletvekili ve Orta Doğu uzmanı Semyon Bagdasarov geçtiğimiz ay Washington ve müttefiklerinin Suriye’deki isyancılara MANPAD ya da benzeri silahlar vermesi halinde "Kürtlerin de bu silahlara sahip olacağını" ifade etmişti. Hakkari-Çukurca’daki saldırı bundan yaklaşık iki hafta sonra düzenlendi.
Saldırıda kullanılan üçüncü nesil MANPAD, omuza yüklenilerek fırlatılabilen, karadan havaya, menzili 5 ila 7 kilometre olan bir füze.
Suriye’de faaliyet gösteren çeşitli isyancı gruplar tarafından da kullanıldığı düşünülüyor. Ancak PKK tarafından Türkiye topraklarında kullanılması, sınırlar ötesi bir nitelik taşıması açısından bir ilk teşkil ediyor.
Ahmet Kasım Han, PKK’nın elinde bu füzelerden olduğunun anlaşılmasının Suriye’de yaşananlar ile PKK arasında doğrudan bir ilişki olduğunu gösterdiğini söylüyor.
Han, "Suriye’de olup bitenler kuşkusuz PKK’ya stratejik derinlik sağlıyor. Ayrıca Suriye’deki mevcut Kürt unsurların, PYD, YPG ve uzantılarının PKK’yla ilişkilerinin olduğuna dair çok somut bir veri bu." diye konuşuyor.
Savunma uzmanı Can Kasapoğlu da PKK’nın elinde bu füzelerden bulunmasının Türkiye için çok büyük bir tehdit oluşturduğunu ifade ediyor ve şöyle diyor:
"Bu üçüncü nesil MANPAD’ler, hedefe yalnızca ısı güdümüyle gitmiyor. Hedefin şeklini çıkartıyor. Aynı zamanda mor ötesi imaj da kullanıyor. Yani karşı önlemlerle kolay atlatılabilecek bir füze değil.
"Türk Silahlı Kuvvetleri’nin PKK'ya karşı 90’lardaki askeri başarısı büyük oranda kara havacılık faaliyetlerine dayandı. Şimdi birden sahaya terör örgütü tarafından üçüncü nesil bir MANPAD sürerseniz, bu Türkiye’nin kara havacılık performansını çok ciddi şekilde tehdit eder.
"İkincisi PKK son dönemde meskun mahalde çatışmalara kayan bir terör konsepti izliyor. Bu konseptte MANPAD sistemlerinin atış menzillerinin gizlenmesi çok kolay.
"Üçüncüsü, PKK’nın elinde bu füzelerden kaç adet var bilmiyoruz. Kesin sayılar Türk istihbaratına ait gizli bilgiler olacaktır. Devletin bu konuda ne bildiğini de bilmiyoruz. Bu sorunun yanıtının bizim tarafımızdan bilinmemesi, tehdidin boyutunun belirsizliğini daha da arttırıyor.”
Bu füzelerin Türkiye’de sivil havacılık açısından da büyük riskler yaratabileceğini söyleyen Kasapoğlu, konunun ivedilikle MGK toplantılarında ele alınması, istihbarat faaliyetlerinin arttırılması, MANPAD sistemleri konusunda bilgilenilmesi ve havaalanlarının güvenliğinin gözden geçirilmesi gerektiğini belirtiyor.
Kasapoğlu, "Bu elbette maliyetli olacaktır. Ancak ne olursa olsun pilotlarımızın hayatından daha maliyetli değildir." diye konuşuyor.