"Türkiye ile Rusya, İdlib'deki cihatçı muhalif grupların geleceğiyle ilgili bir plan üzerinde çalışıyor"

"Türkiye ile Rusya, İdlib'deki cihatçı muhalif grupların geleceğiyle ilgili bir plan üzerinde çalışıyor"

Hürriyet yazarı Sedat Ergin, "Ankara ile Moskova arasındaki yoğun temas trafiğinden ve yapılan açıklamalardan" çıkarım yaptı. Ergin, "Türkiye ile Rusya’nın İdlib’deki cihatçı muhalif grupların geleceğini ilgilendiren bir plan üzerinde çalıştıklarını anlıyoruz" dedi.

Ergin'in "İdlib dosyası (1) Çavuşoğlu da haklı, Lavrov da... Peki sorun nerede?" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Rus meslektaşı Sergey Lavrov’un geçen hafta Ankara’da gazetecilerin önünde küçük çaplı bir polemiğe girmelerine yol açabilecek kadar hassas, çekişmeli konu ne olabilir ki? Yanıt: İdlib...

Lavrov, “İdlib’de Nusracı teröristler var. On binlerce militanları var. Suriye mevzilerine ateş açıyorlar, her gün Rusya’nın Khemeimim hava üssüne drone saldırıları düzenliyorlar. Suriye ordusunun bu eylemleri bastırma hakkı var” diyor ve Rusya olarak Esad rejiminin arkasında olduklarını söylüyor.

Çavuşoğlu ise İdlib’de bir grup ismi vermeden teröristlerin varlığını kabul ediyor, hatta “Biz sonuç alıcı bir stratejiyle Rusya ile beraber, diğer ortaklarımızla beraber, istihbaratlarımız, askeri güçlerimiz bu teröristleri tespit edip onları etkisiz hale getirmemiz lazım” diyerek bir adım ileri gidiyor.

“Ancak...” diyor Çavuşoğlu: “Terörist var diye tüm İdlib’i bombalamak, hastaneleri, okulları bombalamak, sivilleri bombalamak, öldürmek bir katliam olur ve ciddi bir kriz yaratır”.

Yani, “Ayrımcı davranalım” mesajı veriyor.

*

Buradaki tartışmanın özünde ‘terörist gruplar’ın Astana süreci içindeki durumu yatıyor. Çünkü, Türkiye, Rusya ve İran’ın geçen yıl imza attıkları Suriye’de ‘gerilimi azaltma bölgeleri’ oluşturulmasına ilişkin Astana Mutabakatı’nın temel unsurlarından biri, teröristlerin ateşkes çerçevesinin dışında tutulması.

Bu nokta, 7 Mayıs 2017 tarihli Astana Mutabakatı’nın beşinci paragrafında düzenleniyor. Bu paragrafta büyük ölçüde BM Güvenlik Konseyi’nin 2015 yılında Suriye ile ilgili kabul ettiği 2254 sayılı kararının ilgili bölümleri esas alınmış. Beşinci paragrafta şöyle deniliyor:

“Garantör ülkeler, ateşkes rejiminin çatışan taraflar tarafından uygulanmasını sağlamak için gerekli tüm tedbirleri alacağını; güvenli bölgelerin içerisi ve dışarısında IŞİD, El Nusra ve El Kaide veya IŞİD ile ve BM Güvenlik Konseyi tarafından terör örgütü olarak kabul edilen tüm örgütlerle bağlantılı her türlü kişi, grup, oluşum, kuruluşlarla mücadeleyi sürdürmeye yönelik tüm tedbirleri alacağını; şimdiye kadar katılmamış olan silahlı grupların ateşkes rejimine katılmalarını sağlamaya yönelik çabalarına devam edeceğini taahhüt eder.”

*

Görüleceği gibi, IŞİD, El Nusra ve El Kaide’nin adları açıkça telaffuz ediliyor. Bu üçü dışında “Bu örgütlerle bağlantılı her türlü kişi, grup, oluşum ve kuruluşlar” ifadesine baktığımızda, tanımlanan kategoriye giren kritik aktörler de var bugün İdlib’de. Bunların başında sahada kendisini başat oyuncu olarak tescil ettirmiş olan Heyet Tahrir üş Şam (HTŞ) geliyor.

HTŞ, aslında El Kaide’nin 2012 yılında Suriye’de kurduğu El Nusra örgütünün 2017 yılında başka küçük muhalif grupları da bünyesine dahil ederek kendisini tanımladığı yeni kimlik. El Nusra’nın liderliğini yapan Ebu Muhammed El Julani, yeni dönemde karşımıza bu kez HTŞ’nin lideri şapkasıyla çıkıyor. El Nusra’nın uzantısı olduğu için HTŞ de terör örgütü kabul ediliyor.

Bütün sorun bu noktada ortaya çıkıyor. Sorun, binlerce silahlı militanı komutası altında tutan ‘terörist’ HTŞ’nin İdlib’de önde gelen silahlı güç olarak sivrilmesi ve çok geniş bir alan kontrolüne sahip olması. Dolayısıyla, HTŞ’ye karşı topyekûn bir savaşa girişilmesi, bütün İdlib bölgesinin bir kan gölüne dönmesi ve büyük bir göç dalgasının tetiklenmesi ile eşanlamlı.

*

Sorunun bir diğer boyutu, İdlib coğrafyasının HTŞ’nin ve diğer rejim muhalifi cihatçı grupların karışık bir şekilde dağıldığı tam bir ‘yamalı bohça’ya benzemesi.

Lavrov’un önceki gün Moskova’da yaptığı açıklama bu noktada önemli: “Şu anana hedef, siyasi sürece katılmak isteyen muhalif grupları İdlib’de çok sayıda bulunan ve bu bölgeyi yönetmek isteyen Nusra militanlarından ayırmak. El Nusra ile işbirliğine girmeyi düşünen silahlı gruplar iki kez düşünmeliler ve bunu kısa zamanda yapmalılar.”

Rusya Dışişleri Bakanı, ayrıca Ankara ile El Nusra yahi HTŞ konusunda varılan bir mutabakattan söz ediyor: “Ankara’da Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile krizin çözümü için işbirliğine istekli olan gruplar ile Cabat El Nusra’yı ayırmanın bir öncelik olduğu hususunda mutabık kaldık. Önümüzdeki günlerde sadece bu görüşmeleri sürdürmekle kalmayacağız, aynı zamanda bir anlaşmaya da varacağımızı ümit ediyorum”.

Lavrov’un bu açıklaması, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın geçen cuma günü gittikleri Moskova ziyaretinin sonrasına rastlıyor.

Ankara ile Moskova arasındaki yoğun temas trafiğinden ve yapılan açıklamalardan, Türkiye ile Rusya’nın İdlib’deki cihatçı muhalif grupların geleceğini ilgilendiren bir plan üzerinde çalıştıklarını anlıyoruz.

Peki sahada HTŞ dışındaki aktörler kim? İdlib’deki durumun karmaşıklığını anlayabilmek için yarınki yazımızda bu grupları büyüteç altına yatıralım.