Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, bu hafta görüşmelere başlanılacak olan Irak Şam İslam Devleti’ne karşı (IŞİD) tezkerede, Türkiye’nin “operasyonel güç” olarak değil, “lojistik ve insani yardım” boyutunda görev alacağını yazdı. Selvi yazısında Suriye topraklarında oluşturulması planlanan “Güvenli Bölge” tasarısı için de, “Türkiye ayrıca bu bölgeleri oluşturup içindeki Suriyeli mültecileri de zamanla buraya nakletmeyi planlıyor. Bu bizim için hayati bir nokta” ifadelerini kullandı.
Abdülkadir Selvi’nin Yeni Şafak’ta “Tezkereden sonra ne olacak?” başlığıyla yayımlanan (29 Eylül 2014) yazısı şöyle:
IŞİD'le mücadele konusunda zor ve uzun sürecek bir sürecin içine girildi.
Bu açıdan yeni dönemin parametrelerini doğru tespit etmek durumundayız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın IŞİD'le mücadele konusunda ABD dönüşü yaptığı açıklamalarını, Türkiye'nin operasyonel bir güçte yer alacağı şeklinde yorumlayanlar oldu.
Cumhurbaşkanı ayrıca bir de yol haritası verdi.
1-Uçuşa yasak bölge ilanı
2-Suriye'de güvenli bölge
3-Eğitim-donatım konusu
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD'de görüşmeleri ışığında askeri planlamalar yenilenirken, hükümet de kapsamlı bir hazırlık yaptı.
2 Ekim Perşembe günü TBMM'de yapılacak olan tezkere görüşmeleri öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başkanlığında yapılacak olan güvenlik zirvesinde bunlar masaya yatırılacak.
Türkiye, 10 Ekim 2013 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile IŞİD'i terör örgütü ilan eden, IŞİD yöneticilerinin varsa Türkiye'deki mal varlıklarına el konulması ve terörün finansmanı yasası gereğince IŞİD'e yönelik para hareketlerini izlemeye aldı.
Ayrıca IŞİD'i en büyük zararı İslam'a veren bir terör örgütü olarak görüyor ve IŞİD'le mücadele konusunda Batı ittifakı ile birlikte hareket ediyoruz.
Burada Türkiye'nin tavrı çok net.
IŞİD'le entegre bir sistem çerçevesinde mücadele edilmesi ve ülkelerin farklı sorumlulukları üstlenmesi gerekiyor.
Bu açıdan Türkiye'nin IŞİD politikasına baktığımızda ise bazı noktalar ön plana çıkıyor.
1-Türkiye IŞİD'e yönelik havadan ve karadan vurucu güç içerisinde yer almayacak.
2- IŞİD'le mücadelede hayati öneme sahip gördüğümüz Uçuşa Yasak Bölge uygulamasını ABD'ye kabul ettirmeye çalışıyoruz. Türkiye, IŞİD'le mücadeleyi yıllar alacak uzun soluklu bir mücadele olarak görüyor. Hava destekli kara operasyonları ile sonuç alınabileceği kanaatinde. Bunun da yine milyonlarca insanın mülteci durumuna düşmesi anlamına geleceğini görüyor. Uçuşa Yasak Bölge ile geniş çaplı bir göç dalgasının önüne geçmeyi amaçlıyor.
3-Güvenli Bölge.
Tampon Bölge önerisine ABD'nin sıcak bakmaması nedeniyle Güvenli Bölge modeli Türkiye tarafından geliştirildi.
Türkiye'nin kara operasyonlarında yer alacağı aşama olarak Güvenlik Bölge uygulaması gösteriliyor.
Körfez savaşından sonra Irak'ta uygulanan uçuşa yasak bölge uygulamasında Türkiye yer almıyordu. Bunun olumsuz sonuçları sonradan ortaya çıktı. Şimdi hem Uçuşa Yasak Bölge'nin denetiminde hem de karada oluşturulacak olan, 'Güvenli Bölge'nin yönetiminin ve güvenliğinin sağlanmasında Suriye topraklarında bulunmak istiyoruz.
Bir görüş, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kara gücünde yer alma konusunda bunu işaret ettiği şeklinde. Ama tam olarak öyle midir, henüz onu bilemiyoruz.
Genelkurmay 2.Başkanı Org. Yaşar Güler başkanlığında yürütülen çalışmalarda üzerinde ağırlıklı olarak durulan noktalardan biri Güvenli Bölge uygulaması.
Türkiye'nin ısrarla gündeme getirdiği ABD'nin ise üzerinde çalışmaya değer bulduğu bir nokta. Yani henüz karar verilmiş değil.
Uçuşa Yasak Bölge'nin denetiminde görev aldığımız taktirde silah yüklü savaş uçaklarımız görev alacak. Çekiç Güç uygulamasında da ABD uçakları caydırıcılık ve etkin müdahale açısından aynı statüde uçuyorlardı.
Güvenli bölge ise cep şeklinde ya da hat şeklinde olsun. Derinliği ve çerçevesine göre belirlenmek üzere yine silah ve teçhizatlı askerlerimiz görev yapacak. Bunun için ilk planlamada sayısı 9 bin olmak üzere 3 tugaylık bir güç planlanıyor. Burada çok önemli bir nokta var. Güvenli Bölge ilan etmekle o bölge güvenli olmuyor. Oranın güvenli bölge haline getirilmesi gerekiyor. Varsa mayınlardan temizlenmesi, silahlı unsurların saha dışına çıkarılması gibi. Ayrıca belirli kontrol noktaları oluşturarak sürdürülebilir güvenliğin tesis edilmesi gerekiyor. Güvenli bölgeyi koruyacak olan askerin kendi güvenliği de çok önemli bir unsur.
Güvenli bölgelere yönelik saldırılar olabileceği, çatışmaya girilmesi ya da tespit edilen terörist unsurlara karşı operasyon yapılması da yine bu konsept içerisinde, olmazsa olmaz bir unsur olarak görülüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gerekirse silah kullanılacağı, kurşun atılacağı yönündeki sözleri bu kapsamda değerlendiriliyor.
Türkiye ayrıca bu bölgeleri oluşturup içindeki Suriyeli mültecileri de zamanla buraya nakletmeyi planlıyor. Bu bizim için hayati bir nokta.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Eğit-Donat olarak formüle ettiği konu ise, IŞİD'e karşı kara operasyonunda yer alacak ve daha sonra da bu mücadeleyi sürdürmek üzere yerel unsurların eğitilmesi, silah ve askeri teçhizat konusundaki donatımların sağlanması.
Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında yapılacak olan Güvenlik zirvesinde Türkiye'nin IŞİD politikasının çerçevesi çizilecek. Ama süreç burada bitmiyor. Hatta yeni başlıyor.
IŞİD'le mücadele çerçevesinde 2 Ekim günü TBMM'den geniş kapsamlı yetkileri haiz bir tezkere geçirilecek.
Kapsamı geniş tutuluyor, çünkü ihtiyaçlara göre dönüp yeniden yetki talebinde bulunulmaması için.
Tezkere geçtikten sonra bu kez hükümet, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne harekat direktifi verecek. Buna, 'Hükümet direktifi' deniliyor.
Türkiye bu çalışmaları yaparken, IŞİD'le mücadelenin liderliğini yapan ABD'ye, Irak ve Suriye normalleşmeden IŞİD'le mücadelenin zemininin kaybolmayacağını anlatacak.
Irak'ta Sünni Araplar onurlu bir temsil elde etmeden, Suriye'de iç savaş bitmeden bataklığın kurutulamayacağı anlatılacak.
Yazının sonunda ilk baştaki soruya dönecek olursak, Türkiye IŞİD'le mücadelede yer alacak ancak operasyonel güç olarak değil, lojistik ve insani yardım boyutunda rol üstlenecek.