Tüm dünyayı sarsan ekonomik krizde Amerika'da devlet tarafından el konulan en son banka olan Washington Mutual Bank'ta yatırım danışmanı olarak çalışan Mehmet Turgan Zülfikar, Taraf gazetesindeki yazısında Türkiye'nin kısa vadede krizden olumsuz etkilenmeyeceğini iddia etti. Ayarlanabilir kredilerin yarattığı kriz İki yıldır adım adım geliyorum diyen ekonomik bir krizin içindeyiz. Kriz Wall Street ve yatırım bankaları ile başlayan kriz önce ABD’de de gündelik hayata oradan Avrupa ve Asya piyasalarına kadar uzandı. Şimdiki çabalar ise kriz fırtınasının ne yapılıp edilip sokağa inişini engelleyebilme yönünde. 700 milyar dolarlık kurtarma paketi kabul edildi. Ancak bu, esas soruyu cevaplamıyor: ‘Bu krizin kaynağı nedir?’ Teknolojideki mucizevî devrimlerin de vasıtası ile artık bugün dünyanın neredeyse yarısında “kredi” denen olgu her bireyin gündelik yaşamındadır. Kredi vasıtası ile kazanılacak para daha kazanılmadan tüketime ya da içinde yaşanılan bir eve dönüştürülebiliyor. Yeter ki kişi kazandıkça geri ödesin. Özellikle son altı yıldır kredi kullanımındaki artış mekanizmanın kendisini zorlamaya başladı. Ve krizin ilk adımı, bu süratli akışkanlığın teklemesiyle başladı. Dolayısı ile yaşadığımız krizi kısaca “kredi krizi” olarak adlandırabiliriz. Sorun fırsatçı kredi satılmasında Eski kuşaklarda kredi almak kavramı sadece ticari faaliyetlerde ve daha da ötesinde devletlerarası ilişkilerde kullanılan bir terimdi. Normal vatandaş için kredi kullanmak düşünülemezdi. Fakat yeni ekonomik düzende kredi kullanmak, gündelik hayatın en önemli parçası olmasının ötesinde ekonomik hayatın temeli haline gelmiş durumda. Haliyle artık sadece firma ve devletler değil, her birey kredi dünyasının parçası haline geldi. Kredi kartlarıyla, otomobil kredileriyle, mortgage (yani ev alma) kredileriyle ve hatta ABD’de çok yoğun olduğu gibi öğrenci kredileri ile artık herkes bir biçimde bu dünyanın bir parçası. Bu arada hatırlatmakta fayda var, ABD’de mortgage mekanizmasını kullanmadan ev ya da herhangi bir emlak alan kişi ya da firma hemen hemen bulamazsınız. Yaşamakta olduğumuz bu krizin birinci halkası kredi alabilme kolaylığında düğümleniyorsa, ikinci halkası bu borcun ne kadar kolaylıkla bir noktadan bir diğer noktaya seyahat edebilmesinde düğümleniyor. Borç toplamlarının akışkan bir metotla nasıl dünyanın bir köşesinden bir diğer köşesine seyahat ediyor olduğunu görmek krizin asıl kaynağını kavrayabilmemizde çok yardımcı olur. Ticari bankalar ve “mortgage house”lar yani ev kredisi toptancıları bu kredileri yani bu borçları dağıttıktan sonra en basit tabiri ile bu borçluların altlarında imzaları olan alacak meblağlarını mümkün olan en kısa süre içinde Wall Street denen âleme gönderiyorlardı, haliyle elden çıkarıyorlardı. Sistem nasıl işliyor? Sistem şöyle işliyor. Bir ticari banka, ABD Merkez Bankası’ndan faiz oranlarının çok düşük olduğu dönemde borç alıyor, onun üstüne bir miktar da kendisi ekliyor ve kredi olarak vatandaşlara satıyor. Tüm parayı bireylere borç olarak dağıttıktan sonra derhal o uzun yıllara yayılmış alacakları bir yatırım bankasına satıyor. Böylece, kendisi aradan çabucak kârını yapıp çıkıyor. Bu çabukluğun olabilmesi için de satış elemanlarında ayrıntı ve titizlik pek aramıyor. Açıkçası, “bul, kimi bulursan bul ve hemen çıkar elden parayı” diyor. Buradaki en kritik nokta, bireylerin finansal sorumluluk derecesinin göstergesi olan kredi notlarının gözardı edilmesi. Riskli alacağı satın alan yatırım bankaları, bu borçları paket yapıp, ellerindeki çok büyük kapitaller ile yüksek getiri peşinde koşan çeşitli global fonlara, ABD’deki muhtelif emeklilik fonlarına, daha fazla kâr için her türlü yolu mubah sayan ve sayıları 10 bine yaklaşan “hedge” fonlarına ya da özellikle bütçe fazlası tasarruflarına iyi getirili park yeri arayan devletlere satıyorlardı. Borç dünyayı dolaşıyor Özetle, Arizona’nın herhangi bir kasabasında bir ev almış olan bir Amerikan vatandaşının o ev için önümüzdeki 15 ya da 30 yıllık süreler dâhilinde ay ay yapacağı ödemeler, kendisi farkında dahi olmasa, borcu ona takdim eden kurumdan Wall Street’teki bir yatırım bankasına, oradan da hazırlanan borç sepetleri içine, oradan da sepetin hangi köşesi kime satılmışsa oraya yolcu edilmiş oluyordu. Ki bu mesela Katarlı petrol zengini bir ailenin ya da Rus oligarşisi içindeki bir işadamının yatırım fonu da olabilir, Çin devleti de olabilir, İsviçre merkezli bir “hedge” fon da olabilir, hatta ABD’nin herhangi bir kentinin itfaiyecilerinin emeklilik birikim fonu da olabilir. Daha da ilginci hepsi birden de olabilir! Zira bu sepetleme/paketleme süreçlerinde öylesine karmaşık ama bir o kadar da pratikleştirilmiş modeller kullanılmış olabiliyordu ki, artık tüm mekanizmanın bir tarafı ile diğer tarafı arasında net bir hat kurulabilme olanağı kalmıyordu. Şöyle ki, o ev almış olan vatandaşın 15 ya da 30 yıl boyunca yapacağı aylık geri ödemeler artık borcu aldığı ilk kuruma değil, hatta bir tek sepete de değil, oradan türetilmiş birtakım sepetlere de akıyor olabiliyordu. Haliyle yaşanmakta olan krizin meydana gelişindeki kırılma noktalarından birisi de budur. Bu kırılma noktasında borcunu ödeyemeyenin aslında kime borçlu olduğunun tam olarak hesabı yapılamayacak oranda işlerin karmaşıklaşmış olmasının trajikomik gerçeği yatmaktadır. Özetleyecek olursak, yatırım bankaları bir nevi fabrikalar gibi hammaddeyi (borçları) üreticilerden (ticari bankalar ve mortgage houselar) alıp, işleyip (paketleme işlemini yapıp), dükkânlara ya da direkt olarak müşterilere (devletlere ya da özel fonlara) pazarlıyorlardı. Nihayetinde kriz, bu yapıdaki çatlamayla ortaya çıkmaya başladı. Her sistemde fiyasko yaşanabilir Bir bütün halinde tüm mekanizmanın teorisine bakıldığında pek de yabana atılmayacak bir entegrasyonu var ettiğini görüyoruz. Bu yeni ekonomi bünyesindeki muazzam finans ağının içinde herhangi bir kentte yaşayan herhangi bir bireyin yaşamını, tüketimini ve içinde barındığı evini ayakta tutabilmesi için gerekli ekonomik ortamın sağlıklılığı kendi ülkesinde veya diğer herhangi bir ülkedeki herhangi bir süper kapital sahibi fon veya kişi, kurum ya da devletin finansal istikbali ile bire bir ilişiklilendirilmiş olabiliyor. Öte yandan bu kriz her ne kadar her şeyin sonu gibi algılansa da belki de esas olan o ki bu global finans ağına dair her şey daha yeni başlıyor! Unutmayalım, insanlık tarihindeki birçok buluşun ilk uyarlanmalarında da fiyaskolar yaşanmıştı. Çünkü bünyelerinde yeni ve ilk oluşlarından kaynaklanan hatalar barındırmaktaydılar. Ve bu demek değildi ki o buluşlar nihayetinde hayatımızın şu an vazgeçilmez unsurları olma şansını kaybedeceklerdi. New York’ta çalıştığım bankada benim alanım olmasa da birinci elden tüm ABD’deki kurumların mortgage faaliyetlerini takip etmişimdir. Gözlemlerim mortgage satış uygulamalarındaki aksaklıkların bu krizin ortaya çıkmasında esas neden olduğudur. Krizin kaynağında mortgage var, ama kastedilen “geri ödenme zorluğu yaşanan mortgage kredileri”dir. İki tür mortgage modeli olmasına rağmen mortgage veren kurumlar son altı yıldır giderek artan bir hızla müşterilerine hep bir türü yani ‘ayarlanabilir’ modelden kredi vermeyi teşvik etmişlerdir. Bu mortgage türünde, ilk iki yıl piyasaya sunulan gerçek faizden daha düşük faiz ödenecek; iki yıllık süre geçtikten sonra bu mortgage faiz oranları istenilen boyutlarda yukarı çıkarılabilecektir ki, bu rakam genelde piyasadan daha yüksek olacaktır. Mesela ilk iki yıl 800 dolar ödenirken sonra bu ödeme 2600 dolara çıkabilecektir. İkinci model ise –ki herkesin muhatap olması gereken budur- ‘sabit’ modeldir. 2002 yılı ile birlikte ABD’de başlayan piyasalara para pompalama furyasında her geçen yıl “ayarlanabilir” mortgage satışlarında büyük artışlar yaşanmaya başlandı. Keza, 2002 yılı öncesi bu tür mortgage kredileri yok denecek kadar az oranda talep edildi. Ayarlanabilir kredi iki tarafa da cazip geldi Peki, neden her iki taraf da, yani hem alan hem de satan bu tür mortgage kredilerine olağanüstü oranda sarıldı? Cevabı çok basit. Satıcı tarafının motivasyonu komisyondan kâr, alıcı tarafın motivasyonu da genelleyecek olursak spekülasyondan kâr etmekti. Şöyle ki, mortgage alacaklarını paketlemek için yatırım bankasına götüren ticari banka ya da mortgage toptancısı firma, içinde “ayarlanabilir” mortgage oranı yüksek olan paketler için çok daha büyük fiyat belirleyebiliyordu. Öte yandan alıcı taraf da genelde pek masum sayılmazdı. 2002 ile birlikte başlayan emlak fiyatlarındaki artışlar tamamen mortgage vasıtası ile piyasalara para pompalanmasından kaynaklanıyordu. Bu vesile ile bir emlakın fiyatı her sene bir önceki seneden daha yüksek oluyordu. Bu da tabiî ki artış trendindeki piyasalarda her zaman olduğu gibi spekülasyon faktörünü devreye soktu. Bu sene alıp gelecek sene satmak formülünü kullanarak kâr elde etmek isteyenler akın akın bu işe soyunmaya başladı. Beşer tane onar tane ev alanlar dahi az değildi artık. Bu kişiler için de ayarlanabilir mortgage en işlevsel tercihti. Öyle ki 2005 yılı sonunda ABD ekonomisini iyi bilenler, bugün yaşanmakta olan krizin net olarak hangi ay başlayacağını dahi söylüyorlardı, duyabilenler için. Fakat bu mekanizmanın her çarkında kârlar ve keyifler o derece ayyuktaydı ki kimsenin duymak ve ciddiye almak gibi bir havası yoktu. Peki kriz neden şimdi? Bunun basit bir cevabı var: “Ayarlanabilir” mortgage satışları 2005 yılında tavan yapmıştı ve bu kredilerin iki yıllık cazip dönemi 2007’de doluyordu. Yeni para pompalanması devam edemediğinden emlak fiyatlarındaki artış bıçak ile kesilmiş ve spekülatif amaçla emlak almış olanlar da ellerindekini satamayacaklarından ve yükselen aylık ödemelerini de yerine getiremeyeceklerinden emlakları hacize bırakmaktan başka seçenekleri kalmadı. Ve sonuç beklendiği gibi eylül ayında büyük tsunami kıyıya vurdu. Sonuç olarak, şu an itibarı ile net kapital kaybı yaşayanlar arasında bu tür mortgage kredilerini elinden çıkaramayıp büyük zararla kalan birçok Amerikalı ve Avrupalı yatırım bankası ile mortgage satışlarında çok aktif olmuş bazı ticari bankaların hisselerini portföylerine koymuş olanlar, yani dolaylı olarak bu firmalara borsa üzerinden para bağlamış olanlardır. Fakat bunlardan daha fazla zarar edenler ise bu yüksek getiri öneren paketlere direkt olarak çok yüksek oranda paralar bağlamış olup işin rengi belli olduğunda bir türlü elden çıkaramayan global oyunculardır. Ki bu grupta Körfez ülkelerinin petrol zengini aileleri, birtakım Rus oligarklar ve Çin büyük yer teşkil etmektedir. Türkiye olumsuz etkilenmez Türkiye kapital fazlası bir ülke olmadığından hiçbir zaman bu finans paketlerine yatırım yapma arayışlarına girmedi. Paranın ucuz olduğu dönemde borçlarını da nispeten iyi şartlara endeksledi. Bu pozisyonundan dolayıdır Türkiye bu krizin birinci elden etkilerini yaşamamaktadır ve öyle gözüküyor ki yaşamayacaktır da. Fakat küresel ekonomide daralmanın zamanla yaratacağı nakit darlığının sonucu olabilecek birtakım sıkıntılar ufukta bekliyor olabilir. Ta ki ABD’nin bu kriz ardından tavrının ne olacağı netleşene kadar. Ki ABD’nin 2009 ve 2010 ekonomi politikaları seçimden kimin başkan çıkacağına bağlıdır. Sayın Barack Obama’nın bu kriz sürecinde daha dinamik tavrının seçimlere ramak kala McCain’in önünde farkı arttırmasına vesile olduğunu gördükçe ibre Demokratlardan yanadır diyebiliriz. Ve ilk adım olarak görülen odur ki önümüzdeki dönemlerde bu küresel finans ağının kontrol dışı olan boyutlarının kurallara bağlanması için ABD kongresinin öncülüğünde yoğun çalışmalar başlatılacaktır. Ki, 700 milyar dolarlık paketin onaylanması ile bu süreç başlamıştır.