Türkiye muhafazakârlaşıyor mu, BBDO'nun araştırmasından çıkan sonuç ne?

Türkiye muhafazakârlaşıyor mu, BBDO'nun araştırmasından çıkan sonuç ne?

Mehveş Evin Milliyet, 19 Temmuz

 

Muhafazakârlaşıyor muyuz?

 

Toplumun giderek muhafazakârlaştığını söylüyoruz. Peki bu ne kadar doğru? BBDO’nun son araştırması,  kendine “Muhafazakâr” diyenlerin arttığını, fakat dini pratiklerin uygulanmasının azaldığını gösteriyor

Kadın cinayetlerinden yaşam tarzı tartışmalarına, eğitimdeki değişimden tutun dizi tepkilerine, toplu taşıtta ‘bayan yanı’ ayrımından tutun şort sıkıntısına, hep aynı soru  gündeme geliyor: Türkiye toplumu muhafazakârlaşıyor mu? BBDO, Virtua Araştırma ve  Mediacat’in ortaklığında yapılan son araştırma, Türkiye’deki  ‘muhafazakârlaşma‘ hakkında  ilginç veriler içeriyor.

Çeşitli siyasi ideolojilerin gündelik hayata ve dinin yaşanmasına nasıl etki ettiğini, 13 ilden 250 katılımcıyla derinlemesine görüşmelerle saptayan araştırmada, akademik çalışmalar da incelenmiş. Sonuçta Türkiye’nin daha dindar olup olmadığına dair çarpıcı sonuçlar çıkmış... Bu kadar önemsenen ve sıkça tartışılan bir konunun, basında neredeyse hiç yer almaması da ilginç.

 

İbadet edenler azaldı

 

1-Türkiye’de kendisini ‘dindar’ olarak tanımlayanların oranı, 2000 yılından bu yana değişmedi. Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında hayli yüksek olan yüzde 81 oranını koruyor. 2-Ipsos KMG’nin 2012 araştırma sonuçlarına göreyse, Türkiye’de dini inancının hayatına yön verdiğini söyleyenlerin oranı 2007 ile 2011 arasında yüzde 72’den yüzde 66’ya gerilemiş durumda. 3-Ancak BBDO’nun araştırmasında, dindarlığın en önemli göstergesi olan dini pratikleri uygulamada negatif değişim çıkmış. 2003’ten 2007’ye, yüzde 31,6 olan düzenli namaz kılma oranı yüzde 29,3’e; düzenli oruç tutma oranıysa yüzde 65’ten yüzde 50’ye gerilemiş durumda. 4-Ancak kılınan namaz, tutulan oruç gibi somut sayılarda gözlenen bu eğilim, kişilere düşünceleri sorulduğunda bambaşka bir tablo çiziyor. Katılımcılar, yükselen oranlarda (2003’te yüzde 21,5; 2007’de 24,8) muhafazakâr olduklarını söylüyorlar. Yani Türkiye toplumu, sorulduğunda kendini dindarve muhafazakâr olarak tanımlarken, dini pratiklerin uygulaması konusunda gittikçe daha az takipçi oluyor.

 

Geçmiş hayalini belletmek

 

Peki bu durum bir çelişki  değil mi? İnsanlar, kendilerini daha sık ‘dindar’ olarak tanımlarken neden dini pratikleri daha  az yerine getiriyor? Araştırmada, “Muhafazakârlık tartışmasının din ve dini uygulamalardan çok, kişilerin düşünce  yapısı ve toplumun kendini nasıl gördüğü/görmesi gerektiğiyle ilgili bir konu” denmiş. Bizde muhafazakârlık, genelde dindarlıkla eşanlamlı kullanılır. Oysa muhafazakârlık, değişimi istememek, olduğu gibi bırakmak, kapatmak anlamlarını içeriyor: “Sadece müslüman/islamcı kesim değil, laik/seküler, Türkçü/milliyetçi ve sol/sosyalist grupların belledikleri, herkese de belletmek istedikleri idealize edilmiş   bir geçmiş hayali var...” Araştırmanın sonucunda, “Muhafazakârlık tartışmasında asıl sorulması gereken soru, toplumun dindarlaşıp dindarlaşmadığı değil” deniyor... Asıl soru, zaman zaman iktidara gelen bu muhafazakâr söylemlerin nasıl olup da fazla tepkiyle karşılaşmadan kendilerini yaygınlaştırabildiği. Üzerine daha çok düşünüp, konuşmamız gereken şey, işte bu.

Muhteşem Süleyman’a ‘dinci’ ve ‘milliyetçilerin’ verdiği farklı tepkiler, aynı kapıya çıkıyor: Muhafazakârlık.

 

Muhteşem söylem

 

Araştırmada verilen ‘Muhteşem Yüzyıl‘ örneği, aslında muhafazakârlık kavramını  çok iyi anlatıyor: * İslami muhafazakârların, padişahları içki içerken gösteriyor diye; milliyetçi muhafazakârların, Türklüğünden aldığı güçle değil de teknik üstünlük ve savaş hilesiyle galip geliniyor diye bir TV dizisine gösterdikleri tepki, muhafazakâr düşüncenin alternatif tasavvurlara karşı ne derece tahammülsüz olduğunu gösteriyor. * Özetle Türkiye’de muhafazakârlık, belli bir kampa özgü olmaktan ziyade toplumun neyi nasıl hatırlayacağını yönetmek isteyen, kendi  geçmiş tasavvurunu topluma belletmeye çalışan   bir söylem...

 

Aile her şeyin üzerinde

 

* Araştırma, bir kez daha Türk toplumu için ailenin  ‘korunması gereken’ ve güven duyulan yegane kurum   olduğunu ortaya koyuyor. * Türkiye, kişilerarası güvenin en düşük olduğu ülke (bizde yüzde 15 olan bu oran, İskandinav ülkelerinde yüzde 70’lerde!) Kimseye güvenmediğini söyleyen Türk toplumunun neredeyse her ferdi (yüzde 93) ailesine tamamen güveniyor. * Diğer toplumsal kurumlar bu denkleme katıldığında ailenin önemi daha da artıyor. Araştırmalara göre Türk toplumu sırasıyla millet (yüzde 10), devlet (yüzde 19), din (yüzde 22) ve ailenin (yüzde 46) korunması gerektiğini düşünüyor. * Muhafazakârlaştığı, gittikçe daha dindar hale geldiği söylenen bir toplumun, korunması gereken unsurlarda aileyi, dinin önüne, üstelikte oransal olarak iki kat önüne alması,  şaşırtıcı bulunmuş.