Türkiye’nin son Şam Büyükelçisi Ömer Önhon’a göre Ankara, Suriye’de olası bir kara harekâtı ile daha önceki harekatlar sonucunda Rusya ve ABD ile mutabık kalınan ancak ‘tutulmayan sözlerin’ giderilmesini hedefliyor.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan 9 Aralık’ta TRT World Forum'da yaptığı konuşmada, “Siyasi, askeri, ekonomik desteğimizle Avrupa'nın güvenliği ve refahını sürdürmesine verdiğimiz katkıları kimse inkâr edemez” dedi ve Türkiye’nin terörle mücadelesinde yalnız bırakıldığını belirtti:
“Yaptığımız onca fedakarlığa rağmen, birliğimizi ve beraberliğimizi tehdit eden terör örgütleriyle mücadelemizde yalnız bırakıldığımızı asla unutmayacağız. Binlerce tır silah, mühimmat, araç, gereç, ülkemin güneyinde Suriye'nin kuzeyindeki terör örgütlerine gönderilmiştir. Bunu gönderen ülke bakıyorsunuz NATO'da beraber olduğumuz ülke.”
“NATO'da beraberiz de bu terör örgütlerine bunca silah, mühimmat, araç gereci nasıl gönderirsin? Yok diyor böyle bir şey. Bütün video yayınlarının hepsini kendilerine gösterdik, gösteriyoruz. Türkiye'ye bunları anlatamazsınız. Çünkü biz her zaman haktan, hakikatten yana, gerçekten yana olduk. Bu teröristlerle verdiğimiz mücadelede bize kalkıp kimse hesap soramaz"
Türkiye’nin son Şam Büyükelçisi ve “Büyükelçinin Gözünden Suriye” adlı kitabın yazarı Ömer Önhon, Suriye ve Türkiye arasındaki son gelişmeleri BBC Türkçe’ye değerlendirdi.
Türkiye Suriye’de olası bir kara harekâtı ile neyi hedefliyor?
Birincisi sınırın öte yanında terör örgütlerinin, yani gerek YPG olsun gere DEAŞ olsun, orada bir yapı oluşturmamasını hedefliyor. Yani bir nevi sınırın öte yanında bu terör örgütleriyle komşu olmamayı. İkincisi orada bir güvenli bölge oluşturmak; çünkü o bölgeden Türkiye’ye çok saldırı oldu, çok havan atıldı, bombalı eylemler oldu ve çok vatandaşımızı kaybettik. Üçüncüsü de Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların geri dönebilecekleri bir güvenlikli bir bölge oluşturmak.
Bölgede farklı aktörlerin olması, orayı gayet karmaşık bir yapı haline getiriyor. Bu farklı aktörlerin de öncelikleri ve gündemleri zaman zaman birbiriyle çatışabiliyor. Hem Amerika hem Rusya Türkiye’nin kendini savunma hakkını vurguluyorlar ama son birkaç gündür bir kara harekâtına da karşı olduklarını ortaya koyuyorlar. Amerika sürekli olarak önceliğinin DEAŞ ile mücadele olduğunu ve bu DEAŞ ile mücadeleyi herhangi bir şekilde zayıflatacak bir girişime karşı olduğunu ifade ediyor.
Burada stratejik müttefik olan Türkiye ile DEAŞ’a karşı mücadelede yanına aldığı YPG arasında tercih yapmak durumunda kalıyor. Rusya da epeydir Türkiye’nin Esad ile anlaşmasını teşvik ediyor ama öbür taraftan YPG ile Esad arasında da bir müzakere ortamı yaratılması için çalışıyor.
Türkiye’den son günlerde yapılan açıklamalara bakınca ise 2019’da aslında Rusya ve ABD ile varılan mutabakatların yerine getirilmemiş olmasından şikayetçi olduğunu görüyoruz. 2019’da Barış Pınarı Harekâtı sonrasında ile Rusya ile yapılan Soçi Anlaşması’nda, YPG’nin Münbiç’ten ve Tel Rıfat’tan tamamen çekilmesi üstüne mutabık kalınmıştı ama bu olmadı.
Son dönemde Türkiye ve Suriye’den yapılan açıklamaları dikkate aldığınızda kısa ve orta vadede Türkiye Suriye ilişkileri için ne öngörüyorsunuz?
Türkiye, ABD, Rusya ve İran ileride bu siyasi çözümün ana aktörleri arasında olacaklar. İstihbarat kuruluşları bugüne kadar görüşüyorlardı. Şimdi o görüşmelerde ele alınan konuların belli bir noktaya getirilmesi ve ondan sonra siyasi düzeyde görüşmelere geçilmesinin öngörüldüğünü anlıyoruz ama şu anda o noktada olmadığı görülüyor.
Esad’ın bu işi daha ağırdan aldığı ve Türkiye’nin daha istekli olduğu gibi bir hava var. Bunun sebebi olarak da Türkiye’de yaklaşan seçimler ileri sürülüyor. Özellikle Türkiye’nin seçimlerden önce güvenlik ve sığınmacılar konusunun çözülmesini istediği… Esad’ın da Türkiye’deki hükümete seçimler öncesi böyle bir yardımda bulunmak istemediği şeklinde yorumlar var. Şu anda herhalde görüşmeler devam ediyordur, istihbarat düzeyinde ya da başka kanallarda. En azından şu an için bir ilerleme olmadığını görüyoruz.
Önümüzdeki dönemde bu iki ülkenin liderinin bir araya gelip bir el sıkışmasıyla bütün işler çözülmüyor tabii; çok sayıda mesela var yıllar içerisinde biriken. Bu meselelerin bir şekilde çözülmesi gerekiyor. Esad, ‘Bu savaşın kazanını benim ve dolayısıyla benim dediğim olur’ diyor ama ortam hiç öyle değil, çok sayıda muhalif var. Muhalifler ortadan kaybolmuş veya buharlaşıp gitmiş değiller. Bu muhalifler de eğer çözümün bir parçası olmazlarsa o zaman ben bir çözüm olmasını hakikaten zor görüyorum orada.
Türkiye haftalar önce açıkladığı Suriye kara harekâtına neden başlayamadı?
Aslında bunu hep söylüyor Türkiye. ‘Biz buradaki tehdidi bertaraf etmek için bir adım atacağız ama o adımın nasıl ve ne zaman olacağı bizim takdirimizde, zamanı gelince her şey olur’ diyorlar. Yani o tehdidin bertaraf edilmesi kararı alınmış ama bunun nasıl ve ne zaman yapılacağı başka bir şey. Evet, birtakım dengeler var tabii ki. O dengelerin de bir şekilde dikkate alındığını düşünüyorum ama harekattan vazgeçildi ya da yüzde yüz yapılacak diyemiyoruz.
Şu an nokta operasyonları devam ediyor. Belki nokta operasyonları ve diplomatik görüşmeler bir sonuç verir ve Türkiye istediğini elde eder. Veya istediğini elde edemez, onun üzerine daha geniş kapsamlı bir harekât olur. Onları zaman gösterecektir.
Türkiye Suriye’deki geçmiş harekatlarda istediklerini ne ölçüde elde edebildi?
Türkiye Suriye sınırı 911 km uzunlukta bir sınır. Bu sınırın öte tarafında 2011’den beri bir güvelik boşluğu var. Bu boşluğu da muhtelif yapılar doldurdu. Bir taraftan YPG, bir ara da DEAŞ vardı orada. Türkiye daha önce Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve en sonunda 2020’de İdlib’te Bahar Kalkanı harekâtı yaptı. Her harekatta mutlaka bir şekilde o harekatın amaçlarına önemli ölçüde ulaşıldı. O bölgeler terör örgütlerinden temizlendi, terör örgütleri geri itildi ama bütün bu harekatlar yüzde yüz başarıya ulaşmış olsaydı bugün herhalde yeni bir harekât yapma ihtiyacından bahsedilmezdi. Demek ki bir kısım şeyler eksik kaldı.
Barış Pınarı harekâtı niye sonlandırıldı? Hedeflere ulaşıldı denildi ama Ruslarla yapılan mutabakatta Mümbiç’ten Tel Rıfat’tan YPG’nin çekileceği kayıt altına alınmıştı ama bu gerçekleşmedi. Barış Pınarı harekât bölgesiyle Fırat Kalkanı hareket bölgesi arasındaki bölgede hala YPG’nin olduğunu görüyoruz; ek olarak Ruslar var, İranlılar var, rejim var ve oradan Türkiye’ye yönelik hala saldırılar yapılabiliyor. Dolayısıyla eski harekatlar kendi içinde amaçlarına büyük ölçüde ulaştılar ama Türkiye o bölgede istediğine yüzde yüz aldı demek güç.
Böylesi bir ortamda Suriye’nin geleceği ile nasıl bir senaryo öngörüyorsunuz?
Farklı ülkelerin farklı aktörlerin ve zaman zaman çatışan öncelikleri olması tabi bu bölgede bu sıkıntıların devam etmesinde çok önemli bir unsur. Ülkedeki bu sıkıntıların nedeni rejimin gayet katı bir şekilde muhalif sesleri bastırmaya çalışmasıydı, zaman içerisinde bu döndü ve bir iç savaşa evrildi. Eğer bu yaklaşımlarını değiştirmezlerse çok da bir şey değişmeyecek.
Bu baskının, yolsuzluğun bir şekilde bertaraf edilmesi lazım. Muhaliflerin de sürece dahil edilmesi lazım ki herkes tarafından kabul edilebilir bir siyasi çözüm bulunabilsin. Bu işin varması gereken yer, Suriye halkının büyük bir çoğunluğunun ortak bir mutabakatını sağlayacak bir zeminde uzlaşılabilmesi ama çok kolay bir şey değil bu. Başta komşu ülkeler olmak üzere uluslararası camianın, BM’nin bu konuda mutlaka destek olması gerekiyor. Suriye’nin hem siyasi hem ekonomik güvenliğe kavuşturulması gerekiyor ki o zaman sığınmacılar da geri dönmeye başlayabilsinler. Ama bunlar kolay şeyler değil, mutlaka zaman alacaktır ve meşakkatli olacaktır, çok kolay bir süreç beklemiyor.
Suriye’de esas olan siyasi çözümdür. Fakat Esad yönetimi şu anda ‘Savaşın kazananı biziz, dolayısıyla bu ülkede herhangi bir çözümün parametrelerini biz belirleriz, dışarıdan dayatmayı kabul etmeyiz’ gibi bir hava içinde ama bu çok yanıltıcı bir yaklaşım. Çünkü Esad şu anda ülkesinin yüzde 60’ının kontrolü elinde. Diğer yerlerde YPG var, muhalifler var ve hatta kendi kontrolü altındaki bölgelerde bile gayet ciddi sorunlar var. En son yaz aylarında Darha’da çok büyük olaylar çıktı.
Daha geçen hafta Süveyda’da çok büyük olaylar çıktı. Suveyda biliyorsunuz Suriye’de dürzilerin şehri olarak bilinir ve savaş boyunca savaşın çok büyük ölçüde dışında kalmayı başardılar ama geçen hafta yine yolsuzluk, ekonomik sıkıntılar, baskı gibi nedenlerle bir ayaklanma yaşandı orada.
Bu nedenlere baktığınızda aslında 2011’de krizin başlamasına neden olanlarla aynı olduğunu görüyorsunuz, yani demek ki 11 yılda değişen bir şey yok. Bir de tabii ülkenin ekonomisi çok kötü, halkın çok büyük bir bölümü açlık sınırında yaşıyor ve insanlar şu anda Esad’ın kontrolü altındaki bölgelerden ekonomik sıkıntılardan dolayı kaçıyorlar.
Rusya ve ABD’nin Suriye’de yakın gelecekteki hedefleri ne ve bunlar Türkiye’yi nasıl etkiler?
Amerika’nın önceliği sık sık söyledikleri gibi, DEAŞ’ın bir daha canlanmaması ve İran’ın oradaki mevcudiyeti diye düşünüyorum. Rusya da daha önce oldukça görünür bir şekilde bulunduğu Orta Doğu’dan, Sovyetler Birliği yıkıldıktan ve Soğuk Savaş da sona erdikten sonra çıkmak zorunda kalmıştı ve mevcudiyeti çok zayıflamıştı. Fakat bu Arap Baharı ve Suriye’deki iç savaş Ruslara Suriye’de tekrar bir yer tutmaları için bir fırsat verdi ve şu anda Ruslar oraya çeşitli şekillerde yerleşmiş durumdalar. Onların da amacının o yerleşikliklerini devam ettirmek ve bölgede yine söz sahibi bir ülke olmaya devam etmek olarak görüyorum.
Ruslar tabi şu anda enerjilerini Ukrayna’ya vakfetmiş durumdalar ve doğrusu bekledikleri süratte bir sonuca gidemedikleri gibi çok da olumsuz bir noktadalar, prestijleri de darbe almış durumda. Bir görüş Rusların Suriye’deki varlıklarının Ukrayna’daki savaş nedeniyle azalacağı yönünde ama ben öyle düşünmüyorum.
İstiklal caddesi ile gündeme gelen güvenli bölge stratejisi ne kadar etkili oldu?
Barış Pınarı bölgesine baktığınızda, sınırdan 32 km derinlikte, 140 km uzunluğunda bir bölge terör örgütünden temizlendi. Orası muhalif grupların yönetiminde, Türk askeri de var dolayısıyla evet orası güvenli bölge ama onun diğer tarafında YPG’nin olduğu yerler hala güvenli bölge değil. Dolayısıyla evet, orada güvenli bölge olarak nitelendirilebilecek yerler var ama sınır boyunun tamamı öyle değil.