Ece Göksedef
Türkiye ile Suriye arasında son dönemde başlayan üst düzey temas trafiği sürüyor. Son olarak iki ülkenin savunma bakanları Hulusi Akar ve Ali Mahmud Abbas, 28 Aralık 2022'de Moskova’da görüşmüştü. Görüşmede Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu da vardı. Türkiye, Suriye ve Rusya dışişleri bakanlarının da yakında bir araya gelmesi bekleniyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, geçen hafta gazetecilere yaptığı açıklamada, Şubat ayı başında Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdat’la Rusya’da görüşebileceğini söyledi.
Son birkaç ay içinde Rusya’nın arabuluculuğunda hızlanan görüşmelerde, masada Suriye’nin kuzeybatısında bulunan Türk askerlerinin durumu, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü ve Türkiye’nin "terör örgütü" olarak kabul ettiği Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) kontrol ettiği alanlara ne olacağı konusu da var.
İki ülke için kritik durumdaki bu sorunların nasıl çözüleceğini, Türkiye ve Suriye yetkililerine sorduk.
Suriye’de 2011’de iç savaşın başlamasından bu yana Türkiye muhalif gruplara silah, eğitim ve para desteği verirken; Beşar Esad yönetimi de, Türkiye’nin PKK ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle tehdit olarak gördüğü YPG’nin ülkenin kuzeydoğusuna yerleşmesi için alan açmıştı. Böylece YPG Türkiye’nin sınırında konuşlanmıştı.
YPG, bir süre sonra ABD’den destek almaya başladı. Şu an ülkenin dörtte birinde YPG’nin ana gövdesini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), ABD ordusunun da varlığı ve desteğiyle konuşlanmış durumda.
Tüm bu uzlaşmazlık noktaları içinde görüşmelere başlayabilmek için iki ülke yetkilileri, ortak bir zeminde uzlaştı: Suriye’nin toprak bütünlüğü.
Bugüne kadar yapılan görüşmelerde masanın kurulabilmesi, en azından kağıt üzerinde “Uzlaşmada ilk adım atıldı” diyebilmek ve daha üst düzeyde temasın sağlanabilmesi için iki ülke, “Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğine saygı duyulması” maddelerinde ortaklaştı.
Ancak bu uzlaşma, iki tarafın karşılıklı taleplerde bulunması sonucunu doğuruyor: Türkiye, SDG’nin kontrol ettiği alanları terk etmesini, Suriye de Türk askerlerinin bulunduğu alanlardan çekilmesini talep ediyor.
Askeri alanda atılacak adımların siyasi müzakereler sonrası geleceğini belirten Türk yetkililer ise ilk olarak başlıkların sıralamasının belirleneceğini, ardından bu başlıklarla ilgili tarafların yorumlarını ortaya koyacağını ve bu yorumlar üzerine taleplerin resmen bildirileceğini, son olarak müzakere sürecinin başlayacağını söyledi.
Şam, “Eğer toprak bütünlüğüne saygı konusunda hemfikirsek, bizim davet etmediğimiz yabancı ülke askerleri topraklarımızdan çekilmeli” diyor ve Türk askerlerinin tamamen çekilmesini talep ediyor.
BBC Türkçe’ye konuyla ilgili bilgi veren Türkiye'den bir üst düzey güvenlik yetkilisi, bölgede yapılan askeri operasyonların Rusya ile eşgüdüm içinde başlatıldığını, İdlib’deki gözlem noktalarının da Rusya ve İran ile varılan mutabakatlardan kaynaklandığını, Rusya’nın da görüşmelerin tarafı olduğunu hatırlatıyor:
“Bugün masada hiçbir kırmızı çizgi ve ön şartın olmadığını” belirten yetkili, tamamen ya da kısmen çekilme dahil her konunun müzakere edilebileceğini söylüyor.
Türk yetkililer, Ankara’nın da Şam’ın da, “Biz kırmızı çizgi ya da ön şart koyarsak karşı taraf da koyar, bu durumda pozisyonlarımız birbirinden tamamen farklı olduğu için aynı masaya oturmak mümkün olmaz” görüşünü benimsediğini söylüyor. Yetkililere göre iki taraf da ilk aşamada masaya oturmanın “başlı başına bir başarı olacağı” görüşünde.
Görüşmelerde Türk askerlerinin varlığıyla ilgili Şam yönetiminin nasıl bir yol haritası önerdiğini, Suriyeli milletvekili ve aynı zamanda Anayasa Komitesi üyesi Dr. Safwan Qarbi’ye sorduk.
Qarbi, ilişkilerin normalleşmesi için “11 yıldır kaybolan güvenin yeniden sağlanması” gerektiğini, bunun da ilk adımının “Türkiye’nin askerlerini geri çekmesiyle sağlanacağını” söylüyor:
“Geçmişte ortaya çıkan sorunları aşmak için işgali sessizce ve kademeli olarak sona erdirmek, bunun için de bir yol haritası üzerine çalışmak ve anlaşmaya varmak gerekiyor.”
Türk askerinin varlığını “işgal” olarak nitelendiren Qarbi, bu konuda uzlaşma sağlanmaması halinde Şam yönetiminin bölgede askeri operasyon yapma ihtimalini de gözardı etmiyor:
“Suriye’deki militanları zorla veya daha yumuşak çözümlerle rehabilite etmek, siyasi sürece dahil etmek ve eksiklerini de gözardı etmeden Güney Suriye deneyiminden faydalanmak, ne sebeple olursa olsun militerleşmenin hayatı devam ettirmek için önemli bir kaynak haline geldiği bir dönemde bunu sona erdirmek faydalı olacaktır.”
İdlib’den BBC Türkçe’ye konuşan bir muhalif komutan da, Türk yetkililerin kendilerine Suriye’nin güneyindeki Dera örneğini verdiğini; şartlarda uzlaşılırsa bunun masaya gelebileceğini söylediklerini anlatıyor.
Suriye’nin güneyindeki Dera’da 2018’de Rusya arabuluculuğunda ateşkes sağlanmış; Şam yönetimi tutukluların serbest bırakılması; göç edenlerin afla geri dönüşü; kamu binalarının, okulların ve hastanelerin yeniden açılarak hizmet vermeye başlaması gibi taahhütler vermişti. Karşılığında muhalifler de silahlarını Suriye ordusuna teslim etmişti.
Ancak yıllar içinde birçok tutuklu serbest bırakılmadığı gibi ailelerine de durumları hakkında bilgi verilmedi. Kamu hizmetleri de kağıt üzerinde başlamış görünse de aslında gerçek anlamda Dera halkı bunlardan faydalanamadı. Nihayetinde 2021 yılında halk yeniden sokaklara döküldü.
Silahlı muhalefetin yeniden güçlenmesinden korkan Suriye yönetimi, eski muhalif savaşçıların orduya yazılmasını şart koştu. Karşılığında Dera dışına gönderilmeyecekleri garantisi verildi. Böylece resmen orduya yazılan eski muhalifler, Şam yönetiminin sıkı kontrolü altında yeniden silahlanmış oldu.
Esad yönetimine yakın basın kuruluşları ile devlet medyası, bir kez daha sokağa yansıyan gerilime değinmeden muhaliflerin orduya katılmasını örnek bir gelişme olarak duyurdu.
BBC Türkçe’ye konuşan Qarbi, “Suriye-Türkiye mutabakatı, terörle mücadele ve bölgeyi terörden arındırma konusunda bölgesel ve uluslararası bir anlaşmaya varılması için bir başlangıç olabilir ve Türkiye'nin Suriye'de yaşananlardan büyük ölçüde zarar görmüş olan imajının iyileşmesine yol açabilir” diyerek, “terör örgütü” kabul ettikleri muhalif grupların da Türk askeriyle birlikte çekilmesine işaret ediyor.
Elbette “terörle mücadele” denildiğinde Türkiye için bu; YPG’nin sınırlardan çekilmesi anlamına geliyor.
Esad’la masaya oturulması; milyonlarca kişinin ülke içinde veya dışına göç etmek zorunda kaldığı, yaralandığı ve hayatını kaybettiği 12 yıldır süren iç savaşın sorumlusu olarak görülen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da çok sert ifadeler kullandığı yönetime bir anlamda meşruiyet kazandırmak anlamına geliyor.
Esad’a, muhaliflerin en büyük destekçilerinden biri olan Türkiye tarafından bir nevi meşruiyet de sağlayacak olan görüşmelerden Türkiye ne kazanacak?
Suriye yönetiminin Türkiye’den “toprak bütünlüğüne saygı” kararı doğrultusunda askerlerini geri çekme talebine karşılık da Türkiye, “Terörle mücadele edilerek SDG’nin bölgedeki kontrolünün son bulması” talebiyle geliyor.
BBC Türkçe’ye konuşan bir Türk yetkili, Türkiye’nin “terörle mücadele ve sınır güvenliği” konusunda ortak komiteler oluşturulması düşüncesinin olduğunu söyledi. Buna göre Suriye yönetimine, “PKK’nın bir kolu olan YPG’nin Şam için de ciddi bir güvenlik tehdidi olduğu ve Adana Mutabakatı” hatırlatılıyor.
Qarbi de, “Sınır güvenliğini sağlayacak tek koşul; sınırın iki tarafında sadece Türkiye ve Suriye’nin güvenlik aygıtlarının bulunmasıdır. Farklı çıkarları olan farklı grupların bulunması güvenliği tehdit eder. Son dönemde bölgede meydana gelen değişimleri dikkate alan ve bir ülkenin ulusal güvenliğinin diğerininki hiçe sayılmadan sağlandığı yeni bir Adana Mutabakatı’na olumlu bakıyoruz.” diyerek Ankara ile Şam’ın aynı fikirde olduğunu söylüyor.
Qarbi, Türkiye’nin askeri operasyon hedeflerini de hatırlatarak “Diyalog işe yaramazsa askeri gücü kullanmaya hazır olmalıyız” mesajı veriyor:
“Suriye’nin tüm komşuları, Kürt oluşumların farklı isimlerle kendi toplumlarında istikrarsızlığın ve bölücü hareketlerin bir unsuru haline geldiğine ve bu anomaliteye bir son verilmesi gerektiğine ikna olmuş durumda. Suriye’de de ‘özerk yönetim’ girişimiyle Kuzey Irak’ta olanları tekrarlamaya çalışıyorlar. Mümkün olan her alanda diplomasi yoluyla tüm silahlı ve ayrılıkçı grupların varlığını sona erdirmek ve diyalog mesajı işe yaramadığında kılıç sallayarak orduyu kullanmaya hazır olduğunu göstermek, Suriye ve Türkiye'nin ortak çıkarıdır.”
Bir yandan da hem Rusya hem Lübnan basınında, Moskova’nın, SDG’nin içindeki bazı birimlerin Suriye ordusunun bir parçası yapılması planı olduğuna dair haberler yer aldı.
Bu haberleri sorduğumuz Türk yetkililer, “Türkiye bunu neden kabul etmesin?” diyor ancak detayların önemli olduğunu not ediyor:
“Bunun nasıl yapılacağı, hangi şekilde orduya entegre olacağı, nerelerde konuşlanacakları, bizim müzakere masasında bu konuda nasıl bir anlaşmaya varacağımız ve tarafların pozisyonları burada önemli olacak.
“Bizim için burada önemli olan sınır güvenliği ve tehdidin bertaraf edilmesi. Bunlar sağlandığı takdirde ön şartsız her teklifi müzakere etmeye hazırız.”
Qarbi bu soruya net bir yanıt vermekten kaçınıyor ancak açık kapı bırakılabileceğinin mesajını veriyor:
“Suriye ve Türkiye’deki kültürel çeşitlilik bir zenginlik kaynağıdır ve Kürtler, ayrılıkçı hayallerinden uzaklaştığında bölge halklarının ortak çıkarında birleşecek şekilde bir unsur olabilirler.”
Ankara, Türkiye ile Suriye arasında yaşanan sorunların ABD’ye ve "PKK gibi örgütlere alan sağladığı" bu sebeple ne kadar uzun sürerse sürsün müzakerelere başlamanın başarı olarak kabul edileceği görüşünde.
Şam’dan da benzer bir yorum geliyor. Qarbi, “Burada asıl sorun, Amerika’nın varlığının Kürtlerin bu rüyasını beslemesi, yıpratıcı çatışmayı uzatmasıdır. Suriye - Türkiye ilişkilerinin normalleşmesi, Washington’ın bölgeden ayrılmayı ciddi ciddi düşünmesini gerektirecek, o zaman da geride kalan bu yapı, kimsenin tahmin edemeyeceği bir hızla çökecek. 'Türkiye’nin sopa göstermesi’ bugüne kadar Türkiye’nin hem imajına hem de ilişkilerine zarar veren askeri işgallerden daha faydalı olur” ifadesini kullanıyor.
Türk askerinin Suriye muhalefetiyle birlikte bulunduğu bölgelerde sadece askeri yapılanma mevcut değil. Türk yetkililerin fiili olarak yönetimde söz sahibi olduğu birçok alan da var. Türkiye’nin yaptırdığı hastaneler, okullar ve Türk yöneticilerin dolaylı da olsa karar mekanizmalarında güçlü şekilde yer aldığı yönetim binaları, belediye hizmetleri, mahkemeler gibi kurumlarda işleyişin tamamen Suriye yönetimine devredilmesi, Şam’ın kamuya açık şekilde duyurduğu taleplerinden.
Bu bölgelerde çoğunlukla Türk Lirası kullanılıyor.
Müzakerelerin sonunda iki tarafın da nihai hedefi, sınır kapılarının açılması ve ticaretin yeniden başlaması. Türkiye bu sebeple hem sınır kapılarında hem de bölge içinde halihazırda yürütülen günlük ticari hayatın devamının sağlanması konusunu masaya götürmeye hazırlanıyor.
Türkiye, Suriye’nin yeniden inşası konusunda da Esad yönetimiyle masaya oturmaya hazır. Bunun iki taraf için de karşılıklı kazanım olacağı görüşü hakim.
Şam’da görev yapan milletvekili Qarbi, “Rasyonel şekilde baktığımızda Türkiye ve Suriye, kâr zarar dengesinde eşit durumda” diyor ancak öncelikle askeri konuların çözülmesi gerektiğini söylüyor:
“ ‘Birlikte kazanırız’ söylemi, tüm resmi özetliyor. Güvenlik, kalkınma ve yatırımların mihenk taşı olduğu için iki ülkenin de ihtiyaç duyduğu ekonomik işbirliğine başlamadan önce güvenlik ve siyaset alanında kazanımların olması gerekiyor. Bunun sağlanmasının ardından 2011’den önce imzalanan ekonomi ve ticaret anlaşmaları, iki ülkenin de yararına olacak şekilde güncellenmeli ve eskisi gibi uygulanmalı.”
Ancak ticaretin yeniden başlaması, ABD’nin Suriye ile ticaret yapan ülkelere uyguladığı yaptırımları Türkiye’ye yöneltmesine yol açabilir. Türkiye’nin uzun vadede de olsa bu konuyu Washington’la da müzakere etmesi gerekebilir.
Son olarak ABD Dışişleri Bakanlık Sözcüsü Ned Price, herhangi bir ülkenin Esad yönetimiyle ilişkileri geliştirmesini desteklemediklerini açıklamıştı.
Ankara’da, ABD’nin bu yakınlaşmadan rahatsızlık duyduğu; bunun sebebinin de SDG’nin hareket alanının daralacak olması ve uzun vadede kendi askerleriyle birlikte burada bulunan yapının güçlü pozisyonunu kaybedecek olması olduğu yorumu yapılıyor.
Qarbi ise bu konuda, “ABD’nin sadece Suriye’yi değil, ülkenin komşularını da hedef alan haksız Sezar Yasası aracılığıyla Şam’a uyguladığı ekonomik boğma politikası ne işe yarıyor? Suriye ve Türkiye, sınır kapılarını ve uluslararası ticaret yollarını kontrol eden tek otorite olmadıkça karadan transit ticaret engellerle karşılaşıyor” diyor.
Şam yönetimi, sınır kapılarında HTŞ, YPG veya diğer muhalif grupların varlığının sona ermesini ve tamamen kontrolün Türkiye ile birlikte sağlanması gerektiğini savunuyor.
Ankara’nın oluşturmayı teklif edeceği ortak komitelerden biri de, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların dönüşü üzerine çalışacak bir komite olacak.
Ancak Suriye yönetiminden henüz buna dair olumlu bir adım ya da işaret gelmedi.
Şam, iç savaş sırasında Sünni nüfusun çoğunlukta olduğu bölgelere yoğun bombardıman yapmış; milyonlarca sivilin Türkiye’ye kaçmasına ve bunun bir sonucu olarak bu bölgelerdeki demografik yapının değişmesine yol açmıştı.
Türkiye’de seçimlere yaklaşılırken Suriyeli sığınmacıların da seçmen tercihini etkileyebileceği görüşü Ankara’da hakim. Bu nedenle hükümet, sığınmacıların Suriye’ye geri dönüşü konusunu da Şam’la görüşmelerde gündeme getirmeyi planlıyor. Ancak buna Şam'ın nasıl yanıt vereceği henüz belli değil.
Qarbi, bu konuyla ilgili sorumuza “Sığınmacıların geri dönüşünü engellemek veya kısıtlamak ne Suriye’nin ne de mültecileri kabul eden ülkelerin yararına olur" yanıtını verse de, af veya güvenli dönüşle ilgili nasıl bir garanti sağlanacağına değinmiyor. Suriyelilerin “yeterli hizmeti alamamaktan korktuğu için geri dönmediğini” söylüyor:
“Misafirliği uzun süren herkes doğal olarak bir sorun haline gelir. Bir evi, sahipleri dışında hiç kimse yeniden inşa edemez. Araştırmalar gösteriyor ki Suriyeliler evlerine siyasi sebeplerle değil, sadece yeterli hizmeti alamayacakları için dönemiyor. Bu sebeple sınır kapılarından gelen uluslararası yardım aracılığıyla altyapıyı yeniden inşa etmeçabaları başladı. Su, elektrik, temizlik ve tıbbi ihtiyaçlar ile okul binalarının yenilenmesi projeleri, çoğunluğu evlerine ve köylerine gönüllü olarak dönmeye teşvik edecektir”
Ankara da, Şam yönetiminin, ülkenin herhangi bir bölgesine geri dönmek isteyen Suriyeli sığınmacıları koşulsuz şekilde geri alıp almayacağını bilmiyor.
Bu sebeple sığınmacıların geri dönüşü de ön şart olarak ortaya konmuyor. Ülkeden kaçan, yerinden edilmiş Suriye vatandaşlarının çoğunun “yönetimle ciddi sorunları olduğunu” belirten yetkililer, bir yandan da Anayasa Komitesi’nin Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında çalışmalarını sürdürdüğünü, geri dönüşlerin yeni anayasaya göre, BM yol göstericiliğinde ve kontrolünde gerçekleştirilebileceğini söylüyor.
Bunun da yıllar alabileceği belirtiliyor.
Ancak iki ülkenin masada Rusya aracılığıyla yapacağı görüşmelerin ivme kazanması ve inisiyatif alınması halinde, hızlı ilerlemesi de mümkün olabilir.
Qarbi de, “Suriye-Türkiye ilişkilerinde normalleşmeye giden yol güllük gülistanlık değil ancak güven atmosferinde ilerleyen ve karşılıklı çıkarların korunduğu; dostlarımızın arabulucu olarak öneminin görüldüğü bir diyalog, özellikle yolculuğun bu son ayağında tüm zorlukları ortadan kaldırır. Evet, birlikte çalışırsak kazanırız” diyor.
Tüm bunlar önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Suriyeli mevkidaşı Faysal Miktad’ın birkaç hafta içinde yapması beklenen görüşmeyle, ardından da müzakere masasının kurulmasıyla şekillenecek.