Felat Bozarslan
Diyarbakır Şehirlerarası Otobüs Terminali'nde hava henüz yeni aydınlanıyor. Peronlardan birine bir otobüs yanaşıyor. Yedi kişi hızlı adımlarla otobüse yöneliyor. İçi boş valizlerini bagaja yerleştiriyor ve otobüse biniyorlar. Valizler boş, çünkü dönüşte getirecekleri her şey bu valizlere doldurulacak. Hepsi birbirini tanıyor. Yola çıkış amaçları aynı. İşsizlik, hayat pahalılığı ve ekonomik koşullar onları bu zor yolculuğa zorluyor.
Diyarbakır'dan yaklaşık 5 saat uzaklıktaki Habur sınır kapısından geçip Irak Kürdistan Bölgesi'nin Zaho ilçesine gidiyor, sigara, çay, içki, puro gibi satabilecekleri ne varsa alıyorlar. Onlar, ekmek parası için ömürlerini Türkiye-Irak sınırında tüketen "karınca"lar.
Türkiye'nin Ortadoğu'ya açılan sınır kapısı Habur, yıllardır herkesin bildiği ancak bölgenin ekonomik şartları nedeniyle "göz yumulan" yarı illegal bir ticarete ev sahipliği yapıyor. Eskilerin "kaçağa gitmek" dediği bu ticaretin geçmişi Türkiye'nin sınırlarının çizildiği yıllara dayanıyor. Geçmişte katırla ve dağlar aşılarak yapılan sınır ticareti şimdi farklı şekillerde devam ediyor. Katırla kaçağa gidenlerin torunları, artık pasaportla Irak'a gidiyor, ucuza aldıkları malları Türkiye'de satarak geçimlerini sağlıyor.
Geçmişte tek sıra halinde Türkiye sınırına doğru yürümeleri nedeniyle onlara "karınca" diye hitap edilirdi. Sınırın iki yakasında bu kişilere hâlâ "karınca" deniyor. DW Türkçe, sayıları yüz binleri bulan "karınca"ların Türkiye-Irak sınırındaki zorlu yolculuğuna eşlik etti.
Aralarında ekonomik kriz nedeniyle işsiz kalanlar, atanamayan öğretmen, ihraç kamu görevlisi, şoför, emekli, kadınlar, hatta çocuklar bile var. Birlikte Irak'a gideceğimiz Ahmet* de onlardan biri. Çalıştığı şirketten kriz nedeniyle işten çıkarılınca Irak yollarına düştüğünü söylüyor.
Geçmişte sınıra yakın Cizre ve Silopi'de yapılan bu ticaret, işsizliğin artmasıyla Doğu ve Güneydoğu'ya yayılmış durumda. Önceden küçük arabalarla Irak'a giden karıncalar için artık otobüsler kaldırılıyor. Ahmet, sadece Diyarbakır'dan günde 20'ye yakın otobüs kalktığını söylüyor.
Otobüs Diyarbakır'dan bir süre sonra dokuzyolcuyla hareket ediyor. Otogara gelmeyenler de yolda el kaldırıp otobüse biniyorlar.
Ahmet, elimde telefonumu görünce şaşırıyor. Çünkü onlar sefere telefonsuz çıkıyor. Bunun gizlilikle bir ilgisi yok. Irak'a gidince pazardan daha sonra satmak üzere alacakları telefona gümrük vergisi ödememek için yanlarına telefon almıyorlar. Telefon alacak parası olmayanlar ise 120 Türk Lirası (TL) karşılığında maddi durumu iyi olan karıncalara aracılık yapıyor. Aracı karıncalar, diğerlerinin satın aldığı telefonu vergi ödememek için kendi telefonu gibi gümrükten "geçiriyor".
Diyarbakır'da yarısı dolan otobüs İpek Yolu'ndan Suriye sınırını takip edip Nusaybin'e varıyor. Yolda her karıncaya bir poğaça ve çay veriliyor. Karıncılar, günü poğaça ile geçirmek zorunda. Irak'ta zamanları ve gümrükteki pahalı lokantaya verecek paraları yok. Gümrükte bir yemek ortalama 80 TL. Ayda 10-15 sefer yapıp her seferde 250 ila 400 TL kazanan karınca için bu oldukça yüksek bir rakam.
Otobüs, Nusaybin karıncalarını alıp Irak'a doğru devam ediyor. Nusaybin'de otobüse binen bir kişi dikkatimi çekiyor. Elbiseleri diğerlerine göre daha düzgün olan bu kişi otobüse bindirdiği karıncalara para dağıtıyor. Ahmet'e sorduğumda bu kişinin "patron" olduğunu öğreniyorum. Bunun ne anlama geldiğini Ahmet anlatıyor:
"Patron, 10'ar kişiyi karınca olarak kiralayıp Irak'a götürüyor. Patron karınca, yüklü miktarda alışveriş yapıyor ve bu 10 kişinin çantalarına koyuyor. Kiraladığı karıncaların masrafını da karşılıyor. Türkiye'ye dönünce malları geri alıp her karıncaya 150'şer TL veriyor."
Nusaybin yolcularıyla hınca hınç dolan otobüs yeniden yola koyuluyor. Ahmet'le sohbete devam ediyoruz. Gümrüklerde onur kırıcı davranışlar ve kötü muameleden şikâyet ediyor. İki çocuğu olduğu için bu işi yaptığını söylüyor ve yaşadıklarını anlatıyor:
"Çocuklar olmazsa açlıktan ölsem bile böyle bir rezilliği çekmem. Herkes bize iğrenerek bakıyor. Sanki vebalı gibiyiz. Her yerde kötü muamele görüyoruz. Adımız karınca ama karınca kadar değerimiz yok. Gümrükteki görevliler tarafından aşağılanıyoruz, itiliyoruz, kakılıyoruz, şiddet görüyoruz. Hep korkuyla yaşıyoruz. Bin lira ile gidiyoruz. Gümrük malımıza el koyarsa bütün paramız gidiyor. Hep bunun korkusuyla yaşıyoruz. Bazen kendime lanet ediyorum. Ama başka çarem yok."
Suriye'nin Amude ve Kamışlo kentleri sınırından geçiyoruz. Suriye sınırı boydan boya beton bloklarla kaplı. Eskiden Suriye'ye kaçağa giden Nusaybinlilerin Irak'a yönelmesinin sebebi de sınıra örülen duvar. Karınca otobüsleri tüm güvenlik birimlerince tanındığı için sık sık durduruluyor. Beş saat süren yolculuktan sonra nihayet Habur Sınır Kapısı'na varıyoruz.
Herkes bir anda otobüsten inerek pasaport polisine koşuyor. Pasaport kontrolünde yüzlerce kişilik kuyruk var. Kontrolü yapılan koşarak otobüse gidiyor. Uzun bekleyişten sonra sıra bana geliyor. Pasaport kontrolünden sonra Türkiye'den çıkıyor ve tarafsız bölge olarak bilinen Habur köprüsündeki kuyruğa giriyoruz. Irak tarafında da pasaport kontrolü yapılacak. Köprüde yüzlerce araç ve binlerce kişi var. Sıra kapmak için koşturanlar, kavga edenler, birbirinin önüne geçmeye çalışanlar nedeniyle koas yaşanıyor.
Zaman zaman görevlilerin müdahalesi ortalığı yatıştırsa da sessizlik uzun süreli olmuyor.
Kışın dondurucu soğuğu, yazın kavurucu sıcağında uzayıp giden kuyruklara katlanmak zorundalar. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ndeki İbrahim Halil Gümrük Kapısı eskiye göre çok daha kalabalık. Sebebi karıncaların sayısının artması. Biz de otobüsten inip yürüyerek sınırı geçmeye çalışıyoruz. Gümrük polisi önce izin vermiyor. Uzun ikna çabalarından sonra köprüyü geçip sınr kapısına varıyoruz.
Başka şehirlerden gelen yolcularla Silopili karıncalar arasında sıra yüzünden kavga çıkıyor. Pasaport sırasında yaşanan kargaşa bir görevlinin elindeki telsizle karıncaları iterek hizaya sokması ile sona eriyor. Pasaport kontrolü için 3,5 saat sırada bekliyoruz. Daha sonra İbrahim Halil Gümrüğü'nden çıkıp Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarına girebiliyoruz.
Kürdistan Bölgesi'ne giren karıncaların çilesi bitmiyor. Zaman çok kısıtlı olduğundan hızlıca çarşıya gidip alışveriş yapıp dönüş için tekrar otobüse yetişmek zorundalar. Burada acımasız kurallar geçerli. Geç kalırlarsa otobüs beklemiyor ve orada kalıyorlar. Gümrükten çıktıktan sonra 3-4 karınca ortak bir taksi tutup Türkiye sınırına 13 kilometre mesafedeki Zaho ilçesine gidiyorlar. Yaklaşık 350 bin nüfuslu Zaho'nun ekonomisi de karınca ticareti ile şekilleniyor.
Biz de Ahmet'le bulduğumuz ilk taksiye binip Zaho Çarşısı'ndaki Kürtçe ismi "Sûka dolara" olan Dolar Pazarı'na gidiyoruz. Çarşıda başdöndürücü bir telaş var. Zaho Çarşısı'nda en çok kullanılan para birimi TL. On bin dinarın 10 TL'ye tekabül ettiği çarşıda esnaf karıncalardan memnun. Sınır ticaretinden en kazançlı çıkan onlar.
Rızgar Mustafaisimli esnaf gülerek karınca alışverişini "karınca istilası" olarak tarif ediyor.
"Bu çarşıyı karınca istilası ayakta tutuyor. Geldiklerinde dükkânlarda ne varsa alıyorlar. Onlar olmazsa çarşıda açık dükkân kalmaz. Zaho ekonomisine çok büyük faydaları var" diyor.
Yüzlerce çeşit sigaranın olduğu pazarda neredeyse her tezgâhta Türk bandrollü ve Türkçe yazılı sigara paketleri görüyorum. Tezgâha yanaşıp fiyatları soruyorum.
Türkiye'de 275 TL olan ünlü markanın bir karton sigarası 50 TL'ye satılıyor. Türk bandrollü sigaranın Zaho'da altı kat ucuza satılmasına şaşırıyorum. Araştırınca bu sigaraların Zaho fabrikalarında üretildiği ve sahte bandrol basılıp karıncalara satıldığını öğreniyorum. Bir esnafın gülerek "Irak'ta her şey sahte, sigara mı gerçek olacak?" sözleri tüm olan biteni özetliyor.
Türkiye'de tekel ürünlerine yapılan zamlar Zaho pazarına da yansıyor ve fiyat artabiliyor. Bu nedenle sıkı pazarlık yapılıyor. Her karınca ortalama 10-15 karton sigara, 2-3 kilo çay, bir telefon veya bir şişe viski alıyor. Kimi dükkânda, kimi bir kaldırımın üstünde eşyalarını valize saklıyor. Gümrük kontrolünde eşyaların yakalanma olasılığı çok yüksek. Özellikle sigara ve nargile tütününü iyi saklamak zorundalar.
Ahmet, karıncaların valiz, elbise ve montlarının iç kısmına gizli bölmeler yaptırdığını anlatıyor. Bavula sığmayan sigaraları tek sıra halinde kemer gibi bantlayıp vücutlarına yapıştırıyorlar. Üstüne kazak ve mont giydikleri zaman gümrükten geçirmek daha kolay oluyor. Bu konuda kadınlar erkeklerden daha avantajlı. Gümrükte çoğunlukla kadın memur bulunmuyor. Erkek memurlar üst araması yapamadığı için de geniş kıyafetler giyip daha fazla malzemeyi rahatça geçirebiliyorlar.
Türkiye'nin Ortadoğu'ya açılan sınır kapısı Habur, yıllardır herkesin bildiği ancak bölgenin ekonomik şartları nedeniyle "göz yumulan" yarı illegal bir ticarete ev sahipliği yapıyor. Eskilerin "kaçağa gitmek" dediği bu ticaretin geçmişi Türkiye'nin sınırlarının çizildiği yıllara dayanıyor. Geçmişte katırla ve dağlar aşılarak yapılan sınır ticareti şimdi farklı şekillerde devam ediyor. Katırla kaçağa gidenlerin torunları, artık pasaportla Irak'a gidiyor, ucuza aldıkları malları Türkiye'de satarak geçimlerini sağlıyor.
Geçmişte tek sıra halinde Türkiye sınırına doğru yürümeleri nedeniyle onlara "karınca" diye hitap edilirdi. Sınırın iki yakasında bu kişilere hâlâ "karınca" deniyor. DW Türkçe, sayıları yüz binleri bulan "karınca"ların Türkiye-Irak sınırındaki zorlu yolculuğuna eşlik etti.
Aralarında ekonomik kriz nedeniyle işsiz kalanlar, atanamayan öğretmen, ihraç kamu görevlisi, şoför, emekli, kadınlar, hatta çocuklar bile var. Birlikte Irak'a gideceğimiz Ahmet* de onlardan biri. Çalıştığı şirketten kriz nedeniyle işten çıkarılınca Irak yollarına düştüğünü söylüyor.
Geçmişte sınıra yakın Cizre ve Silopi'de yapılan bu ticaret, işsizliğin artmasıyla Doğu ve Güneydoğu'ya yayılmış durumda. Önceden küçük arabalarla Irak'a giden karıncalar için artık otobüsler kaldırılıyor. Ahmet, sadece Diyarbakır'dan günde 20'ye yakın otobüs kalktığını söylüyor.
Otobüs Diyarbakır'dan bir süre sonra dokuzyolcuyla hareket ediyor. Otogara gelmeyenler de yolda el kaldırıp otobüse biniyorlar.
Ahmet, elimde telefonumu görünce şaşırıyor. Çünkü onlar sefere telefonsuz çıkıyor. Bunun gizlilikle bir ilgisi yok. Irak'a gidince pazardan daha sonra satmak üzere alacakları telefona gümrük vergisi ödememek için yanlarına telefon almıyorlar. Telefon alacak parası olmayanlar ise 120 Türk Lirası (TL) karşılığında maddi durumu iyi olan karıncalara aracılık yapıyor. Aracı karıncalar, diğerlerinin satın aldığı telefonu vergi ödememek için kendi telefonu gibi gümrükten "geçiriyor".
Diyarbakır'da yarısı dolan otobüs İpek Yolu'ndan Suriye sınırını takip edip Nusaybin'e varıyor. Yolda her karıncaya bir poğaça ve çay veriliyor. Karıncılar, günü poğaça ile geçirmek zorunda. Irak'ta zamanları ve gümrükteki pahalı lokantaya verecek paraları yok. Gümrükte bir yemek ortalama 80 TL. Ayda 10-15 sefer yapıp her seferde 250 ila 400 TL kazanan karınca için bu oldukça yüksek bir rakam.
Otobüs, Nusaybin karıncalarını alıp Irak'a doğru devam ediyor. Nusaybin'de otobüse binen bir kişi dikkatimi çekiyor. Elbiseleri diğerlerine göre daha düzgün olan bu kişi otobüse bindirdiği karıncalara para dağıtıyor. Ahmet'e sorduğumda bu kişinin "patron" olduğunu öğreniyorum. Bunun ne anlama geldiğini Ahmet anlatıyor:
"Patron, 10'ar kişiyi karınca olarak kiralayıp Irak'a götürüyor. Patron karınca, yüklü miktarda alışveriş yapıyor ve bu 10 kişinin çantalarına koyuyor. Kiraladığı karıncaların masrafını da karşılıyor. Türkiye'ye dönünce malları geri alıp her karıncaya 150'şer TL veriyor."
Nusaybin yolcularıyla hınca hınç dolan otobüs yeniden yola koyuluyor. Ahmet'le sohbete devam ediyoruz. Gümrüklerde onur kırıcı davranışlar ve kötü muameleden şikâyet ediyor. İki çocuğu olduğu için bu işi yaptığını söylüyor ve yaşadıklarını anlatıyor:
"Çocuklar olmazsa açlıktan ölsem bile böyle bir rezilliği çekmem. Herkes bize iğrenerek bakıyor. Sanki vebalı gibiyiz. Her yerde kötü muamele görüyoruz. Adımız karınca ama karınca kadar değerimiz yok. Gümrükteki görevliler tarafından aşağılanıyoruz, itiliyoruz, kakılıyoruz, şiddet görüyoruz. Hep korkuyla yaşıyoruz. Bin lira ile gidiyoruz. Gümrük malımıza el koyarsa bütün paramız gidiyor. Hep bunun korkusuyla yaşıyoruz. Bazen kendime lanet ediyorum. Ama başka çarem yok."
Suriye'nin Amude ve Kamışlo kentleri sınırından geçiyoruz. Suriye sınırı boydan boya beton bloklarla kaplı. Eskiden Suriye'ye kaçağa giden Nusaybinlilerin Irak'a yönelmesinin sebebi de sınıra örülen duvar. Karınca otobüsleri tüm güvenlik birimlerince tanındığı için sık sık durduruluyor. Beş saat süren yolculuktan sonra nihayet Habur Sınır Kapısı'na varıyoruz.
Herkes bir anda otobüsten inerek pasaport polisine koşuyor. Pasaport kontrolünde yüzlerce kişilik kuyruk var. Kontrolü yapılan koşarak otobüse gidiyor. Uzun bekleyişten sonra sıra bana geliyor. Pasaport kontrolünden sonra Türkiye'den çıkıyor ve tarafsız bölge olarak bilinen Habur köprüsündeki kuyruğa giriyoruz. Irak tarafında da pasaport kontrolü yapılacak. Köprüde yüzlerce araç ve binlerce kişi var. Sıra kapmak için koşturanlar, kavga edenler, birbirinin önüne geçmeye çalışanlar nedeniyle koas yaşanıyor.
Zaman zaman görevlilerin müdahalesi ortalığı yatıştırsa da sessizlik uzun süreli olmuyor.
Kışın dondurucu soğuğu, yazın kavurucu sıcağında uzayıp giden kuyruklara katlanmak zorundalar. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ndeki İbrahim Halil Gümrük Kapısı eskiye göre çok daha kalabalık. Sebebi karıncaların sayısının artması. Biz de otobüsten inip yürüyerek sınırı geçmeye çalışıyoruz. Gümrük polisi önce izin vermiyor. Uzun ikna çabalarından sonra köprüyü geçip sınr kapısına varıyoruz.
Başka şehirlerden gelen yolcularla Silopili karıncalar arasında sıra yüzünden kavga çıkıyor. Pasaport sırasında yaşanan kargaşa bir görevlinin elindeki telsizle karıncaları iterek hizaya sokması ile sona eriyor. Pasaport kontrolü için 3,5 saat sırada bekliyoruz. Daha sonra İbrahim Halil Gümrüğü'nden çıkıp Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarına girebiliyoruz.
Kürdistan Bölgesi'ne giren karıncaların çilesi bitmiyor. Zaman çok kısıtlı olduğundan hızlıca çarşıya gidip alışveriş yapıp dönüş için tekrar otobüse yetişmek zorundalar. Burada acımasız kurallar geçerli. Geç kalırlarsa otobüs beklemiyor ve orada kalıyorlar. Gümrükten çıktıktan sonra 3-4 karınca ortak bir taksi tutup Türkiye sınırına 13 kilometre mesafedeki Zaho ilçesine gidiyorlar. Yaklaşık 350 bin nüfuslu Zaho'nun ekonomisi de karınca ticareti ile şekilleniyor.
Biz de Ahmet'le bulduğumuz ilk taksiye binip Zaho Çarşısı'ndaki Kürtçe ismi "Sûka dolara" olan Dolar Pazarı'na gidiyoruz. Çarşıda başdöndürücü bir telaş var. Zaho Çarşısı'nda en çok kullanılan para birimi TL. On bin dinarın 10 TL'ye tekabül ettiği çarşıda esnaf karıncalardan memnun. Sınır ticaretinden en kazançlı çıkan onlar.
Rızgar Mustafaisimli esnaf gülerek karınca alışverişini "karınca istilası" olarak tarif ediyor.
"Bu çarşıyı karınca istilası ayakta tutuyor. Geldiklerinde dükkânlarda ne varsa alıyorlar. Onlar olmazsa çarşıda açık dükkân kalmaz. Zaho ekonomisine çok büyük faydaları var" diyor.
Yüzlerce çeşit sigaranın olduğu pazarda neredeyse her tezgâhta Türk bandrollü ve Türkçe yazılı sigara paketleri görüyorum. Tezgâha yanaşıp fiyatları soruyorum.
Türkiye'de 275 TL olan ünlü markanın bir karton sigarası 50 TL'ye satılıyor. Türk bandrollü sigaranın Zaho'da altı kat ucuza satılmasına şaşırıyorum. Araştırınca bu sigaraların Zaho fabrikalarında üretildiği ve sahte bandrol basılıp karıncalara satıldığını öğreniyorum. Bir esnafın gülerek "Irak'ta her şey sahte, sigara mı gerçek olacak?" sözleri tüm olan biteni özetliyor.
Türkiye'de tekel ürünlerine yapılan zamlar Zaho pazarına da yansıyor ve fiyat artabiliyor. Bu nedenle sıkı pazarlık yapılıyor. Her karınca ortalama 10-15 karton sigara, 2-3 kilo çay, bir telefon veya bir şişe viski alıyor. Kimi dükkânda, kimi bir kaldırımın üstünde eşyalarını valize saklıyor. Gümrük kontrolünde eşyaların yakalanma olasılığı çok yüksek. Özellikle sigara ve nargile tütününü iyi saklamak zorundalar.
Ahmet, karıncaların valiz, elbise ve montlarının iç kısmına gizli bölmeler yaptırdığını anlatıyor. Bavula sığmayan sigaraları tek sıra halinde kemer gibi bantlayıp vücutlarına yapıştırıyorlar. Üstüne kazak ve mont giydikleri zaman gümrükten geçirmek daha kolay oluyor. Bu konuda kadınlar erkeklerden daha avantajlı. Gümrükte çoğunlukla kadın memur bulunmuyor. Erkek memurlar üst araması yapamadığı için de geniş kıyafetler giyip daha fazla malzemeyi rahatça geçirebiliyorlar.
Ahmet pazarda önce fiyatı en ucuz sigaralardan alıyor. Ucuz sigara gümrük kontrolünde yem olarak valizin üstüne konuyor. Gümrükçü ilk bunları gördüğü için ucuz sigaralara el koyuyor. Bu nedenle karınca jargonunda ucuz sigaraya "kurbanlık" deniyor.
Gümrükçü, karıncanın malının çoğunu alırsa buna da "silkeleme" deniyor. Silkelenen bir karınca büyük ölçüde maddi zarara uğruyor. Ahmet, bir kısmını kaptıracağını bile bile 11 karton sigara ve üç kilo çay alıyor. Sigara paketlerini mot ceplerine, pantolon paçalarına, hatta iç çamaşırına bile saklıyor.
Dönüş vakti yaklaştıkça Zaho Çarşısı, havalimanı veya otogarı anımsatıyor. Ellerinde valizlerle koşturan karıncalar için artık son saatler.
Taksiyle gümrük kapısının karşısındaki petrol istasyonuna gidiyoruz. Burada da çay ve sigara satılan büyük bir market ve karıncalar için bekleme salonu var. Çarşıda zaman kaybetmek istemeyen karıncalar mallarını burada "zulalıyor". Bir masada mallarını saklayan genç kadının önünde tam 220 paket sigara sayıyorum.
Gümrüklerde neredeyse her işlem gecikmeli yapılıyor. Bu nedenle de bitmek tükenmek bilmeyen bir bekleyiş var. Bunun en önemli sebebi karıncaların yarattığı yoğunluk. Otobüsümüz bir saat geç geliyor. Karıncalar için asıl sıkıntılı ve zor süreç şimdi başlıyor. Elde kalan son sigaraları otobüste buldukları her deliğe saklamaya çalışıyorlar.
Hava iyiye kararırken otobüs gümrük sahasına hareket ediyor. Bir saatlik bekleyişin ardından gümrüğe girebiliyoruz. Acımasız kurallar geçerli olsa da karıncaların kendi aralarında sıkı bir dayanışma ağı var. Bu ağ, yol kontrollerini haber vermekten malları saklamaya kadar her an kendini gösteriyor. Bizden önce Türkiye tarafındaki gümrüğe giren karıncalardan otobüse kötü bir haber ulaşıyor. X-ray cihazının çalıştırıldığı ve gümrükçülerin tüm mallara el koyduğu bilgisi tüm otobüsü tedirgin ediyor. Üç saatin ardından Türkiye gümrüğüne giriş yapabiliyoruz.
Türkiye gümrüğünde hem karıncalar hem gümrük memurları bitkin düşmüş durumda. Ancak uzun bekleyiş devam ediyor. Saatler ilerledikçe sinirler geriliyor ve karıncalar arasında sıra kavgası çıkıyor. Sabaha karşı saat 03.20'de halen aynı noktada olduğumuzu fark ediyorum. Sıra gelince X-ray kuyruğuna giriyoruz. Karıncaların en korktuğu yer burası. Bu sırada bir memur bağırıp karıncaları sıraya sokmaya çalışıyor. Valizler didik didik ediliyor, fazla eşyalar yerlere fırlatılıyor.
Gümrüklerde karıncalara kötü davranıldığı herkesçe biliniyor. Ancak kimse buna itiraz edemiyor. Evlerine ekmek götürebilmeleri o an orada bulunan memurun iki dudağı arasında.
Gümrük memurları, otobüsün altını üstüne getirip çoğu malzemeye el koyuyor. Herkes hayal kırıklığı içinde. Valiz ve pasaport kontrolünden sonra otobüse biniyoruz. Ahmet hâlâ çilenin bitmediğini söylüyor. Çünkü Diyarbakır'a varana kadar birçok yerde jandarma kontrolü var. Ahmet'in kuzenine bir hafta önce Aşağıkonak Jandarma Karakolu'nda altı karton sigara için tutanak tutulmuş. Tutanak, onlar için korkunç bir şey. Tutanak tutulunca karınca yargılanıp hatta hapis cezası alabiliyor. Vakit erken olduğu için jandarma kontrolüne takılmadan ve yola çıktıktan 24 saat sonra Diyarbakır'a varabiliyoruz.
İki günde bir sefere çıkabilen karıncalar, ayda ortalama 4-5 bin lira para kazanıyor. Yaptıkları işin yasal olmadığının farkındalar. Ancak bu zorlu yolculuğa çıkmaktan başka çareleri olmadığını söylüyorlar.