CHP Uluslararası İlişkilerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz, Türkiye’nin birlikte hareket ettiği ÖSO’cu grupların bazı eylemlerinden sorumlu tutulabileceğini söyledi. Bu grupların yeterince kontrol edilemediğini belirten Çeviköz, dünya kamuoyu tarafından Türkiye’ye savaş suçlamalarının yöneltilebileceğini ifade etti. Harekâtı destekleyerek tezkereyi onaylamalarını da “rutin bir süreç” olarak savundu.
Evrensel'den Birkan Bulut CHP’nin uluslararası işlerinin başındaki isim Ünal Çeviköz ile Soçi Mutabakatı’nın ardından ortaya çıkan tabloyu konuştu. Aynı zamanda emekli bir diplomat olan Çeviköz, ortaya çıkan tablonun CHP’nin bugüne kadar dile getirdiği tezlere ulaştığını söyledi. Suriye sorununun barışçıl ve demokratik yollardan çözülmesini savunduklarını belirten Çeviköz, mutabakatta Rusya’nın Adana Protokolü’nün hayata geçmesi konusunda kolaylık sağlamayı taahhüt etmesine dikkat çekti. Rusya ile varılan anlaşmanın Suriye yönetimi ile Türkiye’nin sınır güvenliğini ortak bir şekilde sağlama zamanının geldiğini gösterdiğini ifade eden Çeviköz, “Erdoğan da ‘Suriye kendi topraklarının güvenliğini sağlamalıdır’ diyor. Suriye sınırına baktığınızda Tel Abyad ile Resulayn arasındaki 120 kilometrelik bölgede Türkiye ve Türkiye’ye bağlı bir takım tehlikeli unsurların kontrol ettikleri bir alan var. Ama onun dışında Fırat’ın batısında Menbiç’in bulunduğu yeri, Cerablus sınırına kadar doğuda da Irak sınırına kadar olan bölgeyi Suriye ordusu 15 gözlem noktası ile kontrol edecek. Türkiye ise 10 kilometre derinliğinde gözlem yapacak” dedi.
Gelinen noktada çatışmaların durmasını, “Barış için bir fırsat” olarak yorumlayan Çeviköz, ABD ve Rusya ile sağlanan mutabakatın ardından sıranın Şam’a geldiğini söyledi. “Olumlu bir sonuç olarak mı değerlendiriyorsunuz” diye sorduğumuzda ise Çeviköz, “Soçi Anlaşması'nın da ABD mutabakatının da içinde bazı eksiklikler veya tam manasıyla Türkiye’yi tatmin etmeyecek bazı unsurlar olabilir. Ama bu unsurlar üzerinde durmaktansa yakalanan fırsatı değerlendirmek ve barışı üretmek gerekir” dedi.
Türkiye’nin birlikte hareket ettiği ÖSO gruplarını ise “tehlikeli unsurlar” olarak değerlendiren Çeviköz, şöyle devam etti:
“Çok tehlikeli, çünkü uluslararası kamuoyunda çok ciddi şekilde olumsuz bir algı oluşmaya başladı. En önemli sebeplerinden biri harekat başladıktan sonra yayımlanan bazı görüntüler. Bunlar hakikaten tüyler ürpertici görüntüler. Her şeyden önce bu oluşumun adının Suriye Milli Ordusu olması, Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine saygısızlık. Sanki Suriye ordusu gayrimilli bir orduymuş gibi bir anlam çıkıyor. Bunlar en azından komşulukla bağdaştırılacak bir şey değil.”
Ayrıca söz konusu ÖSO gruplarının arasında el Kaide, el Nusra’dan gelen cihatçıların bulunduğuna dikkat çeken Çeviköz, bu grupların yapacağı birtakım eylemlerden Türkiye’nin sorumlu tutulma ihtimali olduğunu ifade etti. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri başta olmak üzere çeşitli yerlerden gelen bazı uyarılar olduğunu belirten Çeviköz, “Eğer birtakım belgeler ve deliller ortaya çıkarsa, Türkiye’nin bunlardan ciddi anlamda müteessir olacağından kuşku duyuyorum. Türkiye’nin bu grupları yeterince kontrol edemediğine dair işaretler var. Benzer bir kontrolsüzlüğün sürmesi halinde bu grupların kent merkezlerinde yapacağı eylemlerden dünya kamuoyu tarafından bir savaş suçu olarak değerlendirilebilir. Onları destekleyen taraf olarak Türkiye’ye de suçlamalar yöneltilebilir” dedi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Suriye’nin kuzeyinde Arapların yönetime geleceği açıklaması ve demografik yapıyı değiştirme tartışmaları hakkında Çeviköz, “Suriye’nin hangi bölgesini kimin yöneteceğine Suriye’nin karar vermesi gerekir. Suriye yönetiminin, kendi toprakları üzerinde hangi bölgede kimin yaşayacağına kendisinin karar vermesi gerekmektedir. Bunlar Suriye ile konuşmadan dışarıdan ‘Şu olsun, bu olsun’ demesiyle olacak bir şey değildir” dedi.
Ankara-Şam arasında diyalog çağrısına ve parti içinde de tepkilere rağmen neden tezkereye evet dedikleri sorusuna ise Çeviköz, “CHP içinde değişik görüşler olması normaldir. Bu tezkere, aslında mevcut olan askeri varlığın süresinin bir yıl daha uzatılması için rutin bir süreçtir. Her yıl yenilenmek maksadıyla gündeme getirilen bir tezkeredir. Şimdi Türkiye’nin Irak’ta en az 1500 kişilik askeri mevcudiyeti var. Suriye’de ise İdlib, Afrin ve Cerablus buna eklenebilir. Bu askeri varlığın birdenbire çekilmesinin yaratacağı sakıncalar tahmin edilebilir. Bu askeri varlık, sivil-askeri iş birliği sürecinin önemli unsurlarından biri. Kızılay gibi iç savaştan etkilenen insanlara yardım ulaştırmaya çalışıyorlar. Fakat Suriye konferansında dile getirdiğimiz gibi Türkiye’nin güvenlik tehdidi algıları ortadan kaldırıldıktan sonra Suriye’deki askeri varlığın tümüyle çekilmesini istemiştik” dedi.