İdlib’e olası geniş çaplı bir askeri operasyonu "felaket" olarak nitelendiren Türk hükümeti, bir yandan operasyonu durdurmak için Rusya-İran-Avrupa üçgenindeki diplomasiyi hızlandırırken, bir yandan da olası göç için hazırlıklarını hızlandırdı. Rusya ve İran devlet başkanlarıyla Tahran’da yaptığı zirve toplantısında Türkiye’nin yeni bir göç dalgasını kaldırmaya gücünün yetmeyeceğini açıkça söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, göç konusunda en büyük desteği Almanya ve Fransa’nın başını çektiği Avrupa Birliği ülkelerinden istiyor.
Mevcut durumda İdlib’de 30 bin kişinin evlerini terk ettiği ve bunların çoğunun Türkiye sınırına doğru ilerlediğinden hareket eden yetkililer, arkası gelmesi muhtemel büyük göç dalgasını Türkiye-Suriye sınırının öteki tarafında tutmaya dönük çalışmaları artırdı. DW Türkçe’ye bilgi veren Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) yetkilileri, Kızılay’la birlikte bölgeye dönük yardımları artırdıklarını söylüyor. Mevcut durumda Suriye içindeki 40’a yakın kampta kalan insanların ihtiyaçlarını karşılayan Kızılay, her ay yaklaşık 150 bin kişiye ulaştırdığı insani yardımı daha da artırma kararı aldı. Olası göç ile gelecek insanlar için Suriye sınırının öteki tarafında yeni kamp alanları tespit eden, bölgedeki depolarına çadır, battaniye, gıda kolisi ve hijyen setleri takviye eden Kızılay, İdlib’deki yetimhanelerdeki çocukların çatışmalardan en az etkilenmesi için de planlamalar içinde.
İdlib’den olası göç için sadece resmi düzeyde değil sivil toplum ağında, bu konuda araştırmalar yapan akademisyenler arasında da hazırlık var. Türk-Alman Üniversitesi Göç ve Uyum Uygulama-Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Murat Erdoğan, DW Türkçe’ye hükümetin olası göç dalgasını sınırın öteki tarafında tutmak istediğini söylüyor ancak “Tutamayabiliriz. Çünkü insanlar İdlib’e sistemli bir saldırı durumda doğrudan Türkiye'ye yönelecekler. Tutmak çok zor” yorumu yapıyor.
Türkiye’nin bir yandan Rusya ve İran’la yürüttüğü diplomatik temaslara değinen ve bu diplomatik temaslarda “Muhaliflerle, radikaller ayrılsın, teröristlerle birlikte mücadele edelim” mesajının öne çıktığını hatırlatan Erdoğan, ancak gelinen noktada teröristle masum insanı ayıracak bir sistemin olmadığını vurguluyor. Tüm dünyada “Suriye’den teröristler gelecek” algısının yayıldığını ve böylesi bir algı karşısında Türkiye’nin Avrupa ile birlikte göçü önlemeye dönük ortak strateji belirlemesinin zor olduğunu söyleyen Erdoğan, “Türkiye’nin Almanya ve Fransa üzerinden Suriye rejimiyle iletişim kurması gerekiyor. Ben, göçü önlemenin yolunun Suriye rejimiyle diyalogdan geçtiğini düşünüyorum” diye konuşuyor. Erdoğan, Türkiye’nin Suriye rejimine bölgedeki teröristler konusunda "birlikte çalışma" teklifini kolaylıkla iletebileceğini belirtirken, “Bu yapılırsa, sonra kimse dönüp de, sınırdan giren terörist mi, değil mi sorusunu sormayacak” yorumu yapıyor.
Göç ve uyum çalışmalarıyla sahada yaptığı araştırmalarıyla dikkat çeken, TOBB Üniversitesi’nden Doç. Başak Yavcan ise olası göç dalgası konusunda en büyük kaygısının “Türkiye’deki sosyal uyum” olduğunu söylüyor. “Suriyeliler zaten her konuda günah keçisi ilan edilmiş durumdalar” görüşündeki Yavcan, kaygılarını DW Türkçe’yle paylaşırken “Türk kamuoyunda Suriyeliler konusundaki negatif düşünceler gün geçtikçe artıyor. Yeni bir göç dalgası bu düşünceleri daha da tetikleyecek. Suriye karşıtlığının yarattığı toplumsal tansiyonun saatli bomba gibi olduğunu söylesem yanlış olmaz” diye konuşuyor.
Peki ne yapılmalı? “Suriyelilerin gelmesi durumunda acil uluslararası bir fon yönetimi oluşturulmalı” diyen Yavcan, AB’den ne kadar mali yardım alınacağından, bu yardımın, fonun nasıl kullanılacağına kadar her detayın şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşılmasını öneriyor. Yavcan, “Suriyelilere ne yapılırsa yerli halka da yapılması gerekiyor. Suriyelilere mesleki eğitim verilecekse, dil öğretilecekse, hepsi ama hepsi yerli halka da sunulmalı. Toplumsal uyum olmadan göçle mücadele etmemiz çok zor” diyor.
İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı Metin Çorabatır da olası göç dalgasının "kaçınılmaz" olduğunu ve bu kez Türkiye’nin "çok daha dikkatli hareket etmesi" gerektiğini söylüyor. Çorabatır, bunun nasıl olacağını da DW Türkçe’ye anlatırken “Türkiye’nin sınırda mutlaka uluslararası mülteci hukukunun gereği olarak uluslararası bir işbirliği ile göçü kontrol etmesi gerekiyor. AB ve BM yetkilileri de işin her aşamasında devrede olmalı” diyor. Çorabatır, Türkiye’nin bu konuda eksikleri olduğunu vurgularken, “Türkiye imajını yenilemeli ve uluslararası işbirliğiyle öne çıkmalı. Daha önceki deneyimlerde Türkiye bu konuda çok geride kalmıştı” görüşünü savunuyor.
Türkiye’nin geleneksel olarak mültecilere "açık kapı politikası" uyguladığını hatırlatan Çorabatır, “Bu kez kapıların açılmayacağını söylüyor hükümet ama insanlar sınıra yığılacak. Bu duruma karşı da nasıl insani çözüm formülleri üzerinde duruluyor henüz bilmiyoruz ama çok zor koşulların bizi beklediğini anlıyoruz” sözleriyle endişelerini de özetliyor.