Türkiye'de bir garip IŞİD davası

Türkiye'de bir garip IŞİD davası

Suruç saldırısı sonrası Türkiye’de IŞİD sempatizanlarına yönelik başlayan gözaltı dalgasında bir hafta içinde gözaltına alınan IŞİD militanı ve sempatizanı sayısı 100’ü aştı.

Al Monitor Türkçe'de yer alan Metin Gürcan'ın yazısına göre, özellikle hükümete yakın medya bu gözaltı dalgasını İD’e yönelik büyük bir ‘zafer’ olarak olarak niteliyor. Ama geçen hafta yayımlanan yazımda da belirttiğim gibi Türk adalet sisteminde İD ile mücadele konusundaki isteksizliği nedeniyle asıl soru bu gözaltıların sonrasındaki hukuki süreç. Yani bu kişiler hakkında hazırlanacak olan savcılık İDdianameleri ve işledikleri İDdia edilen suçlara dair yargılama süreci.

Türkiye’de açılan ilk İD davası olan Niğde davası incelendiğinde Türk adalet sisteminin bu samimiyet testinden geçmekte çok da istekli olmadığı görülüyor. Bu yazının amacı tam da bu isteksizliğin nedenlerini Niğde davası üzerinden incelemek.

Niğde Davası

20 Mart 2014’te Suriye’den Türkiye’ye kaçak giriş yapan üç İD militanı Niğde’de yol kontrolü sırasında önce bir Jandarma Astsubay ve polis memurunu, sonra gasp etikleri kamyonun şoförü Turan Yaşar’ı öldürmüşler, olay yerinde çıkan çatışmada çoğu Jandarma personeli 17 kişi yaralanmıştı. Ardından yakalanan ve Ankara’ya gönderilen Kosova asıllı Alman vatandaşı Benyamin Xu, Kosova asıllı İsveç vatandaşı Çendrim Ramadani ve Makedonyalı Muhammed Zakiri ile onları azmettirdiği iddia edilen Azeri Fuad Mövsümöv “kamu görevlisini görevinden dolayı öldürmek, ülkeye izinsiz olarak ateşli silah ve mermi sokmak, yağma” gibi suçlardan tutuklanmışlardı. Peki Niğde davasının önemi ne? Bu dava, bundan sonra Türkiye’de Türk güvenlik güçleri ile İD militanları arasında her an yaşanabilecek silahlı çatışmaların hukuki süreçlerinde emsal gösterilecek. Bu nedenle da hayati bir önem arz ediyor.

Al-Monitor davayı araştırmaya başladığında saldırıda hayatını kaybeden Astsubay Adil Kozinoğlu ve polis memuru Adem Çoban’ın ailelerine ve avukatlarına ulaştı ama bu kişilerden hiçbiri konuşmak istemedi. Olayda öldürülen tek sivil olan kamyon şoförü Turan Yaşar’ın avukatı Ali Çil ise Ankara’daki bürosunda Al-Monitor’e özel çok çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Ali Çil’e göre Niğde davası İD mensupları olduğu bilinen kişilerin doğrudan sanık olduğu ilk dosya olduğu için hayati öneme haiz. Bir de mağdurlardan ikisi görevi başında şehit edilen iki güvenlik görevlisi olunca bu davada ilk kez Türk devleti mağdur, İD mensupları ise sanık konumunda.

Kritik önemine rağmen Niğde davasının hem Türkiye hem de uluslararası kamuoyunda yeterince takip edilmemesinden şikayetçi olan Çil sözlerine yargılama süreci ile ilgili şoke edici ayrıntılarla başlıyor:

“Niğde saldırısının savcılık iddianamesi 13 Kasım 2014’de tamamlandı ve bize ilk duruşma günü olarak 12 Ocak 2015 günü verildi. Duruşmaya gittiğimizde şoke olduk çünkü ilk duruşma 9 Ocak 2015’de kimseye haber vermeden yapılmış. Bu, Türkiye’deki 25 yıllık avukatlık hayatımda ilk kez karşılaştığım bir durum. Böylesine kritik ve içinde ölümlerin olduğu bir davada mağdurlara haber verilmeden duruşma nasıl erkene alınıp yapılabilir? Türk hukuk sistemi hakimlere böyle bir hak tanımaz.”

Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun (CMK) 102’nci maddesine göre bir sonraki duruşmanın bir öncekinden en fazla bir ay sonra yapılması gerektiğini vurgulayan Çil’e mahkeme ikinci duruşma için 9 Şubat tarihini vermiş. Çil sözlerine şöyle devam ediyor: “İlk duruşmayı bizden kaçırdıkları için, tecrübeli olunca, 8 Şubat günü ben mahkemeyi aradım ve bana dosyayı Adalet Bakanlığı’na gönderdiklerini ve onlardan görüş beklediklerini söylediler. Bu nedenle duruşmanın yapılmayacağını, bizlere kesin tarih hakkında bilgi vereceklerini ifade ettiler. Ancak sonradan öğrendik ki ikinci duruşma da 9 Şubat 2015’de yine biz olmadan yapılmış. Gene şok olduk”.

Çil en sonunda üçüncü duruşma tarihi olan 5 Mart 2015’de mahkeme salonuna girebildiklerini söylüyor ve şöyle diyor: “Üçüncü duruşmaya en sonunda katılabildik  ama bu sefer de sanıklar duruşma salonunda yoktu. Sebebini sorduğumuzda hiç bir gerekçe göstermeden bize sanıkların Ankara’da bulundukları cezaevinden tele-konferans ile duruşmaya katılacakları söylendi. Böyle ciddi bir davada tele-konferansla duruşma mı olur?’ sorumuza ve ‘sanıklar duruşmalara getirilsin’ taleplerimize rağmen davanın başlamasının üzerinden 9 ay geçti ancak biz sanıkları henüz görmedik ve yüzleştirme yapılamadı. Türkiye’de en basit bir hakaret davasında bile yüzleştirme yapılır. Ama biz böylesine önemli bir davada ilk iki duruşmayı kaçırdık, üçüncü duruşmada da sanıkları göremedik”.

Her duruşma günü ayrı bir şok yaşadığını söyleyen Çil üçüncü duruşmanın şokunu da Emniyet Genel Müdürlüğü’nden gelen bir yazının yaşattığını ifade ediyor: “Mahkemeye polisten bir yazı gelmiş, yazıda Niğde davasının yaklaşan ‘7 Haziran 2015 genel seçimlerinin güvenliği’ için hassas olduğu vurgulanarak bu nedenle duruşmaların 7 Haziran 2015 sonrasına ertelenmesi tavsiye ediliyor”.

Kolluk gücü olarak bağımsız mahkemelerin emrinde olması gereken polisin mahkeme bağımsızlığını hiçe sayarak duruşma tarihi hakkında mahkemeyi yönlendirmesi Çil’in de 25 yıllık avukatlık hayatında ilk kez şahit olduğu bir durum. Çil davada ilk kez yaşadığı başka gariplikleri ise şöyle sıralıyor:

Sanıklara CMK’ye göre Niğde Barosundan avukat atandı. Atanan avukat daha duruşma başlamadan gerekçe göstermeden çekildi. Ancak kanuna göre avukatlar çekilemez.

Türkiye’de en basit bir hakaret davasında bile mahkeme şayet sanıklar duruşmaya gelmezse izhar (zorla getirme) kararı çıkartır ama bu davada devleti temsil etmesi gereken savcı sanıkların duruşmalara getirilmesine yanaşmadı.

Ali Çil’in sanıkların getirilmesine hem devleti temsil eden savcılığın hem de mahkemenin niçin karşı çıktığına ilişkin yanıtı ise net: “Sanıkların Türkiye'de olmadığı ve serbest bırakıldıkları yolunda kuvvetli şüphe var”.

Çil bunun gerekçesi olarak da şunu gösteriyor: “‘Bu İD militanlarının birileri tarafından Musul’daki rehine krizinde İD’le takas edildiği, bu nedenle Türkiye’de olmadıklarını söyleniyor”.

Peki bu “birileri” kim Çil’in yanıtı şöyle: ‘AKP iktidarı. (...) Niğde davasının sanıklarından biri de bu İD militanlarını Türkiye’ye sokan kişi olan ve MİT hesabına çalışan Heysem Topalca isminde Suriyeli bir Türkmen. Sanıkların Türkiye’ye nasıl ve niçin girdikleri hala bir muamma. Ama kesin olan bir şey var: Girişlerinde MİT ile bağlantısı olan kişiler rol oynamış. Bir de şahısların kullandığı arabadan bir orduyu donatacak kadar silah ve mühimmat çıktığını da not etmeliyim. Bu şahıslar kesinlikle ağır silahlılardı ve bir yere göreve gidiyorlardı. Ama ne olursa olsun bu adamlar Türkiye’de Türk vatandaşlarını öldürmüş. Bunlar nasıl serbest bırakılır? Bu kararın altına imza atan kişinin kişisel sorumluluğu yok mudur? Eli titremez mi?”

Çil’e göre Türkiye’de İD militanlarının yargılanması ve cezalandırılması için mevcut yasal alt yapı yeterli. Ancak Çil’in siyasi olduğunu düşündüğü baskılar davanın ilerlemesini geciktiriyor. Türkiye’de siyasi iklim değişirse aynı mahkemenin davaya olan bakışının olumlu şekilde değişeceğine inanan Çil bunu şöyle açıklıyor: “Ben dava ilerledikçe gördüm ki aslında mahkeme heyeti de iyi niyetli ve davanın ciddiyetinin farkında ancak onlar da siyasi baskı altında olunca bir şey yapamıyorlar”.

Çil’in Niğde davası ile ilgili öngörüsü ise oldukça çarpıcı: “CMK 102-2’ye göre tutukluluk süresi azami beş yıldır. Bu şu demek: Devlet bir davayı beş yılda bitiremezse dava konusu ne olursa olsun tutuklular serbest bırakılır ve dava sanıkların tutuksuz yargılanması şeklinde devam eder. Niğde davasının 9 ayı gitti biz henüz ilk duruşmada yapılması gereken kimlik tespiti ve yüzleştirmeyi bile yapamadık. Şu ana kadar 17 yaralının ifadeleri alınmadı ve tanıklar dinlenmedi. Şayet dört ayda bir duruşma yaparsan beş yıl içinde bu davanın bitmesine imkan yok. Beş yıl tamamlanınca sanıkların tutukluluk hallerinin kaldırılması talep edilecek ve bunlar serbest kalacak. Bu durumda, tutuklu sanıkların 20 Mart 2019’da salıverilmeleri gerekiyor”.

Yani Çil’e göre Niğde davasında hukuki sürecinin geciktirilmesinde temel amaç ise şu: 20 Mart 2019’a kadar davanın uzatılması, bu sayede sanıkların tutukluluk hallerinin kaldırılması ve serbest bırakılmalarının sağlanması.

Çil, Türkiye’de İD militan ve sempatizanlarına yönelik son gözaltılara ilişkin sorular üzerine ise yorgun bir tebessümle yanıt veriyor: “IŞİD militanını yakaladın, gözaltına aldın veya tutukladın. Asıl olan davalar sürecidir.. Türk yargısı ‘Türk milleti adına’ egemenlik ilkesini kullanıyor. İD ile etkin mücadele etmek istiyorsan ilk şart yargısal süreç doğru, hızlı ve tarafsız işlemeli. Ama ne yazık ki işlemiyor. Niğde davası buna en güzel örnek. Bence IŞİD ile mücadeleyi sadece Suriye’nin kuzeyini bombalamak olarak algılayanlar ciddi yanılgı içinde”.