Türkiye'de dert anlatmak çok zor

ÇYDD Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan'ın dünkü Radikal'de yayımlanan yazısı:Yaşamak şakaya gelmez...  İnsan niteliğimizde ve değer yargılarımızda, son 50 yılda erozyon yaşandı. Dünyadaki yozlaşmalar, ülkemizdeki cunta rejimleri, ‘duyma, görme, konuşma’ uyarılarıyla yetişen insanlar oluşturdu. Yeraltına sinmiş cemaat ve tarikatların başları yükseldi, cahil insanlar çağdışı inanış ve davranışlara esir edildi... Güzel ülkemiz her alanda bir karmaşa yaşıyor. İnsanların kafaları karışık, her taraftan iftira, yalan, uydurma kokuları geliyor. Televizyonlar ve gazeteler, birbirlerini kıyasıya suçlayan haberlerle dolu. Örgütlenme hakkını kullanan insanları, bir yerlerinden pisliklerin içine çekmek için çabalayan, özel basın organları, yaratıcı senaryo yazan senaristler gibi çalışarak adaleti saptırmaya ya da yönlendirmeye çalışıyor! Bütün bunların arasında ve içinde GERÇEK’ler yok oluyor, zaten kimse GERÇEĞİ arama derdinde değil, senaryoları birbirine bağlayarak oluşturulan tablolar ise tüyler ürpertici, ürkütücü ve korkutucu!!! Geçen gün evinin bahçesine bir kameriye yapıp sonra da onu kapatma girişiminde bulunan bir dostla ilgili, adressiz ihbar mektubunda, bahçeye kilise yapıldığı vb. konusunda malum suçlamalar ardı ardına sıralanmış ve altına ... Bankası Emekli Müdürü diye imza atılmış. Gel gör ki ne bankacı var ortada, ne de kilise yapımı. Ancak konu soruşturmada, savcı bu sahte adres ve imzalı mektubu ihbar sayarak görevini yapıyor! Biri götürse! Bu satırların yazarı da, bir yerlerde 27’mi 37’mi kilise açmakla suçlanıyor. İletiler dört bir yanda, ancak ben kiliselerimi hiç göremedim, biri gösterse bari! Yine kurumumun içene sızarak bizim PKK’ya eleman yetiştirdiğimize tanık (!) olduğunu malum basın organının birinde yarım gazete sayfası röportajla anlatan yüzünü hiç mi hiç görmediğim, konuşmadığım bir hanımefendi için “Neden böyle yapıyor?” diye düşünürken, kendisinin Ergenekon’un önemli kişilerinden biri olarak tutuklandığını öğreniyoruz. Ne garip ilişkiler, aranıza çekemediğiniz kişi ve kurumları karalamak vatanseverliğe (!) sığar mı? Bunlar bir iki somut örnek sadece! Ancak her yerde, her düzeyde yalan, gammazlık, jurnalcilik... Birine, kargacık burgacık el yazısı ile yok etmek istenilen bir hekimi suçlayan bir kâğıt parçası doldurularak, istenmeyen ve başarıları kıskanılan nice genç hekimin yaşımı kaydırıldı, kaydırılıyor. Adalet yerini bulana dek geçen yıllar, yitirilen sağlık, yöneticilere, egemenlere duyulan güvensizlik ve nefretle yoğrulan pırıl pırıl bakışlı, yaratıcı genç insanların, buruk ve sönük birer robota dönüşmelerini izleme bahtsızlığına uğradığım için çok üzgün ve öfkeliyim. 1919‘lardan hatta daha öncelerden başlayarak, saldırgan güçlerin sömürdüğü bereketli topraklarımızda yaşayanlar için yeni bir dünya yaratıldı. Mustafa Kemal‘in öncülüğünde, bir avuç inanmış insanın canı pahasına verdiği savaşı ve gelinen noktayı çok iyi değerlendirmeli, yeni kuşaklara anlatmalıyız! Neden bu hallere düştük? Arap ve Acem etkisinde, mollalar ve şeyhülislamlar yaratılarak, çocuk, deli, akıllı ama çevresi kendine ulema sanını vermiş yobaz takımlarla sarılmış padişahların yönetiminde, borç batağına düşmüş, ordusu yok olmuş, toprakları elden gitmiş bir Osmanlı’nın torunlarıyız. Neden bu hallere düştük? Bugün bütün bunları sorgulamadan Cumhuriyetimizin ve laik düzenimizin değerini anlayamayız. Cumhuriyetten önce 1920’de kurulan Büyük Millet Meclisi’nin ne kadar önemli olduğunu hiç düşündünüz mü? Ülke yönetiminin ve önemli kararların, halkın temsilcileriyle birlikte alınması alışkanlığının yeni kurulan genç Cumhuriyetimizce benimsenmesi kolay olmadı. Yetkim var diyerek, örneğin Mustafa Kemal’i devre dışı bırakmak için, “Türkiye Cumhuriyetinin yeni sınırları içinde en az beş yıl oturması gereği” konusunu irdelerseniz, Meclislerin de ezelden beri yetkilerini adilce kullanmak yerine birini, birilerini ezmek için değerlendirdikleri anlarız! Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, belki de Atatürk’ü yitirdiğimiz 1938’lere kadar, etrafta cirit atan Osmanlı alışkanlığı entrika ve ayak kaydırmalar dorukta iken ve gerek devlette gerekse toplumda çok az sayıda dünyayı geniş açıdan algılayan, proje ve plan yapabilen insan varken, o inanılmaz yaratıcı ve yapıcı yeteneklerin sahibi insanın akıl ve öngörü çekimine kapılarak peşinden giden yine bir avuç insanla gerçekleştirilen yasalara, eserlere dikkatle bakmalı, anlamaya çalışmalıyız. Sağlık, eğitim ve sanayi Gerek sağlık, gerekse eğitim ve en önemlisi sanayileşme konularında yapılan yasalar, oluşturulan hastane, okul ve fabrikalar, yollar, (ah o güzelim demir yolları) köprüler, anıtlar, spor alanları bugün depremler sonrası bile ayakta kalan, namuslu insanların devlet için yaptığı inşaatlar bir bir gözümüzün önünden geçmeli. Mustafa Kemal’in şu iki özdeyişinin özündeki derin anlamı yok sayarak, hele hele O’nu yok sayıp küçümseyerek çağdaş ve bağımız bir ülke olamayacağımızı dost, düşman anlamalıyız! “Yurtta Barış, Dünyada Barış,” yeni Türkiye Cumhuriyetinin iç ve dış politikasını belirleyen, binlerce davranışı ve yapılması gerekeni içeren bir öngörü ve yol gösterici özdeyiş değil mi? Bu ilkeyi uygulamak ve bu hedeften uzaklaşmadan, yabancı egemen güçlere direnmek için yöneticilerin de aynı ileri görüşe, ilkelere ve kararlılığa sahip olması gerekir ki geldiğimiz noktada bu nitelikteki insanlar devre dışıdır ve ortadakilerin nitelikleri de herkesçe bilinmektedir! Diğer özdeyişse “Köylü efendimizdir” kanımca! Bu iki sözün gerisini yani içeriğini düşünürsek, bugün neden kırsal alanda başarısız olduğumuzu, neden hala kardeşin kardeşi vurmayı sürdürdüğünü, derin yoksulluk ve eğitimsizliği neden özgün planlamalarla gideremediğimizi, bizi besleyen, topraklarımızı üretken kılıp koruyan o insanları neden hâlâ aşiretlerin, tarikatların kucağında bıraktığımızı ve salt oy deposu cahiller olarak görebildiğimizi sorgulamalıyız. AB’ye girmek için insan haklarını uygulamayı “mış” gibi yaparak, içten olmayan gösteriye dönük eylemlerle, “Köylü efendimizdir” sözlerinin içeriğinden ne kadar uzaktayız ve bu ne kadar acı bir gerçek! Yol haritası çizmek Bu örnekleri uzatmaya gerek yok, bizim, ülkemizin, 21. yüzyılda neden bu duruma geldiğini irdelemek ve bir yol haritası çizmek, en azından kafa karışıklığımızı bir düzene sokmak zorundayız. Kanımca insan niteliğimizde ve değer yargılarımızda, son 50 yılda büyük bir erozyon yaşandı ne yazık ki. Dünyadaki yozlaşmalar, ülkemizde birbiri ardına yaşanan cunta rejimleri, “duyma, görme, konuşma” uyarılarıyla yetişen insanlar oluşturdu. Yeraltına sinmiş cemaat ve tarikatların başları yükseldi, cahil insanlar çağdışı inanış ve davranışlara esir edildi. Eğitim, “fikri hür, irfanı hür”, geleceğin dünyasında ülkemizi kalkındırıp geliştirecek, yapıcı ve yaratıcı insan yetiştirme ilkesinden uzaklaştı, sığ ve yanlış bilgilerle, safsatalar ve ötekine düşmanlık duygularıyla beslenmiş, özeleştiri yapmayan, okumayan, başkalarını ve dünyayı anlamaya çalışmayan insanlar türedi! Her şeye, her yeniliğe kapılarını kapatan bu insanlar, onlara aşılanan şiddet, kavgacılık, “istediğini elde etmek için her şey mubahtır” denen Osmanlı söylemiyle, “seni kabul etmeyeni her yoldan yok edebilirsin” öğretisiyle bizleri bu günlere getirdiler. Dışlanan erdemler İnsana saygı, doğaya saygı, dürüstlük, namuslu olma, eşitlikten yana olma, yoksulu kayırma, böbürlenmeme, israftan gösterişten kaçma, kendi ekmeğini emek vererek, alın teri dökerek namusuyla kazanma... ve benzeri, ulusumuzun erdemleri, temel ilkeleri yok edildi. Bu konuda ısrar edenlerle alay edildi, dışlandı, küçümsendi! İşte bugün bu erdemlerimizi yeniden kazanmak ve seçilmiş ve atanmışların ancak ve ancak bu niteliklere sahip insanlardan oluşmasını sağlamak zorundayız. Tam da bu sırada, aylardır insanları şaşırtıp korkutan, telefon dinlemelerle hemen herkesi bir kaos içine sokan davalarla, baş başayız. Buralarda adı geçen kim olursa olsun hiçbir şeyi saklamadan, bir özeleştiri yaparak adeta günah çıkarırcasına eteklerindeki gerçekleri ortaya dökmeli, yanlış, uydurma ve düzmece olanlar da kamu önünde açıklanarak adalete olan güven tazelenmelidir. Cumhuriyetin bireyi olan ve gidişi sağlıklı görmeyip durmadan şikâyet eden yurttaşlara şöyle söylemek istiyorum: Ülkemizin, ulusumuzun, alnı açık, saygıdeğer, güçlü ve bağımsız olabilmesi, kendi doğal kaynaklarını kendi planlarıyla değerlendirebilmesi, komşularıyla ilişkilerinde başkalarının ittirmesiyle değil, kendi saygın stratejistleriyle yol haritasını çizmesi... için gerçekten dürüst, namuslu, kendine yontmayan, yetim hakkı yemeyen, nitelikli, bilge, eksiğini bilip doldurmaya çalışan, gerçekten tertemiz yurtsever dört dörtlük devlet adamlarına gereksinimimiz var! Bugün ülkemiz bir geçiş döneminde. Her türlü çarpıklık, insanın insana düşmanlığı, çıkar için arkadan vurma, gammazlık, jurnalcilik almış başını gidiyor. Böyle bir toplum ne çağına uyabilir, ne de ulusunu geleceğe taşıyabilir. Bizler, çocuklarımıza şiddet ve nefret emzirmek yerine, dürüstlük, adil ve bilgili olma güdüsünü emzirmeliyiz. Bizler 1919’lardan başlayarak gerçekleşen Aydınlanma Devriminin çocuklarıyız. Aldığımız bayrağı, alnı açık ve dürüst şekilde bilgili, bilinçli gelişmiş, ülkesini, insanını tanımış, işsiz, eğitimsiz ve sağlıksız kalmanın nedenlerini algılamış, sürekli çözüm üretebilen, bir dünya insanı bilgi ve birikimine, namuslu ve dürüst olma erdemlerine sahip gençlerimize vermeliyiz. Ne demiş büyük şair: Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın.  *******************İşte bu da, aynı gün Bugün gazetesinde çıkan haber:Kardelenler'le PKK'ya kadro desteği Kuvva-i Milliye Derneği Başkanı Öztürk, yazdığı bir bildiride ÇYDD'nin Kardelenler Projesi kapsamında PKK'ya kadro yetiştirdiğini ileri sürdü. Aynı iddialar, dernekle yollarını ayıran Ayşe Asuman Özdemir’den de gelmişti. Ergenekon davasının 342'nci delil klasörüne giren bir belge, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin (ÇYDD) uygulamaya koyduğu Kardelenler Projesi'nin PKK'ya kadro yetiştirdiği iddialarını tekrar gündeme getirdi. Prof. Dr. Türkan Saylan'ın başında bulunduğu ÇYDD'yle, PKK'nın siyasallaşmasına destek verdiği gerekçesiyle yollarını ayıran Ayşe Asuman Özdemir, Kardelen Projesi kapsamında yetiştirilen kızların DTP'de bilgisayar başında istihdam edildiklerini iddia etmişti. 22 Temmuz Seçimleri öncesinde yapılan Cumhuriyet Mitingleri’nde kontrolü kaybetmek istemeyen Kuvva-i Milliye Derneği Başkanı Bekir Öztürk tarafından, bir takım tedbirlerin sıralandığı bildiri yayımlanmıştı. Delil klasörünün 119'uncu sayfasında yer alan bildiride mitingler kast edilerek “Daha Genel ve Kucaklayıcı Olması Bakımından Neler Değişmeli” başlığı altında 8 adet öneri ileri sürülüyor. İşte çok tartışılacak iddia İlk öneride ÇYDD'nin yürüttüğü Kardelenler Projesi'nin PKK ile ilişkisinin olduğu ileriye sürülmesi dikkatlerden kaçmadı. Türkan Saylan'ın 'Protestan misyonerliği' yaptığını ortaya atan ve bunun MİT raporuyla tespit edildiğini kaydeden Öztürk, belgenin devamında ise tartışmalara yol açacak şu ifadeleri kullandı: “Dünya Kiliseler Birliği ile başlangıçta Amerikan Board üzerinden daha sonra da direkt ilişki içinde bulunduğu ve Protestan misyonerliği yaptığı bilinen Sağlık Eğitim Vakfı, 20 Nisan 2001 tarihli MİT raporunda Protestan misyonerliği yaptığı belirtilen Saylan'ın başkanlığını yaptığı, Asuman Özdemir'in “Kardelenler Projesi” kapsamında DTP ve onun üzerinden PKK'ya kadro yetiştirdiği, daha sonra da Azınlık Raporu'nun hazırlayıcılarından Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu'nun 2. başkanlığına getirildiği için istifa ettiği ÇYDD, ÇEV gibi şaibeli ve AB'den beslenen dernek vakıf ve diğer her türlü birlik vitrinden kaldırılmalı.”