Türkiye'de muhafazakar gençlik dinden uzaklaşıyor mu?

Türkiye'de muhafazakar gençlik dinden uzaklaşıyor mu?

Merve bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni. 20'li yaşlarının sonlarında. Kendisini agnostik olarak tanımlıyor. "Tanrı var mı yok mu bilmiyorum, beni çok da ilgilendirmiyor artık" diyor.

Merve'yle ilk olarak Beyoğlu'nda bir kafede buluşuyoruz. Kırmızı bir başörtüsü takıyor. "Beni Müslüman olarak tanımlayan tek şey bu başörtüsü artık," diyor. Gerek ailevi nedenlerle gerekse yaptığı işten ötürü başörtüsünü çıkarmadığını söylüyor. "Belki 1-2 yıla başörtümle de vedalaşabilirim ama şimdi buna gerek duymuyorum" diyor.

Merve'nin babası imam. Muhafazakar bir aileden geliyor. İmam-Hatip lisesi mezunu. İlahiyat Fakültesi'nde okumak istemediği için, bari öğretmen olayım diyerek Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği üzerine eğitim almaya karar vermiş. Dinle ilgili araştırmalarının ve kendi tabiriyle "bilinçlenmesinin" de o döneme denk geldiğini söylüyor:

"Benim radikale kaçan bir Müslümanlığım vardı. Daha birkaç yıl öncesine kadar erkeklerle tokalaşmazdım bile. Kendimi Müslüman olarak tanımlıyor, hayatımı o şekilde yaşamaya çalışıyordum.

"Beş vakit namazımı kılıyordum. Nafileleri yerine getirmeye çalışıyordum. Orucumu tutuyor, Kuran okuyor, ilmihal bilgileri olsun, hadis olsun o tarz şeyleri tamamlamaya çalışıyordum. Tefsir, hadis derslerine gidiyordum."

Merve dinle ilişkisinin yıllar süren bir sorgulama sonucunda değiştiğini, belli başlı kırılma noktaları yaşadığını -zaman zaman gözyaşları içinde- anlatıyor:

"Ben öğretmen olmak hiç istemedim. Ama bir şekilde öğretmen oldum, atandım. O beni çok yıktı. Millet sevinçten ağlar, ben üzüntüden ağlamıştım. Tercihleri yaparken ağlıyordum ve dua ediyordum öğretmen olarak atanmayayım diye. Tamamen Allah'a bırakmıştım.

"Atanmayacağıma o kadar yürekten inanmıştım ki, olduğunda beni tepetaklak etti. Hayatım altüst oldu. Güvendiğim, inandığım o ilahi konumdaki şey sarsıldı. İlk şüphelerim öyle başladı açıkçası.

"Benim için sığınacak en büyük şeydi Tanrı, ama artık sığınamayacağımı, dualarımın ne kadar istesem de kabul olmayacağını net bir şekilde görmek düşüncelerimi çok sarstı."

Bütün bu süreç Merve için hiç de kolay geçmemiş. Çevresinden, arkadaşlarından uzaklaşmış. Dertlerini, kafasını kurcalayan soruları ailesiyle konuşamamış. Giderek yalnızlaşmış. Bir sabah, büyük bir depresyonun kucağında uyanmış. Saatlerce ağlamış. Bari dua edeyim demiş. Sonrasını şöyle anlatıyor:

"İçimden Tanrı'yla konuşmaya başladım. 'Bak ben bu haldeyim, bana bir çıkış yolu ver.' Ama onu söylerken fark ettim. Dua ettiğimde bir muhatabım var mı yok mu şüphedeyim, diye düşündüm. Dedim ben bugün ya delireceğim ya intihar edeceğim.

"Sabah uyandım. Sanki o gün, o gece hiç yaşanmamış gibi. Sonra oturdum düşündüm. Dedim ben artık inanmıyorum resmen. İmanın şartlarını düşündüm. Dedim, ben inanmıyorum ya cennete cehenneme."

Merve ilk önce dua etmeyi bırakmış. Ardından namaz kılmayı. Oruç tutmaya ise daha bu yıl son vermiş. Ailesi hala bu yaşadıklarını bilmiyor.

Merve'yle evinde yeniden buluştuğumuzda bizi başı açık bir şekilde karşılıyor. Aramızda "namahrem" tabir edilebilecek bir erkek de var. Artık evde başörtüsü takmamaya karar vermiş. O süreci de şöyle anlatıyor:

"Dedim ki ben Tanrı'yı, dini inkar edeceksem bu örtüyü de çıkarmam lazım. Ama bunu yapamayacağımı fark ettim. Din kültürü öğretmeniyim. Bu yapılabilir belki ama ben yapamam. Ya öğretmenliği bırak ya da bu konuyu hallet. Şu an başımı açamayacağım dedim.

"Sonra dedim benim evime sucu geliyor, tamirci geliyor, yemek siparişini getiren adam geliyor ve ben onların karşısına çıkarken de başıma ufacık da olsa bir şey alıyorum. Niye bunu yapıyorum? Artık bunu yapmamaya karar verdim.

"Bir erkeğin karşısına bilinçli bir şekilde ilk kez başörtüsüz çıktığımda hem çok rahat hissettim, hem de çok tuhaf. Ama şimdi çok rahatım. Çünkü ben kendimi artık böyle tanımlıyorum.

"Ders verirken bazen çocuklar sorular soruyorlar. Öğretmenim başörtüsü takmak gerçekten gerekir mi, ben büyüdüğümde saçım görünürse günah olur mu? Şu an ona karar vereceğiniz bir durum yok, 18 yaşına gelin ne isterseniz yaparsınız diyorum. Böyle cevap vermek beni rahatlatıyor."

Türkiye son birkaç haftadır muhafazakar gençliğin dinden uzaklaşıp uzaklaşmadığını, deizme ya da ateizme bir yöneliş olup olmadığını tartışıyor.

Tartışma, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. İhsan Fazlıoğlu'nun bir panelde yaptığı konuşma üzerine alevlenmişti.

Fazlıoğlu, "15 Temmuz'dan bu yana benim odama 17 tane başörtülü, deist bile değil tanrı tanımaz (ateist) öğrenci gelip benimle bu konuları konuştular" demişti.

Bunun üzerine Mart ayında Konya'da yapılan bir çalıştay haberi yeniden gündeme gelmişti.

Haberde, Konya Milli Eğitim Müdürlüğü'nün "Gençlik ve İnanç" konulu bir çalıştay düzenlediği, imam hatip öğrencilerinin dini bilgilerdeki tutarsızlıklar nedeniyle deizme kaydığı ve ders materyallerinin çocuklara uygun olmadığı sonucuna ulaşıldığı yazılmıştı.

MHP lideri Devlet Bahçeli bu tespiti eleştirmiş, "Türk gençliğine ateizmin bir önceki istasyonu olan deizm karası çalanlar, yüzleri varsa utansınlar" diye konuşmuştu.

Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, partisinin grup toplantısındaki konuşmasının sonunda Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'ı kürsüye çağırdığı görülmüş ve burada bu haberlere yönelik tepkisini dile getirdiği ileri sürülmüştü.

Bakan Yılmaz, daha sonra söz konusu çalıştayın bilimsel olmadığını belirtmiş, bakanlık da çalıştayın kendi bünyelerinde değil İKDAM Eğitim Derneği ve Uluslararası Öncü Eğitimciler Derneği tarafından gerçekleştirildiğini belirtmişti.

İKDAM'ın internet sitesinde yapılan açıklamada ise çalıştay sonrası hazırlanan bildiride iddia edildiği gibi gerek İmam Hatip Liseleri'nde gerek diğer liselerde deizmin yayıldığı ifadesinin yer almadığı savunulmuştu.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da gençlerde deizm ve ateizmin yaygınlaştığı iddialarına ilişkin, "Bizim milletimizin hiçbir ferdi böyle sapık, batıl bir anlayışa asla prim vermez. Milletimize, gençlerimize kimse iftira atmasın," diye konuşmuştu.

BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Prof. Hidayet Aydar, deizmin bir felsefi akım olduğunu, ön plana çıkışının 17'inci yüzyıla denk gelmesine karşın kökenlerinin Yunan felsefesine dayandığını söylüyor.

"Deizmde şöyle bir Tanrı anlayışı var: Tanrı var ama hayata karışmaz. Yaratan biri var, her şeyi yaratmıştır ama yarattıklarına karışmaz. İnsanlar kendi hayatlarını kendileri düzenlerler.

"Mesela İslam kültüründe de şunlar tartışılmış: Tanrı var ama Tanrı'nın durumu nedir? Tanrı neye benzer, bir varlığa benzer mi? Kuran-ı Kerim diyor ki Allah hiçbir şeye benzemez, hiçbir şey de Allah'a benzemez.

"Ancak 'Allah var ama etkisiz bir varlıktır, her şeyi insan kendisi yapar,' düşüncesi İslam kültüründe de ortaya çıkmış. Bunların ortaya çıkışı da hicri ikinci asra kadar, yani miladi sekizinci asra kadar gidebiliyor."

Aydar, Diyanet İşleri Başkanı'nın deizmle ilgili yaptığı açıklamanın da yanlış anlaşıldığı görüşünde:

"Deizm İslam'ın pek çok değerini reddediyor. Kitabı, peygamberi reddediyor. Ölümden sonra dirilmeyi, cenneti, cehennemi, meleği reddediyor. Bunlar imanın esasları. İmanın altı esası var. Deizm sadece birini kabul ediyor. O da Allah'ın varlığı. Geri kalan esasların tamamını inkar ediyor. Diyanet İşleri Başkanı ne desin?

"Sapkınlık derken, İslam'ın çizgisinden sapma anlamında. Yani kast ettiği şey İslam bir çizgiyse, deizm, ateizm ve benzeri bazı düşünceler o çizgiden sapmadır, o anlamda. Yoksa hakaret anlamında sapkınlık veya sapıklık diye değerlendirmek doğru olmaz."

Prof. Aydar, muhafazakar gençlik nezdinde deizme kayış olduğu yönündeki değerlendirmelere ise kendi gözlemlerine dayanarak katılmadığını söylüyor:

"Bugün dünya eski dünya değil. ABD'de biri öksürse sesini biz burada duyuyoruz. Avrupa'nın uzak bir beldesinde bir kuş uçsa biz bunu hissediyoruz. Tabii ki küresel bir etkileşim var. Ama emin olun ki bizim gençliğimizde, ilahiyat gençliğinde, en azından ben kendi üniversitemi söyleyebilirim, öyle bir şey asla söz konusu değildir."

Ancak Türkiye'nin ilk ve tek ateizm derneği, bu tespite katılmıyor. Ateizm Derneği'nin yönetim kurulu üyelerinden Şaner Atik, ateistler arasında imamlar ve müezzinler de olduğunu söylüyor. Ancak bu insanların farklı nedenlerle açıkça ateist olduklarını söyleyemediklerini savunuyor:

"Türkiye'de bugün 'ateistleri ne yapmak lazım' diye bazı televizyon kanallarında programlar yapılıyor. Hemen keseceksin bunları falan diyorlar. İzleseniz kanınız donar. 'Yaşatmayacaksın bunları, bunlar insan değil' diyorlar. 'Çocuğum ateist olsa evlatlıktan reddederim, doktora götürürüm' diyenler var. Hal böyleyken ben ateistim demek cesaret isteyen bir şey.

"Bizim görüştüğümüz ateist imamlar, müezzinler var. Kara çarşaflı olan insanlar var ateist, deist türbanlılar var. Neden böyle olmak zorundasın, neden takmak zorundasın türbanı, diye soruyoruz. Mahalle baskısı, aile baskısı diyorlar. İfade edemiyorum ben kendimi diyorlar.

"Ateist imamlar, 'Ben işimi değiştirmeliyim ama bunu nasıl yapacağım bilmiyorum,' diyorlar. Ben her gün acı çekiyorum, ıstırap çekiyorum diyorlar. Ama bir yandan da para kazanmaları, ailelerini geçindirmeleri gerek. Çok büyük sıkıntılar yaşayan insanlar var."

Ateizm Derneği üyesi Okan Akyüz de internet ve sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla, kendi tabiriyle "aydınlanan" insanların sayısının da arttığını söylüyor.

"Bizim kuşağımız yeterince kaynaklara ulaşabiliyor. Ne kadar yasaklansa da, kitaplardan kaldırılsa da Darwinizm'i gidip internetten okuyabilirsiniz. Kişisel aydınlanmanız önünde bir engel yok.

"Zaten sadece Türkiye'de değil, dünya genelinde de açıkça ateist olduğunu söyleyen insanların sayısı düşük. Ateist cemaatlerde bir araya gelen arkadaşlar dünya genelinde yüzde 5 gibi bir oranda."

Bugün Türkiye'de ateizm derneğinin 200-210 civarında kayıtlı üyesi bulunuyor. Ancak Şaner Atik, tanrı tanımazlığın çok daha büyük kitlelere yayıldığı kanaatinde.

Atik, bunda 16 yıldır iktidarda olan hükümetin yüzlerce imam-hatip okulu açarak, bu şekilde kendi dindar gençliğini yaratma çabasının da etkili olduğunu savunuyor.

"İnsanları neye zorlarsanız, insanlar ondan kaçar. Ondan soğur. O baskı gençleri bana neyi dayatıyorlar, neymiş bu diye sorgulamaya itiyor. Bunun etkisi çok büyük.

"Önce Tevrat deşifre oldu, sonra İncil deşifre oldu. Şimdi de Kuran deşifre oluyor. Deşifre oluyor dinler. Bunların masal, hikaye, rivayetten oluştuğu, tarihsel olduğu, sadece kendi dönemine hitap ettiği, belli bir bölgeye hitap ettiği, o bölgede bir yönetim oluşturma çabasıyla ortaya atılan fikirler olduğu artık iyice deşifre oldu."

Anadolu'da bir kentte bulunan Bekir, muhafazakar yapıdaki bir üniversitede bir ilahiyat fakültesi öğrencisi.

20'li yaşlarının başındaki Bekir, imam-hatip lisesi mezunu ve aynı zamanda medrese eğitimi diye tabir edilen dini eğitimi de almış. Yakın bir tarihe kadar radikal İslamcı akımları, IŞİD ve El Kaide benzeri örgütleri sempatiyle izliyormuş.

Bekir bugün kendisini ateist olarak tanımlıyor.

"Lise 3'te medrese eğitimi de alıyorduk ve medresede olan bir arkadaşım vasıtasıyla girdim ben deizm ve ateizm muhabbetine. O da aynı şekilde radikal İslam'dan yana olan bir insandı, kendi çabalarıyla, yabancı kitapları okumaya başladı.

"Deizmi ilk o anlattı bize. İslam Peygamberinin insanlara davranışlarını, kendisine salavat getirtmesini, çok sayıda kadınla evliliklerini, Yahudileri öldürmesini, bir sürü konuyu daha eleştirmeye başladı arkadaş. Yavaş yavaş benim de kafama takılmaya başladı.

"Önce İslamiyet'i mantığa dayandırmak istiyorduk. İttire kaktıra baktık olmuyor. Sonra mantık olarak yorumlamaktan çıkarttık, Tanrı'ya inanmaya başladık sadece, deist olduk yani."

Bekir, ilahiyat fakültesine geldiğinde hala deist olduğunu, namazı, orucu bıraktığını, ancak daha sonra Tanrı'nın varlığını da sorgulamaya başladığını ve ateizme yöneldiğini söylüyor. Bekir'in ailesi halen bu düşüncelerini bilmiyor:

"Aileme ben ateist olduğumu söyleyemem. Babam başında takkeyle gezen bir adam. Annem günde yedi vakit namaz kılar. Beş vakit, üzerine kuşluk namazı, bir de gece namazı. Gerçekten muhafazakar bir aile yapımız var. Söyleyemem. Söylesem soğuma olur.

"Dinden uzaklaşmaya başlayınca depresyona sürüklendim. Çünkü çevreye karşı yabancılaşma duygusu oluşuyor. Ben medrese ortamındaydım. Namaz kılarken ya da her Muhammed'in ismi anıldığında salavat getirilirken kendi kendime şüphe duymaya başladım. Ne oluyor bana diyordum ben bazen, nereye gidiyoruz?"

Bekir, dine yüz çevirmesinde mevcut hükümetin ve icraatlarının da etkisi olduğunu söylüyor.

"Ben bu hükümete destek veren bir insandım. Hükümete desteğimin nedeni biraz daha hümanist davranmasıydı o zaman. Ama her baskı kendi isyancısını doğurur. Bizim üzerimizde baskı kurmaya çalıştıkları zaman biz de ister istemez tepki veriyoruz.

"Bugünkü dünya sisteminde çoğunlukla sağ partiler iktidarda. Daha çok dini savunan, din kisvesi altında insanları yolan sistemler var. Türkiye için değil başka ülkeler için de geçerli. Hükümetler dini sömürüyor. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı geçen sene en çok bütçe ayrılan ikinci kurumdu sanırım."

Leyla, 20'li yaşlarının sonunda. Muhafazakar ailesini geride bırakmak ve 11 yaşındaki kızına kendi yaşadıklarını yaşatmamak için Avrupa'da bir ülkeye yerleşmiş. Leyla hiçbir dine inanmadığını, kendisini deist olarak ifade ettiğini söylüyor.

Leyla'nın ailesi o beş yaşındayken keskin bir dönüşüm geçirmiş. Liberal bir aileyken, radikal bir dönüşle İslamcı bir aileye evrilmişler. Ailesi, 11 yaşındayken başını kapamasını istemiş. Bu Leyla'da yıllar sürecek bir travmaya yol açmış.

"Başımı kapatınca herkes beni kadın zannediyordu. Sokakta öyle davranıyorlar, hanımefendi diyorlardı. Ama ben daha bir çocuğum ve bana çocuk diye seslenmelerini istiyorum.

"Bir gün dışarı çıkmak istemiyorum çünkü paten kayacağız. Paten kaymaktan utanıyorum, tuhaf görünüyorum çünkü. Küçük bir çocuğa büyük bir elbise giydirilmiş gibi, cüce gibi hissediyorum kendimi.

"Sadece başörtüsü takmamı da istemiyorlar. Uzun ceket giydiriyorlar. Ben karşı çıkmıştım. Babam da 'Sen örtünden utanıyor musun, kimliğinden utanıyor musun?' diye feci bir kavga etmişti benimle."

Leyla, 17-18 yaşına geldiğinde dini yumuşatarak yaşamaya başlamış. Özellikle kadınlara yüklenen sorumluluk ile erkeklere yüklenen sorumluluğun farklı olması kafasını çok kurcalamış. "Bir yaratıcı varsa nasıl olur da yarattığı her canlıya eşit hak tanımaz?" diye sorgulamaya başlamış.

Önce pardesüyü çıkarmış, sonra kot pantolon giyip başını örtmüş, sona örtü biraz biraz arkaya kaymaya başlamış ve nihayetinde de üniversite okumak için gittiği Avrupa'da bir gün bakkala giderken başını açıvermiş. Ondan sonra da bir daha başörtüsü takmamış.

Leyla'nın babası halen kendisinin deizme kaydığını bilmiyor. Babası öğrenirse, "Ablan üniversiteye gitti de açıldı, sen de açılırsın" diyerek kız kardeşini üniversiteye yollamamasından endişe ediyor. "Ben kendi yoluma gittim diye kardeşime baskı yapmasını istemem" diyor.

Leyla bugünkü düşüncelerini şöyle açıklıyor:

"Bence dünya deizme kayıyor. Semavi dinler yürürlüğünü benim neslimde kaybettiler. Ne Hristiyanlık ne Yahudilik ne Müslümanlık götüremiyor kendini artık. İnsanlar bir dine bağlı olmak istemiyorlar.

"Ama Tanrı'yla da bir kavgaları yok. Tanrının varlığı ya da yokluğu onları rahatsız etmiyor. Bir yaratanın olması beni rahatsız etmiyor. Birçok arkadaşım için de durum böyle. Ama dinin varlığı sana bir sorumluluk yüklüyor. İbadet etmeni istiyor. Bazı şeyleri yapmamanı istiyor. Senin doğru insan anlayışının dışında bir kimlik sunuyor sana. Ama Tanrı'nın varlığı sana bunu sunmuyor.

"Bence deizme kaymanın asıl sebebi bu: İnsanlar artık bireysel. Toplum adına şekillenmiyor, kendi bireyselliğiyle şekilleniyorlar. Deizm sana bireyselliğini veriyor, ama din bireyselliğini alıyor.

"Ben Tanrı'dan beni yaratmasını talep etmedim. Tanrı da benden varlığımın karşılığında hiçbir şey talep edemez. Kuşlar ağaçlar gibi yaşama hakkım var. Tek sorumluluğum diğer hiçbir canlıyı taciz etmemek."

Ömer, 30'lu yaşlarının başında. 15 Temmuz'dan birkaç ay sonra KHK'yla görevinden ihraç edilen bir kamu çalışanı. Evli ve çocuklu. Halen çalışmıyor.

Ömer Sünni, dindar, muhafazakar ve siyasi olarak da önceleri Milli Görüş, sonra AKP çizgisinde konumlanan bir ailede büyümüş.

Kendisini birkaç yıl öncesine kadar dindar olarak tanımladığını, dini cemaatlerle bir ilişkisi olmamasına karşın onlara sempatiyle baktığını, şu an ise hepsinden nefret ettiğini söylüyor.

Kendisini deist olarak tanımlamıyor, ama inancını kademeli olarak yitirmeye başladığını anlatıyor.

Kendisinden dinleyelim:

"Okumayı seven bir çocuktum; evde bulunan ve kimsenin okumadığı 'Peygamberler Tarihi', 'İslam Tarihi', 'Peygamberimizin Şemaili' gibi pek çok koca koca ciltli kitapları ortaokul döneminde okuduğumu hatırlıyorum.

"Bu atmosferde namaz, oruç gibi ibadetlerini aksatmayan, günahlardan uzak durmaya çalışan, eğitim hayatında da başarılı olan bir genç olarak büyüdüm.

"Birkaç yıl önce dindar siyasi iktidarın bazı uygulamalarının doğru olmadığını düşünmeye, olaylara eleştirel yaklaşmaya başladım. Bu eleştirel tutumumun dozajı sürekli arttı. Zamanla kendiliğimden İslamcı yaklaşımla arama mesafe koymuş oldum.

"Yanlış hatırlamıyorsam namaz kılmayı 2014 ya da 2015'te, pek de üzerinde düşünmeden bıraktım. Oruç ya da Cuma namazı gibi ibadetlerimi bir süre daha devam ettirdim.

"15 Temmuz'un ardından görevimden ihraç edilmem ve çevremdeki dindar bildiğim insanların umursamazlığı ise benim için tam bir kırılma noktası oldu.

"Tanrı'yla ilgili, hareket tarzıyla ilgili düşünmeye başladım. Ciddi bir yabancılaşma yaşadım. Aslında Jean Paul Sartre'nın Bulantı romanında yaşananlara benzetiyorum yaşadığım süreci.

"Son bir yıldır, eskiden ezberlerime uygun olarak peşinen reddettiğim evrim teorisi gibi hususlar üzerine okumalar yapıyorum ve büyük bir pişmanlıkla bu içi boş dindarlığımı terk ediyorum.

"Kendimi deist olarak tanımlamıyorum. Böyle demek istemiyorum. Bir Müslümanım. Gelecekte, Allah ile olan ilişkimi İslam'ın özü temelinde doğru bir şekilde inşa etmeyi planlıyorum; tabii mümkün olursa.

"Arkadaş çevrem benimle çok benzer süreçler yaşıyor. Kayınpederim, ateist olmadan hayatını tamamlamak istemediğini ifade ediyor ki kendisi halen beş vakit namazlarını kılan bir hacıdır."