Yeşilçam'ın efsane senarist ve yönetmenlerinden Safa Önal, "O eski dünya yok. Şimdiki zaman böyle bir sıkıntılı zaman. Her yeni buluş insanı mutsuz etmek için yeni bir sebeptir" görüşünü savunuyor. "Bir tüketim toplumunun reklamlardan geçilmeyen dünyasının; devamlı aşırı çalışmak, kazanmak, yenilemek telaşına düşen, hiçbir huzur duymadan yaşayan birtakım robotik mahlukları haline geliyorsunuz" diyen Önal, "Devamlı model değiştirmenin insanlara yüklediği bir yük var" ifadesini kullandı.
420 filmin senaryosunu yazan, 40’a yakınını yöneten Önal, "Geçenlerde Sayın Başbakan, 'Abidik gubidik' sözünü yeniden gündeme getirdi. 'Siyasi olarak birtakım abidik gubidik başbakanlar geldi' dedi. Peki, bu ‘Abidik Gubidik’ filmini Öztürk Serengil’e kim yazmıştır? Safa yazmıştır" dedi.
Habertürk gazetesinden Kübra Par'ın sorularını yanıtlayan (16 Nisan 2017) Safa Önal'ın açıklamalarından bazı bölümler şöyle:
Safa Bey biz sizi daha çok senarist ve yönetmen olarak tanıyoruz ama öncesinde edebiyat geçmişiniz var. İlk öykü kitabınız Dünyanın En Güzel Gemisi yeniden basıldı. Ne hissettiniz?
Oradaki öyküler 1960’ta yayınlanmıştı. 57 sene sonra bir tek sözcüğünü değiştirmeden, 19 tane hikâyeyi yeniden baskıya aldılar. 1960 yılında 30 yaşında bir adamsınız, şimdi 86 yaşındasınız. Aradaki geçen zamanda bir sürü fikriniz değişmiş, felsefeniz sizi başka yerlere götürmüş...
Kitabın önsözünü Peyami Safa yazmış. Nasıl bir ilişkiniz vardı?
Peyami Bey’in çıkardığı aylık ‘Türk Düşüncesi’ dergisinin yazı müdürüydüm. Sonra kadeh arkadaşı oldum, evinin değişmez konuklarından oldum. Karısı Nebahat Hanım ağır felç geçirmişti, hareket imkânı yoktu. Öyle bir zamandı ve ben o sırada en çok satan kadın dergisi ‘Yelpaze’nin yazı müdürüydüm. Orada da öyküler yayınlıyordum.
İlk yazılarınız daha önce ama değil mi?
Tabii. Eylül 1945... Sizlerin hayal bile olmadığınız bir dönemden kalmayım ben! Nişantaşı Ortaokulu’nda biz, Çamlıca’nın üç gülü gibi, beş gül idik: Ayhan Işık, Semih Balcıoğlu, Hasan Pulur, karikatürist Fehmi ve ben... İlk öyküm, ‘Bilmece’ diye bir çocuk dergisinde yayınlandı. 13-14 yaşındaydım. 17 yaşında Milliyet Gazetesi’nde haftada 3 gün, 3 sütun öykü yazıyordum, 7 sütun da fotoromanım yayınlanıyordu.
O dönem Peyami Safa dışında başka kimler vardı? Attilâ İlhan’la akrabalığınız da var, değil mi?
Attilâ İlhan’la bacanaktık. O Biket’le evliydi, ben Nükhet’le. O da ayrıldı, ben de ayrıldım. Attilâ ile aramızda bir fark var; o öldü, ben yaşıyorum! İyi arkadaşımdı. Sadri Alışık etim tırnağımdı. 11 yıl hiç ayrılmadan sadece setlerde çalışma düzenimizin dışındaki bütün zamanları beraber geçiren bir takımdık.
Edip Cansever’ler, Cemal Süreya’lar, İlhan Berk’ler...
Onların hepsi dostumdu. Yaşar Kemal, Kemal Tahir... Yamandılar. Hepsinin kitapları bana ithaf edilmiş olarak içeride. İmzaladılar ve gittiler...
Aranızda kıskançlık, rekabet var mıydı?
Dünyaya öyle bakmıyorduk. Herkes yazmak, yaratmak, üretmek için bütün gücüyle bastırıyordu. Arada bir basında tartışmalar, atışmalar oluyordu belki ama o iş çok uzun sürmezdi. Bir daha öyle bir dünyanın kurulmasına imkân ve ihtimal yok.
Neden?
Medeniyet bu işi bitiriyor. Tarık Akan, Halit Akçatepe ve Necla Nazır’la, Sultanahmet’in aşağısındaki Küçükayasofya’da ‘Umut Dünyası’ çektim. 2 sene önce benimle o filmi çektiğim yerde, bir röportaj yapmak istediler. Kalktık gittik. Biz filmi çekerken orası bir mahalleydi; bakkalı, kasabı, manavı, fırını, kahvesi bir aradaydı. Yeniden gittiğimizde hiçbiri kalmamıştı. Onların yerine ruhaniyetsiz, yaşamasız, ufak butik oteller yapılmıştı. O eski dünya yoktu. Şimdiki zaman böyle bir sıkıntılı zamandır...
Neden ‘Medeniyet bu işi bitiriyor’ diyorsunuz?
Medeniyet onun içine girmekte de o yüzden. Mesela, masamın üstüne koyduğum cep telefonum için öğrencilerimden bir tanesi, “Kaldırın hocam, ortalarda durmasın. Eski model bu, size yakışmıyor” dedi. Her yeni buluş insanı mutsuz etmek için yeni bir sebeptir. Bir tüketim toplumunun reklamlardan geçilmeyen dünyasının; devamlı aşırı çalışmak, kazanmak, yenilemek telaşına düşen, hiçbir huzur duymadan yaşayan birtakım robotik mahlukları haline geliyorsunuz. Devamlı model değiştirmenin insanlara yüklediği bir yük var.
Peki Türkiye’deki insanlar eskiden daha mı mutluydu?
Tabii, çok daha... İyi ki ben erken geldim. Zaten kapıya bir karış kalmış. Bütün arkadaşlarım gitmiş. Memdun Ün, Halit Refiğ, Metin Erksan, Sırrı Gültekin, Orhan Aksoy, Tarık Akan, Erol Büyükburç... Kimse kalmadı. O dönem hep sürecek; o gençlik, o çalışma, o heves, o dostluk sürecek sanıyorsunuz. Halbuki birer birer çekip koparılıyor ve sonsuz bir yalnızlığa düşüyorsunuz. Yeni dostlar kazanmasam, senaryo atölyesi kurmasam, gençlikle beraber olmasam, hayat dayanılır olmaktan çıkar.
Safa Bey sizin 400’e yakın senaryonuz var, Guinness rekorlar kitabına girdiniz...
Filme alınmış olanlar 420’yi buldu. Yoksa 1000 tane yazın, bir şey fark etmiyor.
Yazdığınıza pişman olduğunuz bir senaryonuz var mı?
Hayır, hiç yoktur. Geçenlerde Sayın Başbakan, “Abidik gubidik” sözünü yeniden gündeme getirdi. “Siyasi olarak birtakım abidik gubidik başbakanlar geldi” dedi. Peki, bu ‘Abidik Gubidik’ filmini Öztürk Serengil’e kim yazmıştır? Safa yazmıştır. Film öylesine büyük iş yapmıştır ki Öztürk Serengil, Osmanbey’de Abidik Gubidik diye gece kulübü açmıştır. Bunları kimse bilmiyor. Yani, yaman bir kopukluk, bir boşluk...
‘Abidik Gubidik’ ismine nasıl karar vermiştiniz? Öncesinde yoktu böyle bir kelime, değil mi?
Hayır, ilk öyle başlamıştır. Nereden buldum bilmiyorum ama buldum. Senaryosunu 1 gecede yazdım. İki tanığı var, ikisi de yaşıyor Bir o, bir de Günşiray’a ‘Hop Dedik’ yazdım. O da 1 gecededir. 2 tane 1’er geceliğim var.