Türkiyede'ki Musevilere güvence NEW YORK (A.A)

-Türkiyede'ki Musevilere güvence NEW YORK (A.A) - 25.09.2011 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Benim ülkemdeki Musevi vatandaşlarım var, ben kendileriyle görüşmeler yaptım. Asla bir endişe içinde olmayacaksınız, herhangi bir şey duyduğunuz, hissettiğiniz anda muhakkak haberimiz olsun. Zira sizler, bize emanetsiniz. Sizler, bu topraklarda bizim güvenliğimiz altındasınız. Kimseden size herhangi bir yanlış yapılmasına izin vermeyiz. İsrail yönetiminin yanlışını biz ülkemizde yaşayan Musevi vatandaşlarımıza asla ödetmeyiz'' dedi.  Erdoğan, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) tarafından NY Üniversitesinde düzenlenen ''Yeni Türkiye, Yeni Ortadoğu ve Yeni Dünya Düzeni'' konulu toplantıda yaptığı konuşmada yeni bir dünya düzeni oluşurken bunun parametrelerinin çok iyi belirlenmesini, geçmişten alınan dersler doğrultusunda gelecek nesillere daha güzel yarınlar bırakılması gerektiğini dile getirdi. Başbakan Erdoğan, bu konuda herkesin destek vermesi gerektiği üzerinde durdu. İsrail'in, Mavi Marmara saldırısından sonra özür dilemeyerek büyük bir yanlışın içine girdiğini ve Türkiye'nin dostluğunu kendi eliyle kaybettiğini kaydeden Erdoğan, şöyle konuştu: ''Ben burada İsrail halkını asla kastetmiyorum, yönetimi kastediyorum. Benim ülkemdeki Musevi vatandaşlarım var, ben kendileriyle görüşmeler yaptım. Asla bir endişe içinde olmayacaksınız, herhangi bir şey duyduğunuz, hissettiğiniz anda muhakkak haberimiz olsun. Zira sizler, bize emanetsiniz. Sizler, bu topraklarda bizim güvenliğimiz altındasınız. Kimseden size herhangi bir yanlış yapılmasına izin vermeyiz. İsrail yönetiminin yanlışını biz ülkemizde yaşayan Musevi vatandaşlarımıza asla ödetmeyiz. Niye? Çünkü bizim adaletimizin gereği budur. Bizim aldığımız siyasi terbiyenin gereği budur. Bu sadece bugün için değil ha... Tarihten gelen bizim yetişme tarzımız bu, yaklaşımımız bu.  Geçen sene yaşananlar ne olursa olsun, şimdi ben açık, net bir şey söyleyeceğim. Benim Türk vatandaşım ama aynı zamanda ABD vatandaşı olan Furkan Doğan yavrumuz, bu gemide şehit olanlardan bir tanesidir. Ben bunu Sayın Obama'ya da söyledim. Bu sizin vatandaşınız olduğuna göre Furkan Doğan'ın hukukunu niçin siz korumuyorsunuz?'' -Suriye- Başbakan Erdoğan, SETA'nın düzenlediği toplantıda izleyicilerin sorularını da yanıtladı. Erdoğan, ''Hatay kampını ziyaret ettikten sonra bir adım atacağınızı söylediniz. Bu adım nedir?'' sorusuna şu yanıtı verdi: ''Gönlümüz, arzumuz, bir an önce Suriye'de halkın gayretleri doğrultusunda bir karar varılması. Tunus'ta yönetim halkın talepleri doğrultusunda kararını verdi, Tunus'tan ayrılıp gitti. Mısır'da Mübarek önce diretti ama baktı ki Tahrir çok hareketli o da çekildi. Şimdi temennim odur ki; Suriye'de de Beşşar bir an önce halkının bu talepleri doğrultusunda kararını versin ve iktidardan çekilsin.  Şu anda bizim Türkiye olarak yaklaşımımız şudur; gördüğümüz o ki Suriye halkı artık mevcut yönetimden rahatsız. Fakat altı ay önce bu böyle değildi. Altı ay önce, halk Beşşar'ın yönetimde kalmasına evet diyordu ama ne diyordu? 'Beşşar yine görevinde kalsın, yine Cumhurbaşkanı olsun ama parlamentoyu artık biz kendimiz seçelim. Baas belirlemesin'. Ne yazık ki bu yaklaşıma olumlu cevap gelmedi. Gelmeyince bugünlere geldik. Şimdi artık halkın dediği olacak. Baas'ın veya Beşşar'ın dediği değil. Ha bu hemen olmaz da biraz gecikir veya biraz daha gecikir ama er veya geç ben Suriye halkının dediğinin olacağına kesinlikle inanıyorum. Şu anda muhalif kesim dışarıda toplantılar yapıyor. Biz desteklerimizi veriyoruz. Hatay'a ziyaretimle birlikte biz yaptırımlar sürecine gireceğiz ama bunların neler olduğu istikametindeki açıklamamızı da Hatay kampını ziyaretten sonra, oturup arkadaşlarımızla birlikte şu anda hazırlıklarımızı zaten yaptık ve bunların üzerinden hareketle adımlarımızı atmaya başlayacağız. Çünkü bizim tek hedefimiz, Suriye'nin huzuru, birliği, beraberliğidir. Orada totaliter, otoriter, otokratik bir sistem değil demokratik bir sistemdir.'' -''İsrail yönetimi kendi içinde çelişkili ve çatışmacı''- Başbakan Erdoğan, İsrail'le ilgili uzun vadeli bir stratejiniz var mı?'' sorusu üzerine şunları söyledi: ''Şu anda İsrail yönetimi içindeki sıkıntı, başından itibaren bu yönetim kendi içinde çelişkilidir, çatışmacıdır. İsrail halkıyla bizim niye sıkıntımız olsun. Benim ülkemde 40 bini aşkın Musevi vatandaşlarım var. Ne inançlarında, ne ekonomik faaliyetlerinde her hangi bir sıkıntılarını bana yansıtmadılar. Onursal Başkanları, liderleriyle sık sık her taleplerinde görüşen birisiyim. Benim o ülkelerdeki temsilcilerim İsrail Başbakanıyla bu denli sık görüşemez. Biz kendilerine bu denli gerekli olan imkanları veriyoruz. Burada kalkıp da uluslararası sularda insani yardım taşıyan gemilerimizi denizden ve havadan vurmayı neyle izah edebilirsiniz? Bir de doğru konuşmuyorlar. Diyorlar ki 'gemide silah var'. Hangi raporda böyle bir şey çıktı. İlk defa ben Netenyahu'nun ağzından gemide silah olduğunu duydum. Ne Cenevre, ne BM kayıtlarının hiç birinde gemilerde silah olduğuna dair bir ifade yer almamıştır. Kusura bakmayın yalan söylemenin bir siyasi liderlikle izah edilir bir boyutu olmaz. Doğru konuşalım, dürüst davranalım. Burada da onun için ben söylüyorum. Yine İsrail halkı asla bu konuda bizim ifadelerimizin muhatabı değildir. İsrail yönetimidir. Mevcut yönetim kendisini check etmelidir. Geleceğe nasıl bir adım atar onu ben bilemem. Eğer İbrahim'in çocuklarıyız diyorsak İbrahim’in çocukları olmanın gereğini yerine getirelim. Çünkü İbrahim'in çocuklarında katil olmaz.'' Türkiye ilham verir hale geldi Türkiye'nin 15 sene öncesine kadar dış yardım alan bir ülkeyken, bugün yılda bir buçuk milyar dolar yardım veren bir ülke konumuna geldiğinin, dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ekonomisi durumunda olduğunun altını çizen Erdoğan, şunları söyledi:  ''Ancak, Türkiye'nin bölgesine ve ötesine yönelik artan etkisinin ardında sadece ekonomik faktörleri görmek yanlış veya yetersiz bir yaklaşım olacaktır. Türkiye son on yıldır sağladığı siyasi istikrarı en verimli şekilde kullanmış, demokrasisini olgunlaştırmış, toplumsal huzuru pekiştirmiş ve ilerlemeyi kalıcı kılacak değerleri sağlamlaştırmıştır. Nitekim, Türkiye'nin dostluğu ve işbirliği her geçen gün daha fazla aranırken, ülkemizin gerçekleştirdiği dönüşüm başka ülkelere de ilham verir hale gelmiştir. İşte, yeni Ortadoğu'nun doğuşu bakımından Türkiye'nin sağlayabileceği en anlamlı katma değer de burada ortaya çıkıyor. Bölge halklarına verdiği umut ve ilhamla Türkiye, bölgedeki gelişmeleri doğru istikamette yönlendirme imkanına sahip nadir ülkelerden biridir.''  Erdoğan, Balkanlardan Kafkasya'ya, Somali'den Afganistan'a, İran'dan Ortadoğu barış sürecine kadar uluslararası toplumun gündeminde en ön sıraları işgal eden tüm meselelerin Türkiye'nin de dış politikadaki öncelikleri olduğunu ifade etti.  -İsrail-Filistin ihtilafı- Başbakan Erdoğan, İsrail-Filistin ihtilafının çözümü yönündeki çabalarının da çok önemli olduğunu ifade ederek, şöyle devam etti:  ''Zira, on yıllardır bölgeyi içten içe kemiren ve uluslararası alanda adalet duygusuna olan güveni zedeleyen bu sorunun, artık bu şekilde devam etmesi ne kabul edilebilir, ne de gerçekçidir. Bu itibarla, meselenin Arap Baharı'nın gölgesinde kalmasına veya dar çıkar hesaplarına heba edilmesine göz yumulmamalıdır. Aksine, Arap Baharı'nda mesafe kat edildikçe ve halkların siyasete katılımı arttıkça, sorunun çözülmesi üzerindeki baskı da mevcut adaletsizliklere duyulan tepki de artacaktır. Bu sebeple daha fazla vakit kaybedilmeden barış sürecini canlandıracak adımların atılması ve barışın önündeki engellerin kaldırılması gerekmektedir. Ancak bugün gelinen noktada bu hususta iyimser olmak maalesef güçtür. Zira İsrail, uluslararası toplumun tüm çağrılarına rağmen barış sürecinin önünü açacak adımları atmaktan ısrarla kaçınmaktadır. Bir yandan işgal altındaki Filistin topraklarında yasa dışı yerleşimler devam ederken, diğer yandan Gazze halkına uygulanan insanlık dışı ambargo da hukuksuzca sürdürülmektedir. Artık buna bir son verilmelidir.  Ben buradan hem şahsıma, hem sizlere soruyorum: Bir toplum düşünün ki, bir ülke düşünün ki adeta açık hava hapishanesinde yaşıyor. Şu anda Filistinli, bulunduğu yerden dışarı çıkamaz. Gazze'li hiç çıkamaz. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak Tel Aviv'i ziyaret ettim. Filistin'e geçiyorum, geçerken Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak yarım saat sınırda bekletildim. 'Niçin beni burada bekletiyorsunuz?' Bana verilen cevap şu; güvenliğiniz için. Ben Filistin'e geçiyorum. İmza ise imza, her şeyi vereyim. Neyin güvenliği? Benim böyle bir sorunum yok. Hiçbir zaman bir İsrailli ülkeme geldiği zaman 'güvenliğiniz için yarım saat sınırda beklemeniz gerekir' demedim. Benim böyle bir talimatım olmadı. İşte bunlar bizi üzen münasebetler. Bugün Filistin'e bir kasa domates sokmak istesen İsrail'in iznine tabi. Bu nasıl bir yaklaşım?  İsrail'e sadece bölgeye ve dünya barışına değil, kendi halkına da zarar veren bu politikalarını değiştirmesi için gereken baskı başta ABD olmak üzere yapılmalıdır. Bu yönde atılacak ilk adım, barış sürecindeki dengesizliği ortadan kaldırmak ve Filistinliler'e hak ettikleri devlet statüsünü vermek olmalıdır. 'BM Güvenlik Konseyi'nde ne olur?' Bir defa BM Güvenlik Konseyi'nin reforme edilmesi lazım. BM Güvenlik Konseyi'nin, şu andaki yapısıyla dünyaya adalet dağıtmak mümkün değil. Dünya 5 ülkenin egemenliği altında gidiyor. Daimi üyeler ne derse o. Bunu devlet başkanlarıyla, hükümet başkanlarıyla görüştüğümüzde söylenen şey şu; 'Doğru. Haklısınız değişmesi lazım'. Evet, değişmesi lazım. Çünkü Daimi üyeler dünyayı temsil etmiyor, kendilerini temsil ediyor. Kendi arzuları, istekleri neyi gerektiriyorsa o istikamette karar veriyorlar. Evetse evet, hayırsa hayır. Böyle bir şey olmaz.''