Selin Girit
Türkiye'de bugün 3 milyon 600 binden fazla Suriyeli yaşıyor. Kamu Denetçiliği Kurumu'nun açıkladığı "Türkiye'de Suriyeliler" başlıklı özel raporda, bu sayının 10 yıl içinde 4-5 milyonu aşmasının beklendiği belirtildi.
Türkiye'nin Suriyeliler için harcadığı para, 30 milyar dolardan fazla.
Toplumda son zamanlarda Suriyelilere olumsuz tepkilerin arttığı gözleniyor. Yılbaşı gecesi Taksim Meydanı'nda Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bayrağıyla kutlama yapan Suriyelilerin görüntülerinin sosyal medyaya yansıması üzerine #ÜlkemdeSuriyeliİstemiyorum Twitter'da en çok konuşulan başlıklar arasına girdi.
Zehra 3 yaşında. Kardeşi Yusuf daha 9 aylık. İkisi de Türkiye'de doğdu. Suriyeliler. Ama ne bir kimlik kartları var ne de bir vatanları.
5901 Sayılı Vatandaşlık Kanunu'na göre Türkiye'de dünyaya gelen Suriyeli bebeklerin vatandaş kabul edilebilmeleri için anne ya da babalarından en az birinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması gerekiyor. Ama Zehra ile Yusuf'un anne-babası bu koşulu sağlamıyor.
Suriye'deki savaştan kaçıp Türkiye'ye sığınan mülteci nüfusu 3 milyon 600 bini aştı. Bunların 380 bini Türkiye'de doğan bebekler.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Aralık ayında yaptığı bir açıklamada, "Allah izin verse de Meclis de yardımcı olsa, keşke bu 380 bin çocuğu doğar doğmaz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapsak" demişti.
Türkiye genelinde her gün ortalama 300 Suriyeli bebeğin dünyaya geldiği tahmin ediliyor.
Baba Abdülkerim Yusuf Abdülrezzak, vatansız çocuklarına Türkiye'de iyi bir gelecek sunamayacağına karar vermiş. 4 yıl önce yasa dışı yollarla girdiği topraklardan ayrılma hazırlığı içinde.
"Ben baklavacıda çalışıyordum. 1500 lira maaş alıyordum. Ay başı geliyor, 700 lira kira veriyordum. Faturalar, su, doğalgaz, elektrik... Çok borcum var, çocuklarıma burada bakamıyorum" diyor.
Eşiyle birlikte iki çocuğunu da alıp Afrin'in El Haccac köyündeki evlerine geri dönmeye karar vermişler.
Abdülkerim, Türkiye'nin düzenlediği Zeytin Dalı Harekâtı'nın ardından Afrin'de durumun düzeldiğini, bölgenin artık tehlikeli olmadığını söylüyor.
"Madem burası da güvenli orası da, oraya dönerim, ailemin yanında kalırım" diye konuşuyor.
Hükümet yetkilileri, Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı Harekâtları sonrası Suriye'ye geri dönen mültecilerin sayısının 290 bin civarında olduğunu söylüyor.
İstanbul'daki Esenyurt Belediyesi, evlerine dönmek isteyen mülteciler için 10 aydır düzenli olarak sınıra otobüsler kaldırıyor. İlk etapta 17 kişilik bir sefer düzenlendi. O zamandan beri 20 ayrı sefer yapıldı. Dönüşlerin gönüllülük esasına dayalı olduğunu söylüyorlar.
Abdülkerim de son seferde ailesiyle birlikte yerini alıyor. Bu kez 6 otobüsle 237 kişi sınıra götürülüyor.
Esenyurt Belediye Başkanı Ali Murat Alatepe, "Biz ev sahipliğimizi yaptık. Misafirlerimiz oldular. İnsani anlamda bakıyoruz bu olaya. Çatışmasızlık ortamı oldukça onlar da özgürleşmiş oluyor. Buradaki insanların da oraya gitme hızı artıyor" diye konuşuyor. Bu yıl içerisinde Esenyurt'taki 20-25 bin Suriyeliyi daha evlerine göndermeyi planladıklarını da sözlerine ekliyor.
Abdülkerim ise "Suriye'de hayat yok. Yaşamak istediğimiz ve çocuklarımıza yaşatmak istediğimiz bir hayat yok. Ama risklere rağmen gidiyorum" diyor.
Babası evinin tarlasında koyunlara bakarken mayına basarak ölmüş. Annesi yalnız kalmış. Aynı arazide çalışmak, her an mayına basıp da babasıyla aynı kaderi paylaşmak pahasına onu köyüne götürecek otobüse biniyor.
"Devlet bize maddi destek vermedi, Kızılay bana yardım etmedi. Ama sağlık konusunda bazı kolaylıklar sağladılar. Hamdolsun, bize iyi davrandılar. Ama gitmek zorundayız. Suriye bizim için, ailemiz, çocuklarımız için riskli bir macera olacak" diye ekliyor Abdülkerim.
Türkiye'ye sığınan Suriyelilerden yaklaşık 60 bininin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı bulunuyor. Ancak Suriyeliler Türkiye'de resmen mülteci statüsüne de sahip değiller.
Zira Türkiye, 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi'ni "coğrafi sınırlama" şartıyla kabul etmişti. Bu kısıtlama nedeniyle, sadece Avrupa Konseyi üyesi ülkelerden gelen göçmenlere mülteci statüsü verilmesi mümkün.
Yani Suriyeliler Avrupa dışından geldikleri için mülteci olarak görülemiyor, "geçici koruma" başlığı altında "sığınmacı" statüsüne sahip olabiliyorlar. Sığınmacı statüsü de, mültecilerin sahip olacakları doğal hakları içermiyor.
Buna karşın geçici koruma statüsü altındaki Suriyelilerin sağlık, eğitim, sosyal yardım gibi temel hizmetlere yasal yollarla erişebilmesine imkan tanınıyor.
Ancak Suriyelilere tanınan bu haklar kimi zaman yerel halk tarafından ayrıcalık olarak görülebiliyor. Kimi zaman da olduğundan fazlaymış gibi algılanabiliyorlar.
Örneğin, Mülteciler Derneği geçen ay yayımlanan "Suriyeli mültecilerle ilgili doğru bilinen yanlışlar" başlıklı yazıda, sosyal medyada çıkan kimi haberlerin aksine Suriyelilere hastanelerde öncelik tanındığı, elektrik, su, doğalgaz faturalarını ödemedikleri ya da Suriyeli öğrencilerin merkezi sınava girmeden üniversiteye alındıkları gibi bilgilerin doğru olmadığının altını çiziyor.
İçişleri Bakanlığı'na bağlı Göç İdaresi'nin Genel Müdürü Abdullah Ayaz da "Suriyelilerin suç oranlarının yüksek olduğu, devletten maaş aldıkları, TOKİ'den ücretsiz ev verildiği, Suriyeli öğrencilerin üniversiteye sınavsız alındığı bilgileri doğru değil" demişti.
Buna karşın, Yabancılara Yönelik Sosyal Uyum Yardım (SUY) programı kapsamında Suriyeli mültecilere belli koşulları sağladıkları takdirde Avrupa Birliği fonları üzerinden belli bir miktar ya da Kızılaykart ile ayda 120 liralık nakit yardımı yapılıyor.
Suriyeli üniversite öğrencilerine verilen 1200 liralık bursun yüzde 85'inin de Avrupa Birliği tarafından karşılandığı, yalnızca kalan yüzde 15'lik miktarın devletin bütçesinden geldiği belirtiliyor.
Ancak Aralık 2017'de yapılan "Suriye Barometresi: Suriyelilerle Uyum İçinde Yaşamanın Çerçevesi" adlı araştırmaya göre, her 10 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşından neredeyse dokuzu, Suriyelilerin ana gelir kaynağının devlet yardımı olduğunu düşünüyor.
Türkiye'de bulunan Suriyelilerin yüzde 93'ü bugün mülteci kamplarının dışında yaşıyor. Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği'nin (UNHCR) verilerine göre, Türkiye'deki tüm mültecilerin yaklaşık yüzde 50'si 4 kilit ilde kayıtlı: Gaziantep, Hatay, İstanbul ve Şanlıurfa.
İstanbul, 2015'ten bu yana en yüksek Suriyeli mülteci nüfusuna sahip şehir. Kentte resmi rakamlara göre yarım milyonu aşkın Suriyeli yaşıyor.
İstanbul'un Fatih semtindeki Yusufpaşa'da yerel esnaf Suriyelilere ayrıcalık tanındığı konusunda kuşkuları olmadığını söylüyor.
Kadir Demir, 30 yıldır Yusufpaşa'da unlu mamuller satan bir dükkan işletiyor. Millet Caddesi'nin bu kısmında Türkçe'den çok Arapça tabelalar göze çarpıyor.
Demir, bölgede Suriyeli nüfusun artmasıyla kiraların çok yükseldiğini, Suriyelilerin kendi dükkanlarından alışveriş etmeyi tercih ettiklerini ve Türklerin dükkanlarına pek girmediklerini, bu durumun da kendilerini olumsuz etkilediğini söylüyor.
"Belediye bizden her şeyi talep ediyor. Havalandırma sisteminden tut her şeyine kadar, işçilerin sağlık sigortasına kadar hepsini istiyor. Ama bir Arap'ın dükkanına git, herhangi bir belediye bunu umursamıyor. İşletmecilik yok, ruhsat yok, işgaliye yok, hiçbir şey yok" diyor.
Suriyelilerin devletten maaş aldığı iddialarını tekrarlayan Demir, "Mülteci oldukları için ülkemizden bizden daha iyi faydalanıyorlar. Biz o kadar faydalanamıyoruz onlar kadar" diye konuşuyor.
Haksız rekabet ya da Suriyelilere maaş verildiği gibi iddiaların hükümet nezdinde yalanlandığını hatırlatmamız karşısında Demir, "Hayır," diyor, "Hepsini gelsinler, bana sorsunlar. Katılmıyorum."
Kadir Demir, Suriyeliler konusunda izlenen politikaların 31 Mart'taki yerel seçimde de tercihini belirleyeceğini söylüyor.
"Biz artık tepkimizi sandıkta göstereceğiz" diyen Demir, ekliyor:
"Bir an önce artık bu sistemin değişmesi lazım. Bu sistemlerin değişmesi için seçimde bu Suriyelileri destekleyen partilere oy vermeyeceğiz artık. AK Parti'ye asla ve asla artık oy vermeyeceğim" diye konuşuyor.
Aynı bölgede 10 yıldır tekel bayii işleten Yunus Emre Acay da Suriyelilere ayrıcalık tanındığı iddialarından bahsediyor. "Hastanelerde öncelik onların zaten. Nereye gitsen öncelik adamlara tanınıyor. Buranın vatandaşı gibidirler" diyor.
Acay, dil farklılığı nedeniyle iletişim kuramamalarının da bir sorun olduğunu savunuyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:
"Bizim örf ve adetlerimize göre değiller. Onlar rahat insanlar. Sanki onlar Hawaii'de yaşıyorlar, biz başka yerde. Ben 32 yaşındayım, ben bunlar kadar rahat yaşamadım bu ülkede, öyle diyeyim."
"İnşallah onların da savaşı biter, huzurlu olurlar. Evlerine bir an önce gitseler daha iyi olur. Buradaki insanlar için de sükunetli olur. Gitmeleri lazım. Gitmeleri lazım."
Yerel halk ile Suriyeli mülteciler arasındaki gerginlik kimi zaman ölüm ya da yaralanmayla sonuçlanan olaylara da yol açabiliyor.
Eylül ayında Şanlıurfa'da birbirine komşu Türk ve Suriyeli aileler çocukları arasındaki tartışma nedeniyle kavga etmiş, kavgada iki Türk hayatını kaybetmişti.
"Suriyelileri istemiyoruz" diye bağırarak sokağa dökülen, Suriyeli esnafın dükkanlarını tahrip eden mahalleli, valiliğin sağduyu çağrısı ve polisin müdahalesiyle sakinleştirilmişti.
Şiddet olaylarına bir diğer vahim örnek de Temmuz 2017'de Ankara'nın Yenimahalle ilçesinin Demetevler mahallesinde yaşanmıştı.
Sosyal medyada Suriyeli bir mültecinin 5 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz ettiğine dair bir söylenti yayılması üzerine Suriyeli ve Türkiyeli erkekler arasında sopalı, taşlı ve bıçaklı kavgalar çıkmıştı. Olaylara müdahale etmeye çalışan 3 polis memurunun bıçakla yaralandığı yönünde haberler yayımlanmıştı.
Uluslararası Kriz Grubu'nun Ocak 2018'de yayımladığı "Türkiye'deki Suriyeli Mülteciler: Kentsel Gerilimleri Azaltmak" başlıklı raporunda da 2017'nin ikinci yarısında Suriyeli mültecilerle bağlantılı toplumsal gerginlik ve adli olayların sayısının yaklaşık 3 kat arttığı ve bu olaylarda bir yıl içinde 24'ü Suriyeli olmak üzere en az 35 kişinin yaşamını yitirdiği belirtiliyor.
Raporda, şiddet olaylarının yaşanma olasılığının yerel halkın Suriyelileri kültürel olarak farklı gördüğü ve kayıt dışı çalışan Suriyeli işçi veya işletme sahipleri ile rekabet etmekte zorlandığı durumlarda daha yüksek olduğu ifade ediliyor.
Türkiye'de Suriyeli göçmenlere Ocak 2016'dan beri çalışma izni veriliyor. Bugün çalışma izni olan Suriyelilerin sayısı 32 bin civarında. Ancak yüz binlerce Suriyelinin özellikle tekstil, inşaat ve tarım sektörlerinde kayıt dışı çalıştığı biliniyor.
Buna karşın, Suriyeliler Türkiye'de her yıl yeni şirket kuran yabancılar arasında birinci sırada yer alıyor. Türkiye'de yaklaşık 8 bin Suriye ortaklı firma var.
Muhammed Nizar Bitar'ın lokanta zinciri de bunlardan biri. Bitar, 7 yıldır Türkiye'de yaşıyor.
Cebinde 1000 dolarla geldiği İstanbul'da önce bir bodrum katında dükkan açmış. Humus, tabule derken, Suriye mutfağı İstanbul'da hayli tutmuş.
Bugün Türkiye genelinde 10'dan fazla lokantası, Balkanlar'da şubeleri var. Bitar, Suriyeli olduğu için haksız kazanç sağladığı iddialarına tepki gösteriyor.
Akıcı şekilde Türkçe konuşan Bitar, "Burada bazı Türkler diyorlar Suriyeli bedava yaşıyor. Tabii ki ters. İnanmayın" diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:
"İstersen gel, bak, bütün faturalar var bende. Stopajımızı ödüyoruz, vergi ödüyoruz, SSK ödüyoruz. Türkiye'de bir kişi bile onun gibi vergi ödemediğimi iddia edemez.
"İçinde Türkler ve Suriyelilerin olduğu 400 elemanım var, onların vergilerini ödüyorum, ben Türkiye ekonomisinin yükselmesinde katkıda bulunuyorum. Bazı insanlar öyle diyorlar ama tam tersi. Biz ekonomiyi arttırıyoruz. Kimi ister kimi istemez, biz buradayız, yaşıyoruz Türkler gibi."
"Türkiye'de bazı kesimler 'Suriyeliler artık gitsin, evlerine dönsünler' diyor. Siz ne düşünüyorsunuz bunun karşısında?" diye soruyorum.
"Başka devlet nereye gidebilirim ki?" diye soruyla karşılık veriyor ve ekliyor:
"Benim Çanakkale'de 70 bin şehidim var. İki dedem Çanakkale'de öldü, benim dedemin şehit olduğu bir ülkede huzurlu bir şekilde yaşamam en doğal hakkım. Benim Türkiye'ye gelmemi istemiyorsa, o zaman Almanya'daki Türkler de ülkelerine dönsünler, neden Almanya'da yaşıyorlar?
"Başka devlet yok. Benim için Türkiye en güzeli. Türkiye'yi kalpten, aşkla seviyorum. Halkı seviyorum. Tabii ki bazı Türkler bizim için iyi düşünmüyor. Ama biz onları affediyoruz. Ne yapacağız yani?"
Muhammed Nizar Bitar, savaşın bitmesi durumunda dâhi Türkiye'de yaşamayı tercih edeceğini söylüyor.
"Memleket için her zaman duygularım olacak ama Türkiye'ye büyük bir aşk ve sevgi besliyorum. Burada kalmaya devam edeceğim. Bu güzel ülkede yaptığım bunca şeyi bırakmam" diyor.
Kamu Denetçiliği Kurumu'nun hazırladığı Türkiye'deki Suriyeliler başlıklı özel raporda, şu ifadeler kullanılıyor:
"Ülkemizdeki Suriyeliler için sadece yarın gideceklermiş gibi politika üretmenin gerçekçi olmadığı açıktır. Kendilerini güvende hissediyorlarsa, kazançları az da olsa bir işleri, yaşayacak ortalama mekânları ve çocuklarını gönderebildikleri okulları varsa, savaş bitse bile dönmeleri oldukça zor olacaktır."
Türkiye'de yaşayan Suriyeli mültecilerin yüzde 46'sı 18 yaş altındaki çocuk ve gençlerden oluşuyor. Bu kesimin ve ailelerinin en büyük sıkıntılarından biri eğitim.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, geçtiğimiz günlerde bir soru önergesine verdiği yanıtta, Türkiye'de eğitim çağındaki 1 milyon 47 bin 536 Suriyeli sığınmacıdan 651 bininin okula erişiminin sağlandığını açıklamıştı.
Bakan Selçuk, Suriyeli sığınmacıların 19 ildeki 223 geçici eğitim merkezinde eğitim gördüğünü de belirtmişti.
Milli Eğitim Bakanlığı, Suriyeli çocukların eğitimi için açılan geçici merkezleri kademeli olarak kapatıyor ve çocukları Türk okullarına yönlendiriyor.
Kimi Türkiyeli veliler, Suriyeli öğrencilerin Türk okullarına gönderilmesinden ötürü sınıfların çok kalabalık olmasından, Suriyelilerin sınıf düzenini bozduğundan şikayet ediyor. Suriyeli aileler ise ayrımcılıktan şikayetçi.
10 yaşındaki Yazan, ilkokul 3. sınıf öğrencisi. 4 yıl önce Halep'ten Türkiye'ye kaçak yollarla gelmişler. Yazan ilkokul birinci ve ikinci sınıfı "Suriye okulu" tabir edilen bir okulda okumuş. Ancak şimdi gittiği Türk okulunda sorunlar yaşamaya başlamış.
Annesi Baraa Karamuhammed, oğlunun okulda Suriyeli olduğu için kötü muameleye maruz kaldığını ve bu yüzden Yazan'ı artık okula göndermeyeceğini söylüyor:
"Oğlumu okuldan almaya gittim, ağlıyordu. 'Beni ittiler, kovdular, eşyalarımı yerlere attılar' dedi. 'Yanımda oturan çocuk çantamı yere attı. Buradan git, seni istemiyoruz dedi. Teneffüse indik, oynarken beni ittiler. Sen Suriyelisin, sen kafirsin, seni istemiyoruz, buradan defol git, biz Suriyelileri istemiyoruz dediler' diye anlattı.
"Ben çocuğumu dinliyorum ama elimden hiçbir şey gelmiyor, hiçbir şey yapamıyorum. Aldım çocukları okuldan, evdeler şimdi."
Gerek Suriyeli ailelere gerekse öğretmenlere göre eğitimdeki en büyük sorun ortak bir dilin olmaması ve iletişim kurulamaması.
Baraa El Şihabi, 29 yaşında bir matematik öğretmeni. El Bab'dan Kilis'e, oradan da İstanbul'a geçeli 4 yıl olmuş. Şimdi bir Türk okulunda rehberlik ve Suriyeli öğrenciler ile Türk öğretmenler arasında çevirmenlik yapıyor.
Şihabi, okula gittiği ilk gün duygusal bir manzarayla karşı karşıya kalmış. Yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
"Teneffüste bir bakayım dedim Suriyeli öğrenciler nerede diye. Bir Suriyeli öğrenciyle konuşurken başka bir öğrenci yanıma koşarak geldi ve bana sarıldı. 'Öğretmenim sen Arapça konuşuyor musun? Ben seni çok seviyorum.' dedi.
"2 dakika boyunca bana sarıldı ve ağladı. 'Hayırdır yavrum, ne oldu?' diye sordum. Bana dedi ki 'çocuklar beni sevmiyor, beni dövüyorlar, ben öğretmeni anlayamıyorum, okulu bırakmak, eve dönmek istiyorum.'
"Okula ilk gittiğimde Suriyeli öğrencilerin tepkisi çok duygulandırdı beni. Bir Suriyeli öğretmenin olması ve onlarla Arapça konuşması onlar için bir teselli..."
Ancak Şihabi, Suriyeli ve Türk öğrenciler arasında kimi zaman gerginliklerin çok ciddi boyutlar da alabildiğini söylüyor:
"Bizim okuldaki bir Suriyeli öğrencinin bir hastalığı var. Bu hastalığı taşıyan çocuk herhangi bir darbe aldığında bir iç kanamaya neden oluyor. Bu öğrenci Türk okulunda okuyor ve diğer öğrenciler Suriyeli olduğu için onu okulda istemiyorlar.
"Sürekli 'Sen Suriyelisin, seni istemiyoruz,' diyorlar. 3 öğrenci çıkışta bu öğrenciyi bekliyor. Ve çocuğu sokakta dövüyorlar. Bu da iç kanamaya yol açıyor. Çocuk acile kaldırıldı, ölümden döndü."
Fatih'te okuyan lise üçüncü sınıf öğrencisi Huzeyfe de kendi okulunda Suriyeli ve Türkiyeli öğrenciler arasında sık sık kavgalar çıktığını söylüyor:
"Bir keresinde Türk arkadaşlarım dayak yemeyeyim diye bana eve kadar eşlik ettiler. Bir keresinde yine kavga çıktı, bazı Suriyeli öğrenciler dövüldü. Bir Suriyeli göğsünden darbe aldı, başka biri yüzünden. Suriyeliler ile Türklerin kavgaları çok sert oluyor. Bu yıl bir Suriyeli öğrenci gözünden yaralandı."
"Okula ilk girdiğimde Türklerle arkadaş olmayı umuyordum. Bana çok yardım eden Türkler de var, dersleri anlatıyorlar, farklı konularda destek oluyorlar. Ama benimle konuşmayan, bana selam bile vermeyen, benimle kavga eden Türkler de var. Neden böyle? Ben onlara ne yaptım? Onlardan biri olmaya çalışıyorum. Neden bana böyle davranıyorlar?"
Ancak Suriyeliler ile Türkiyelilerin hikayesinde sanata, dostluğa, ortaklaşmaya da yer var.
Debdebe, Mayıs 2016'da kurulmuş bir grup. Suriye'nin Humus kentinden 3,5 yıl önce İstanbul'a gelen ve rap müzik yapan Mehdi Alkelany'yle bir atölyede tanışmalarının ardından birlikte konserler vermeye başlamışlar.
Debdebe'den Seçkin Erdi, "Biz Mehdi'nin Suriyeli olmasıyla ilgilenmiyoruz. Mehdi bizim İstanbul'da müzisyen bir arkadaşımız. Onun gündelik hayatını Suriyeli olduğu için zorlaştıran her şey bizim de meselemiz bir yandan. Bizimle aynı vatandaşlık haklarına sahip olmaması büyük bir mesele bizim için," diyor.
Debdebe ve Mehdi'nin konserlerinde Türkçe ve Arapça sözler aynı melodi içerisinde birbirine kaynıyor, tanıdık ezgiler içinde hayata dair benzer meseleler dile getiriliyor.
Mehdi, "Biz halk olarak birbirimize benziyoruz, Suriye halkı ve Türkiye halkı birbirine çok yakın," diyor ve ekliyor:
"Birbirine bağlı adetler ve akrabalıklar var. Aradaki tek fark dil, o da iyi bir şey aslında. Ben öyle görüyorum."
"Suriye Barometresi: Suriyelilerle Uyum İçinde Yaşamanın Çerçevesi" isimli araştırmaya göre, Suriyelilerin yüzde 72'si kendilerini Türkiye toplumuna yakın veya çok yakın görüyor. Ancak Türkiye genelinde halkın yüzde 63'ü Suriyelilerin kendilerinden çok farklı olduğu kanaatinde.
Mehdi, Debdebe'yle tanışmasından önce İstiklal Caddesi'nde sokak müzisyenliği yapmış. Müziğin en etkili iletişim aracı olduğunu düşünüyor. "Arap ülkeleri mesela hiçbir konuda anlaşamazsa da müzikte anlaşırlar" diyor.
Erdi de müziğin ve sanatın köprüler kuracağında hemfikir:
"Kesinlikle daha fazla ortak projeye, daha fazla ortak çalışmaya, daha fazla ortaklaşmaya ihtiyacımız var. Hem korkudan hem kültürel ırkçılıktan kaynaklanan sınırların ya zorla ya gönülle bir şekilde yıkılacağı çok ortada. O yüzden şimdiden başlamak lazım."
Mehdi Türkiye'de müzik dünyasında başarılı olmayı, bir Arapça rap albümü çıkarmayı, ardından da bir hiphop okulu kurmayı hayal ediyor. Günün birinde de Suriye'de Debdebe'yle birlikte sahneye çıkmak istiyor.
Peki ya "Suriyeliler gitsin!" diyenler?
"Ben şundan eminim ki, kimse kimseden nefret etmez," diyor Mehdi. "Kimse kimsenin yıkılmış bir evin önünde ve tehlikeli bir mahallede kalmasını istemez. Böyle bir insan yok, nereli olursa olsun."