Volkswagen’in emisyon değerlerinin düşük çıkması için hileli yazılım kullandığının anlaşılmasıyla birlikte Amerika ve Avrupa’da emisyon oranlarını daha da düşürmek için çalışmaları hızlandırırken, yapılan araştırmalar Türkiye’de emisyon oranlarının araç tercihindeki rolünün yüzde 4 oranı ile en sonda yer aldığını gösterdi.
Hürriyet’ten Emre Özpeynirci’nin haberine göre; Türkiye’de hükümet emisyon oranlarına ilişkin ne vergisel anlamda ne de çevreyi kirleten eski araçları trafikten çekmek adına hiç bir girişimde bulunmazken, yapılan araştırmalar Türkiye’de emisyon değerlerinin otomobil tüketicisi açısından da neredeyse hiç umursanmadığını ortaya koyuyor. Araştırma sonuçlarına göre emisyon değerlerinin, Türk tüketicisinin satın alma kararında rol oynayan etkenlerin sonuncusu olurken, dış tasarım, donanım ve fiyat gibi unsurların daha ön planda olduğunu gösteriyor.
Geçtiğimiz hafta Otomotiv Gazetecileri Derneği (OGD) yönetimi ile bir araya gelen Otomotiv Yetkili Satıcıları Derneği (OYDER), tüketicilerin satın alma davranışlarına ilişkin araştırma şirketi GfK ile yaptıkları araştırmaları paylaştı.
OYDER Yönetim Kurulu Başkanı Alp Gülan, Türkiye’de satılan araçların, genel olarak emisyon değerlerine uygun olduğunu, ancak ülkemizde azot oksit ölçümü yapılmadığına değinirken, tüketicilerin de, araçların havayı kirletme miktarı olarak bilinen emisyon değerlerini pek de önemsemediklerini belirtti. OYDER’in GfK ile her yıl düzenlediği anketlerde, tüketicilerin satın alma sürecinde önem verdiği unsurları öğrenmeye çalıştıklarını anlatan Gülan, “Bu araştırmalarda gördük ki, bir aracın emisyon değeri, tüketicilerin o aracı tercih nedenleri arasında en son sırada çıkıyor. Geçen yılki, hatta bir önceki araştırmada da bu aynı” diye konuştu.
OYDER’in geçen yıl yaptırdığı anketlere göre tüketici tercihlerinde en yüksek orana sahip kriterler aracın tasarımı, yakıt tüketimi ve donanımı. Bunu fiyat ve kullanım hacmi izlerken, güvenlik özellikleri ve ödeme seçenekleri 6 ve 7’inci sırada yer alıyor. Emisyon değeri ise yüzde 4 gibi bir oranla en sonda yer buluyor. Bu, 2012 yılında yapılan ankette yüzde 3.8’le yine en son sırada yer almış. Düşük hacimli benzinli motorların, son dönemde üreticiler tarafından bir süredir dizele alternatif olarak kullanılmaya başlandığını, bu motorların yakıt tüketimi ve artırılmış güçleriyle performans kaybı yaşatmadığını hatırlatan Gülan, dizelin bir anda moda haline geldiğini, ancak bu durumun değişebileceğini belirtiyor. Gülan, “Türk tüketicisi, genellikle bu ufak hacimli benzinli motorlara önyargıyla yaklaşıyor. Aracı taşımayacağını düşünüyor. Ancak test ettiğinde ikna oluyor” ifadesini kullandı.
Türkiye’de 20 yaşın üzerinde araç sayısının 3.5 milyon adet olduğunu, tüm araç parkının yaş ortalamasının ise 12 olduğunu vurgulayan Alp Gülan, “Bizim bakanlığa sunduğumuz bir rapor var. Şu anda 20 yaşın üzerindeki bir araçta 210-220 gr/km karbon salımı var. Yeni araçlardaysa bu rakamlar 100-110 gr/km’ye düştü. İkisini karşılaştırdığımızda aradaki fark, 200 Belgrad Ormanı’nın temizlemeye çalıştığı kadar bir kirliliğe denk” dedi. AB’de bir aracın yarattığı çevre kirliliğini temizlemenin 8 bin 474 Euro olarak hesaplandığını da kaydeden Gülan, “20 yaş üstü bir aracın çevreye verdiği zararın bedeli bu. Devlet 8 bin 474 Euro’nun dörtte birini ÖTV indirimi olarak verse ve bunu ‘sıfır’ araç satışına katkı şeklinde formüle etse, hem sistemden bu araçların çekilmesi mümkün olur hem de geri dönüşüm merkezlerine fayda sağlar” ifadesini kullandı.
Türkiye’de hafif ticari araçlarda kiralama yapılamaması başta olmak üzere devletin bu tip araçlar için getirdiği zorunlulukların, tüccar ve küçük işletmeleri ikame binek araçlara yönlendirdiğini söyleyen OYDER Başkanı Alp Gülan, bunun da otomobil ağırlığını artırdığını savundu. Türkiye’de 19.8 milyon araç olduğunu, yüzde 50’sinin binek otomobil olduğunu hatırlatan Gülan, şöyle devam etti: “Devletin master planında, AB normlarına göre bunu yüzde 75’lere çekme düşüncesi var. Son 5-6 yıldır yerli hafif ticari araçların hak ettiği ilgiyi görmediğini düşünüyorum. Hafif ticaride muayene süresi 1 yıl. Diyelim ki bir minibüs kullanıyorsunuz. Psiko-teknik analiz var, SRC, K1, K2 belgesi, birinci köprüyü geçememe sıkıntısı var.
Tüm bunları topladığınızda kullanıcı binek otomobil almayı tercih ediyor. Bu da hafif ticari satışını düşürüyor, yerine ikame binek araçlar giriyor piyasaya. Böylece ithal oranı yüksek çıkıyor. Türkiye’de zor şartlarda çalışan tüccarlar, küçük işletmeler hafif ticari araç kiralayamıyor. Bu kısır döngüyü aşmamız gerekiyor. Ulaştırma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ile beraber planlarının binek araç sayısını yükseltmek olduğunu söylerken, Ekonomi Bakanlığı’nda ithalat ihracattan sorumlu yetkililer de ‘Yerli oranını artırmanız lazım’ diyor. Son 10 yılın hafif ticari rakamlarına baktığımızda, bu araçlar şu anda biraz üvey evlat muamelesi görüyor.”