Barçın Yinanç[email protected]
Türk büyükelçilerin geçen hafta yaptığı toplantıdan aklımızda ne kaldı? Çok sayıda bakanın büyükelçilere konuşma yapmasıyla, Edirne’ye yaptkları ziyaretten renkli görüntüler.
Halbuki, büyükelçilerin geçen haftayı 2012’yle ilgili bir beyin fırtınası yaparak geçirmeleri beklenirdi.
Nitekim, bir kaç saat bulup kritik konuları görüşebilmişler anlaşılan. Özellikle de Kıbrıs konusundaki oturum çok önemli tartışmalara sahne olmuş. Toplantıya hakim olan görüşün hükümet tarafından benimsenmesi durumunda, 2012 hem Kıbrıs hem de Türkiye – AB ilişkileri açısından gerçekten kritik bir sürece sahne olacak.
Kıbrıs’ta gelinen noktayı bir diplomat şöyle özetliyor: “Kıbrıs Türkü yeniden evlenmeye hazır. Ama boşanmaya da razı. Rumlar tek devletli bir çözüm istemiyorlarsa, o zaman anlaşmalı ayrılık olsun.”
Sorun şu ki, Rumlar ne çözüm istiyor ne de anlaşmalı ayrılık. Çözüm demek, her iki tarafın da taviz vermesi demek. Ama Rum yönetimi özellikle de 2013’te yapılacak seçimler nedeniyle taviz vermeye yanaşmıyor. AB üyesi olduğu için, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecini kullanarak, Türk tarafını taviz vermeye zorlayabileceğini sanıyor.AB’den ciddi bir baskı gelmediği sürece Rumların bu tavrı değiştirmesi sözkonusu değil. Rum tarafı Ada’daki görüşmelerde ayağını sürdüğü için de, Türkiye’nin katılım müzakereleri durma noktasına geldi. Kıbrıs’ta çözüm olmadan, müzakere sürecinde yeni başlık açılması mümkün görünmüyor.
Ankara’daki toplantı sırasında bazı büyükelçiler radikal bir tavır alınması gerektiğini savundular.
Bu görüşe göre Kıbrıs’ta bir kriz diplomasisi hem Kıbrıs sürecinde hem de Türk – AB ilişkilerinde bir tren kazasını önleyebilir. Türk tarafı 2012’nin yarısına kadar Kıbrıs’ta çözüm bulunmazsa, bir daha müzakere masasına geri dönmeyeceği uyarısında bulunacak. Tabii bu Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin de derin dondurucuya girmesi anlamına gelir.
AB’yi yakından tanıyan bir Türk diplomat, “AB’nin geçmişine baktığınızda, bu organimzanın sadece kriz döneminde ilerlediğini görürsünüz,” demişti. Anladığım kadarıyla Kıbrıs’ta yaratılacak bir kriz diplomasisiyle, hem Kıbrıs’ta çözümün önünün açılması hem de müzakere sürecinin önünün açılması hesabı yapılıyor. Yani şu anda yavaşlaya yavaşlaya durma noktasına gelen treni duvara çarptırmadan AB yolunda tekrar raylara oturtup, hız kazanması isteniyor. Buradaki hesap, AB’nin lokomotif ülkelerinin hem Kıbrıs’ta çözüm süreci hem de Türkiye’yle ilişkilerde böylesine kapmayı göze almak istemeyecekleri savına dayanıyor.
Kıbrıs’lı Türkler zaten bir süredir, 2012’nin son fırsat olduğunu, anlaşma sağlanmazsa, KKTC’nin kendi yoluna gideceğini söyler oldular. Diplomatik kulislerden gelen bilgilere göre, AB yetkilileri bir kaç defa Türk tarafını böyle bir söylem kullanılmaması için uyarmış. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen Temmuz’da Kıbrıs’a yaptığı ziyarette, “müzakereler ilelebet süremez” dediğini hatırlayan AB’deki bazı çevreler adadan gelen son mesajyar nedeniyle de bir hayli huzursuz. AB’nin 11 bakanının geçen ay ortak bir makale kaleme alıp, Türkiye’nin Avrupa için ne kadar önemli olduğunu vurgulamasının arkasında da bu endişe var.
Peki ya AB tam anlamıyla kendi krizi içine gömülmüşken, Türkiye’nin bu manevrasına tepkisiz kalırsa. Bu olasılık karşısındaki düşünce biçimi ise, “kaybedecek bir şelimiz yok,” şeklinde özetlenebilir.
Bir diplomat, “Blöf yapmamız sözkonusu değil. Gerçekten ciddi bir bıkkınlık var. Zaten AB ile müzakereler bir yere gitmiyor. Hangi adımı atarsak atalım ilişkilerin bugünden daha da kötüye gitmesi mümkün değil. Zaten müzakereleri keselim diyen taraf da biz olmayacağız,” diye konuştu.
AB harekete geçip, Rumların üzerinde baskıyı artırır mı? Tersine bu durum Sarkozy – Merkel ikilisinin daha mı işine gelir? Kıbrıs Rum Kesimi, sahip olduğu tek baskı aracını – Türkiye’nin AB’ye katılım sürecini- elinden kaçırıp, adada çözüm kapısının ilelebet kapanmasını göze alır mı?
Kriz senaryosunun sonuçları açısıdan bu soruların yanıtlarının çok iyi irdelenmesi gerekiyor.
(Bu yazı Hürriyet Daily News'dan alınmıştır)