T24 - “Makroiktisat alanında para politikasıyla mali piyasalar arasındaki ilişkiler konularındaki uluslararası düzeyde üstün nitelikli çalışmaları” nedeniyle TÜBİTAK Teşvik Ödülü’ne değer görülen Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Refet S. Gürkaynak Avrupa Merkez Bankası tarafından da ödüllendirilmiş bir akademisyen. ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Shalom Bernanke ile de bir süre çalışan ve ilk makalesini birlikte hazılayan Gürkaynak, “İktisat, insana çevresinde olup biteni anlamlandırması için bir çerçeve kazandırıyor. Dünyayı anlamak için bir araç edinmekten daha heyecanlı ne olabilir?” diyor. TÜBİTAK Bilim ve Teşvik Ödülleri’ne Soysal Bilimler alanında, Teşvik Ödülü’ne değer görülen Doç. Dr. Gürkaynak başarıları ve iktisat dünyası üzerine görüşlerini Bilkent Dergisi’nde dört yıl önce yer alan söyleşisinde paylaştı. Avrupa Merkez Bankası’ndan ödül 2006'da aldığınız Avrupa Merkez Bankası Lamfalussy Fellowship ödülünden bahseder misiniz? Özelliği ve önemi nedir? Alexandre Lamfalussy, Avrupa Merkez Bankası'nın öncüsü olan Avrupa Para Birliği Çalışmaları Enstitüsü’nün kurucusu. Lamfalussy Fellowship, Avrupa Merkez Bankası tarafından iktisat alanında Avrupa üzerine yapılan çalışmaları teşvik etmek için
36 yaşın altındaki iktisatçılara verilen bir ödül. Ben şu tür işler yapmaktayım, şöyle bir çalışma düşünüyorum diyen ve başvuranların arasından değer görülenlere veriliyor. Avrupa Merkez Bankası, dediği işi yapabileceğine inandığı 4-5 kişiyi seçiyor. Üzerinde çalışmakta olduğum ve bu ödüle layık görülen Avro Alanında Getiri Eğrilerinin Senkronizasyonu projem, Avrupa'daki menkul kıymet piyasalarına Avrupa Para Birliği'nin gerçekten ölçülebilecek etkileri olduğuna işaret ediyor. Hangi ülkenin ihraç ettiğinden bağımsız olarak para birliğindeki ülkelerin bonolarının getirileri birbirine yaklaşmış ve daha önemlisi, bunlar hangi ülkeden kaynaklandığından bağımsız olarak sürprizlere aynı şekilde tepki göstermeye başlamış. Yani Fransa’da enflasyon beklenenden yüksek çıkarsa Fransız ve İtalyan bono piyasaları buna benzer tepki vermeye başlamışlar. Araştırma sona ermemiş olmakla birlikte, Avrupa Merkez Bankası ve ABD Merkez Bankası’ndan meslektaşlarımla yaptığım bu çalışma, para birliğinin amaçlarından biri olan mali piyasaların yakınsamasının gerçekleşmekte olduğunu gösteriyor.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Genç İktisatçı Ödülü'ne de eriştiniz. Bu ödülü hangi çalışmanızla aldınız? Economic Research Center, yedi yıl boyunca Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) bir uluslararası iktisat toplantısı düzenledi. Çok da iyi bir toplantı olmaya başlamışken zaman içinde maalesef bu işten vazgeçtiler. Merkez Bankası o toplantılarda genç iktisatçılara destek vermek amacıyla ödül koymuştu. Orada sunulan makalelerden birinin yazarına veriliyordu. İkiz krizlerin nedenleri ve sonuçları hakkındaki makalemle bu ödülü aldım. Bu konu doktora tezimin de bir bölümünü oluşturuyordu. Bankacılık krizleriyle ödemeler dengesi krizleri aynı zamanda olmaya eğilimliler; ama bunun niye gerçekleştiğini ve neden bu kadar zararlı olduğunu iktisatçılar olarak yeterince iyi anlamıyorduk. 1998'deki Asya ve Rusya krizlerinden sonra epey tartışılan bu konu, ülkemiz için 2001'de önem kazandı.
‘Hep iktisatçı olmak istedim’ İktisat alanına nasıl yöneldiniz? Mezunu olduğum Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü birinci tercihimdi. Üniversite sınavına girdiğim dönemde genelde işletme isteniyor, olmazsa iktisat seçiliyordu. Yine de iktisadın ne olduğunu bilerek bizim bölüme gelenler de vardı. Ben o gruptaydım. İktisat hep aklımdaydı. Sosyal bilimci olmak istiyordum. Akademik bir aileden gelmenin avantajını da kullandım. Babam ODTÜ'de, annem Ankara Üniversitesi'nde öğretim üyesiydi. İşletme, uluslararası ilişkiler, iktisat ve diğer alanlar hakkında bilgi sahibi olarak tercih yaptım. İktisat, insana çevresinde olup biteni anlamlandırması için bir çerçeve kazandırıyor. Ben de bunu istiyordum. Bilkent İktisat çok keyifli bir bölümdü. Geri dönüp baktığımda ne kadar doğru bir seçim yaptığımı görüyorum. Çok mutlu bir öğrenciydim. Dünyayı anlamak için bir araç edinmekten daha heyecanlı ne olabilir? Bizim bölümümüz gerçekten şimdiki gibi çok kaliteliydi. Bilkent diplomam sayesinde Princeton'a burslu kabul edildim ve doktora yaptım.
‘Princeton’da çok zorlandım’ Princeton'daki tecrübelerinizden bahsedebilir misiniz? Princeton dünyanın en kaliteli iktisat bölümlerinden birine sahip. Çok iyi, fakat çok zor bir doktora programı var. Ben gittiğimde sanırım oradaki en genç öğrenciydim ve yüksek lisans yapmadan doktora programına başlamış az sayıda öğrenciden biriydim. Epey zorlandım. Çok yorulmadan başarılı olmaya alıştıktan sonra zorlanmak çok güç oluyor. Alıştıktan sonra zevkliydi doktora. Şimdi kendi doktora öğrencilerime aktarıyorum yaşadıklarımı. Onlar da benzer süreçlerden geçiyorlar. Türkiye'nin en iyi yüksek lisans öğrencilerini alıyoruz. Onlar da ilk başlarda şaşırıyor; çünkü hepsi iyi bir eğitim geçmişine sahip ve ilk defa kendileri gibi belirli bir başarı düzeyindeki öğrencilerle okuyorlar. Herkes çok çalışkan, herkes çok hırslı. Zorlanıyorlar doğal olarak. Bunun sadece kendi başlarına gelmediğini duymaları faydalı oluyor. Princeton’da şimdi ABD Merkez Bankası başkanı olan Ben Bernanke ile çalışıyordum. Çok iyi bir tez danışmanıydı. Ondan hangi iş yapmaya değer, bir problemle uğraşırken hangi araçları kullanmak gerekir, iyi bir makale nasıl yazılır, etkili bir sunuş nasıl yapılır gibi akademisyenliğin olmazsa olmazlarını öğrendim. Akademisyen olarak da, iktisatçı olarak da, insan olarak da çok şey öğrendim Princeton'da. Zorluğuna değen, iyi bir tecrübeydi. O fırsatı da Bilkent’te okumuş olmak ve uluslararası tanınırlığı olan öğretim üyelerinden referans almış olmak verdi.
‘Dönmekten çok keyifliyim’ Bilkent Üniversitesi’ne dönmek nasıl bir his? Çok keyifliyim. Lisanstayken şimdiki bölüm başkanımız Doç. Dr. Fatma Taşkın'dan iktisata giriş derslerini almıştım. Fatma hoca sayesinde ilk yılımda her sabah iyi ki ben iktisatçı olacağım diyerek uyandım. Güzel anılarımın olduğu bir yere ve çok iyi bir iktisat bölümüne döndüm. Bölüme akademisyen kimliğiyle dönen ilk mezunum. Bu yüzden genel bir sevecenlik var bana karşı. Hem bu tutumdan hem geri gelmiş olmaktan çok memnunum. Princeton'dan mezun olur olmaz Bilkent dahil birçok üniversiteden teklif aldım; ama ABD Merkez Bankası’ndan gelen teklifi değerlendirdim. Daha sonra geri dönmeye karar verdiğimde özellikle Ankara'yı istedim. Ben iyi bir Ankaralıyım. Bu üniversiteye ve bu şehre sevgim var. Gelmek istediğim yere geldim.
Akademisyen olmaya nasıl karar verdiniz? Akademik hayatı düşünmediğim bir zamanı hatırlamıyorum. Bilkent’teki hocalarım yaptıkları işlerden zevk alan insanlardı. Evde ailemi görüyordum, onlar da meslekleriyle barışık insanlardı. fianslıyım ki tercihlerimi şekillendirirken iyi fırsatlar yakaladım. Örneğin Bilkent'i kazanmasaydım ardından Princeton’a gidemezdim... ABD’de merkez bankacılığı yapmak da akademik hayatımda önemli bir rol oynadı. Akademik çalışma sadece üniversitede olmuyor. İnsanlar bu tür çalışmaları üniversite dışındaki yerlerde de yapabiliyorlar, mühendisler gibi. Bunun bizim alandaki eşdeğeri merkez bankalarıdır. Özel bankalarda fazla araştırma yapılmıyor. ABD’deki merkez bankacılığı tecrübem bu açıdan faydalı oldu. Akademik karakterli bir işti benim için. İlk yayınlarımın çoğunu orada çalıştığım dönemde çıkardım.
O dönemdeki deneyimlerinizi biraz açabilir misiniz? ABD Merkez Bankası'nın para politikası tasarımı ve mali piyasalar üzerine çalışan grubunun içindeydim. Bono piyasasına, iktisadi araçlara bakalım ve şunu soralım: Fiyatların bu şekilde oluşması için insanlar gelecekten ne bekliyor olmalı? Fiyatlara bakıp insanların beklentilerini çıkarmak istiyorduk. Mali piyasadan ne öğreniyoruz, beklentiler neler? Bu bilgilerin ışığında para politikasının seçenekleri neler olabilir? Bu tarz sorulara yanıtlar arıyorduk. ABD'de yılda sekiz kere toplanan bir para politikası kurulu var. Benim bölümüm bu kurula alternatifler sunardı, bu politikayı uygularsanız ekonomi şu duruma gelir gibisinden. Çalışmak istediğim pozisyonun bu olduğunu belirtmiştim ve tam anlamıyla bu işi önerdikleri için kabul edilmiştim. Para politikası oluşumunun merkezinde olmak müthişti. ABD'ye Türkiye'ye geri dönmeyi düşünerek gitmiştim. Eşim de ABD'de doktora yapıyordu. Kendisi şu an Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nde öğretim üyesi, Yrd. Doç. Dr. Esra Çuhadar Gürkaynak. Esra doktorasını bitirene dek orada kalmak istedim. Akademik olarak merkez bankacılığı çalıştım. Türkiye'ye dönmeden önce bunun pratiğini de öğrenmek istiyordum.
ABD Merkez Bankası’nda doktoralı ve çok parlak 220 iktisatçıyla beraber olmak gerçekten çok keyifliydi. Düşünün, ortada bir problem var ve oradakilerden biri mutlaka bunu önceden düşünmüş oluyor. Probleme başka açıdan bakan biri, aradığın veri şurada diyebiliyor. Bunlar kolaylaştırıyordu her şeyi. Güzel olacak diye gitmiştim; ama bu kadarını beklemiyordum. Doktoradan yeni çıkmış, birikimi yeni yeni biçimlenen genç bir iktisatçı için fazlasıyla yararlı bir deneyimdi. Yapacak ne çok iş varmış, ne kadar az şey biliyormuşum diyorsunuz. Hem merkez bankacılığı yaptım hem de bundan çok şey öğrendim. İki yıl diye gittim, dört yıl büyük zevk alarak çalıştım.
‘Türk Merkez Bankası’nın dünyadaki yeri çok iyi’ Yurtdışında sizin gibi prestijli pozisyonlar elde edenlerin dönmediğini görebiliyoruz. İktisatçıların dönmemeleri için bir neden yok. Türkiye’de çok iyi bir iktisat camiası var. Ben Türkiye'ye kişisel bir seçim yaparak ve iyi bir donanımla döndüm. Haftada bir gün Merkez Bankası’yla da çalışıyorum. Çok kaliteli bir kurum. Dünyadaki yeri çok iyi. Burada tartıştığımız şeyler ABD Merkez Bankası'ndaki temel sorunlarla aynı. Ülkemde işe yarayacak bir birikimim var. Merkez bankamızın bundan faydalanmak istemesi beni çok mutlu etti. Araştırmalarım için de çok faydası oluyor. Avrupa Merkez Bankası’yla da çalışıyorum. Orası yeni bir kurum. Birçok genç iktisatçı var. ABD'den edindiğim birikimin Türkiye'de ve Avrupa'da işe yaradığını görüyor olmak mutlu ediyor beni. Buraya gelirken Avrupa’nın en kenarında unutulur muyum diye biraz endişe ettim; ama öyle olmadığını çabuk anladım. Hem Türkiye’de birlikte çalışılacak insanlar var hem de dünyanın geri kalanındaki iktisatçılarla iletişimim ve birlikte yaptığım çalışmalar devam ediyor. Tanınan bir iktisat bölümünde olmanın faydasını da zaten görüyorum.
Center of Economics on Policy Research’in (CEPR) üyesisiniz. Türkiye’de bu merkezin kaç üyesi var? CEPR, temelini Avrupa'daki iktisatçıların oluşturduğu bir örgüt. ABD'deki National Bureau of Economics Research gibidir. Ben Uluslararası Makroekonomi Programı’na üyeyim. O programın yöneticileri, Avrupa'da bu alanda çalışan insanların verdiği konferanslarda, o etkinliklerde bulunmalarını istedikleri araştırmacıları üyeliğe davet ediyor. Bu toplantılara çağrılmak gurur verici. Programda çok okunan makale serileri var. Yeni bir şey yazdığım zaman bunu yolluyorum ve yayımlayın diyorum. Makalem bir dergiye gitmeden önce CEPR tartışma tebliği olarak yayımlanıyor ve üyelere sunuluyor, yani onları daha görünür hale getirme olanağını veriyor size. Çalışmalarımla ilgili geribildirim de alabiliyorum. Kısaca CEPR üyeliğinin ana faydası konferanslar. Birikimleri üst düzeyde birçok bilim insanı buluşuyor. Konumla ilgili olanlara ben de gidiyorum. Yapılan yeni işleri dergilerde yayımlanmadan çok önce görüp tartışabiliyorum, diğer iktisatçıların neler yaptığını izleyebiliyorum. Ülkemizde iki CEPR üyesi var. Biri ben, biri de Koç Üniversitesi'nden Prof. Dr. Sumru Altuğ. Kendisi özellikle 1980’lerde önemli çalışmalar yapmış kıymetli bir iktisatçıdır.
Söz makroekonomiden açılmışken, araştırma alanlarınızı öğrenebilir miyiz? Çalıştığım alanı makroekonomi, para politikası ve finansın kesiştiği yer olarak tanımlayabilirim. Makroekonomi penceresinden bakarak finans araçlarından ne öğrenebiliriz, bunları daha iyi politika yapmak için kullanabilir miyiz, kullanabilirsek nasıl yöntemler izleyebiliriz türünden sorular soruyorum. Örneğin enflasyon hedeflemesi. Enflasyon hedeflemesinin en önemli getirisinin enflasyon beklentilerini sabitlemek olacağı düşünülür. Enflasyon beklentisini ölçmek çok zor. En iyi ihtimalle insanlara ayda bir, üç ayda bir enflasyon beklentiniz nedir diye sorarsınız. Ne var ki anketlere gelen cevaplar sıkıntı yaratabiliyor. İnsanlar uydurabiliyor ya da özellikle sivri yanıtlar verebiliyor. Gerçekten enflasyon hedeflemesi yapan ülkelerde hedeflemeye geçildiği zaman enflasyon beklentisinde oynama oldu mu? Bu çok önemli Türkiye için. Biz yeni yeni enflasyon hedeflemesi yapmaya başladık. Bundan bir fayda görecek miyiz diye merak ediyoruz. Dünyada enflasyon hedeflemesi yapmayan çok az merkez bankası var. Bunlardan biri ABD Merkez Bankası. O zaman şunu da soruyoruz: Enflasyon hedeflemesi yapmamanın ABD Merkez Bankası’na bir maliyeti var mı? Enflasyon endeksli bonolar ve endeksli olmayan (nominal) bonoların getiri farklarını kullanarak şunu sorabiliyorum: 9 yıl sonraki 1 yıllık enflasyon beklentisi nedir? Sabitlenmesi gereken, bu uzun zaman sonraki beklenti. Günümüzde benzin fiyatları yüksek ve onun için bu yılın enflasyon beklentisi de yüksek diyebilirsiniz; ama 9 yıl sonraya merkez bankası ne yapacaksa yapmış olur, hedefe dönmüş oluruz diyor olmamız lazım. Gerçekten böyle olup olmadığına baktık ve şunu gösterebildik: ABD'de 9 yıl sonraki enflasyon beklentisi sabit değil. Enflasyon yükseldikçe insanların enflasyon beklentisi de yükseliyor. İngiltere Merkez Bankası'nın enflasyon beklentileri, 1997'de bağımsızlığını kazanmadan önce sabit değilmiş. 1997'den sonra, enflasyon hedeflemesi yapan bağımsız bir merkez bankasının olduğu İngiltere'de uzun dönem enflasyon hedeflemesi sabitlenmiş. İsveç’te de 1996'dan bu yana enflasyon beklentileri sabitlenmiş. Yani şunu diyebiliriz: Bir Kuzey Avrupa ülkesindebulunan ve açık bir enflasyon hedefi olan bir merkez bankası, enflasyon beklentilerini etkileyebiliyor ve bunların fazla dalgalanmasını önleyebiliyor. Güvenilir ve bilinen bir enflasyon hedefinin olmadığı ülkelerde ne zaman enflasyon yüksek çıktı desek insanların bir kısmı bunun sonsuza kadar devam etmesini bekliyor. Bu her şeyin yeniden fiyatlanması demek. Az önce söylediklerimin ayrıntıları, genel anlamda benim yaptığım işlere bağlanıyor. Çoğunlukla şu tür şeylere bakıyorum: Para politikası beklentilerini ya da para politikasının sürprizlerini ölçebilir miyiz? Bunun altında yatan soru, merkez bankası faizleri beklenmedik bir şekilde artırdığında ne olacağı. Anahtar şu sözcükte: beklenmedik. Beklenen neydi ki yapılan hareket beklenmedik oldu? Bunu ölçebilir miyiz? Çeşitli mali araçlarla bir para politikası sürprizi ölçüsü çıkartıp bu sürprizlerin orta ve uzun vadeli etkileri ne olmuştur diye soruyorum. Çalışmaya değer bir şey ortaya çıkıyor; çünkü bu, merkez bankası için de önem taşıyacak. Gecelik faizi bugün artırırsam bunun yıllık faize etkisi olur mu? Cevap vermesi kolay olmayan bir soru. Benzer soru işaretlerine yanıt arıyorum araştırmalarımda.
Şu an uğraştığınız özel bir konu var mı? En başta anlattığım Lamfalussy Fellowship makalem üzerinde çalışıyorum. Ayrıca, Merkez Bankası’ndaki meslektaşlarımla Hazine’nin geçen sene çıkartmaya başladığı uzun vadeli sabit kuponlu bonoları da kullanarak bir beş yıllık getiri eğrisi çıkartmaya çalışıyoruz. Bu, Türkiye'de bugüne dek böyle uzun vadeli bir bono olmadığı için yapılamayan bir şey. ABD'de bununla ilgilenmiş olduğum için avantajlıydım. Veriyi bulduktan sonra 3-5 günde bitiririz derken bir yıl sürdü. Türkiye bono piyasasının inceliklerini öğrenmek zaman aldı. Döndükten bir buçuk yıl sonra Türkiye’nin iktisadi araçlarımızla gittikçe daha fazla anlayabildiğimiz bir ülke olduğunu söyleyebiliyorum. Yani şu durumdan kurtulmuş: Burası Türkiye kardeşim, her şey olabilir, biz sadece bize benzeriz! Her ülkenin bazı ayırt edici özellikleri vardır; ama normal ekonomilerin temelde birbirlerine benzemelerini ve benzer kavramsal araçlarla çalışılabilmelerini bekliyoruz. Türkiye de artık bu grupta. Ticaret ve büyüme arasındaki bağla ilgili bir çalışma düşünmüştüm yıllar önce. Verileri topladım, ama devam edemedim. fiimdi geri dönüp yeniden başlamak istiyorum. Daha fazla ticaret yapmakla ülkeler daha üretken hale gelir mi? Buna cevap vermek için gereken veriler, daha önce yaptığım bir çalışmada ortaya çıkmıştı. Hem kuramsal hem uygulamalı katkıları olacak bir makale için Avrupa’nın en iyi makroekonomi kuramcılarından, az önce resmimizi çektiğiniz kapı komşum, bölümümüzün öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Çağrı Sağlam’la birlikte çalışıyoruz.
‘İlk yayınım Bernanke ile yaptığım çalışma’ Hazırlarken en fazla keyif aldığınız makaleniz hangisiydi? Biri daha önce de bahsettiğim, Ben Bernanke ile yazdığımız makale. Ekonomik büyüme üzerinedir ve ilk yayınımdır. Makale yazmayı, akademik iş yapmayı öğrendiğim bir yayındı. İktisadi büyüme hakkındaki düşünceye katkısı olmuş bir çalışmadır. Ekonominin önde gelen dergilerinden American Economic Review dergisinde yayımlanmış makalem ise daha önce bahsettiğim, enflasyon hedeflemesi uygulanmamasının ABD'ye bir maliyeti olup olmadığı konusu üzerineydi. ABD’de enflasyon düşük, büyüme yüksek... Enflasyon hedeflemesi yapmamanın ne zararı olabilir? Makaleyle enflasyon beklentilerinin sabitlenmemiş olduğunu, bono piyasasının bundan etkilenmesinden kaynaklanan bir maliyet doğduğunu gösterdik. ABD Merkez Bankası’ndaki enflasyon tartışmalarına da etki eden bir makale olmuştu. Bendeki yeri ayrıdır. Beklemediğim bir sonuç buldum, çalışırken çok zevk aldım, çok şey de öğrendim.
Toplum ve Bilim ile İşletme Finans dergilerinin yayın kurulundasınız. Bu yayınlarda ne gibi sorumluluklar alıyorsunuz? Akademisyenliğin araştırma yapmanın dışında bir de başkalarının çalışmalarını değerlendirme yönü var. Dergiler, alanımla ilgili yazılmış makaleleri, teknik olarak doğru mu, alana yeterli katkı yapıyor mu diye değerlendirilmek üzere, hakem olarak bana yolluyorlar. Yayın kurulunda ise hangi makale hakem olarak kime gitmeli, hakem raporu ışığında makale yayımlanmalı mı yayımlanmamalı mı, bunları düşünmek gerekiyor. Makale bazen teknik olarak doğru olsa bile dergiye uygun olmayabiliyor. Yayımlanmak üzere yollanan birçok makalenin başka hangi dergilere uygun olabileceğine karar vermek yayın kuruluna düşüyor. Ben de yayın kurulunda olduğum dergilerde bu konularda yardımcı olmaya çalışıyorum.
Projelerde farklı ülkelerden iktisatçılarla beraber çalışıyorsunuz. Aranızda nasıl bir tecrübe paylaşımı oluyor? Ben bu konuda şanslıyım. Hemen her projede kendimden daha iyi iktisatçılarla çalıştım. Birlikte yapılan çalışmalar, anlamadığımız bir şey ya da başka bir makalenin eksik bıraktığı bir konu hakkında konuşurken ortaya çıkıyor. Bende şu veri var, sen de işin şurasını biliyorsun derken fikirler doğuveriyor. Beraber bir işi becerdikten sonra genelde aynı insanlarla devam ediliyor. Birbirinizin huyunu suyunu öğreniyorsunuz, benzer işler yapmaya devam ederken doğal bir iş bölümü oluşuyor. Wharton’dan Justin Wolfers’ı buna örnek verebilirim. Bir iki defa konuşmuşluğumuz vardı, aynı konularda çalıştığımızı biliyorduk. Ondan bir e-posta geldi. Prestijli bir konferansa makale yollamak için konuşalım dedi. Telefonlaşıp beraber çalışmaya karar verdik. Beklemediğim kadar renkli bir makale oldu. Üzerinde çalıştığımız piyasayı ben iyi biliyordum ve veriyi toplamıştım. Justin de bunu ilgili diğer makalelere bağlayan bir çerçeve çıkarttı. Araştırma esnasında aklımıza gelen, daha büyük bir çalışmaya da bu yaz başlamayı düşünüyoruz.
Türkiye'nin şu anki ekonomik durumu nasıl? Doğru işler yapılıyor. Çok iyi bir merkez bankamız var. Sadece merkez bankacılığı pratiğini değil işin yönetişim kısmını da beceriyorlar. Türkiye'deki iktisatla ilgili bütün kamu kurumları hep kendilerini itfaiyeci olarak gördüler. Devamlı yangın çıkıyordu, devamlı müdahale ediyorlardı. Son yıllarda böyle değiliz. Merkez Bankası durumu fark edip doğru işler yapmaya başladı. Örneğin toplantı takvimini bir yıl sonrasına kadar ilan ettiler. Toplantılardan sonra alınan kararları nedenleriyle beraber açıklıyorlar. Eskiden böyle değildi. Faizleri şu kadar artırdık deyip geçiyorlardı. Faizi gene aynı şekilde, ama bankaların, yatırım yapan insanların, dövizle ilgilenenlerin hayatını kolaylaştıran bir şeffaflıkla belirliyorlar. Cari açık da gündemde. İyi giden ve daha iyiye gitmeyi bekleyen bir ekonomide cari açık olması gerektiği, iktisat kuramının temel noktalarındandır. Yarın çok zengin olmayı bekliyorsanız bugünden biraz daha tüketmeye başlıyorsunuz. Sonu cari açıkla bitiyor. Bu kötü mü? Aksine, iyi. Sıkıntısı şurada: Beklentiniz boşa çıkar da çok zengin olamazsanız, borçlu ve fakir olursunuz. Biz bunu 2001'de yaşadık. Cari açıktan korkmamızın nedeni bu. Her şeyin kötü gitmesi bir yana, bir de borç ödemek zorunda kalmıştık. Yavaş yavaş esas işin Avrupa Birliği (AB) üyesi olmaktan ziyade üye olabilecek kapasiteye gelmek olduğunu görmeye başladık. Üyelik ölçütlerini tamamladığımız zaman zaten AB üyesi olup olmamak o kadar önem taşımayacak; çünkü refah düzeyi artmış bir ülkeye dönüşmüş olacağız. Geçen sene bahardan yaza kadar olan dalgalanma da aslında iyi bir gelişme. Dalgalanma lafını sık kullanmaya başladık. Eskiden sadece krizi bilirdik. Bu bile bir normale dönüş göstergesi. Türk ekonomisinin tanıklık ettiğim iki tane durumu vardı: kontrolsüz büyüme zamanları ve büyük krizden nasıl çıkarız soruları. Bunun dışında ekonominin gördüğü dalgalanma pek alışık olduğumuz şey değil. Ya çok büyüdük ya da çok küçüldük. Azar azar olmadı yani. fiimdi ilk defa kriz olmadan da döviz kuru biraz yükselebiliyormuş, sonra da kendi kendine düşebiliyormuş diyebiliyoruz. Dalgalanmayı işte bu yüzden olumlu bir gelişme olarak görmek lazım.
Kendinize vakit ayırabiliyor musunuz? Eşim de akademisyen olunca birbirimizin halinden anlıyoruz. Bu aralar o benden daha yoğun. Yani arada sırada görüyoruz birbirimizi. Yemek yapmayı çok severiz. Bilkent Senfoni Orkestrası’na (BSO) gideriz; ama çok çalışıp eve geldiğimiz, uyanıp kaldığımız yerden çalışmaya devam ettiğimiz de olmuyor değil. Müziği ve gitar çalmayı, Ankara'da yürüyüş yapmayı seviyorum. Çocukluğumun şehrinde dolaşmaktan ayrı bir tat alıyorum.
Refet S. Gürkaynak Kimdir? Makaleleri International Journal of Central Banking, American Economic Review, Journal of Business and Economic Statistics ve NBER Macroeconomics Annual gibi yayınlarda yer alan Refet S. Gürkaynak, iktisatta lisans derecesini Bilkent, doktorasını Princeton üniversitelerinden almıştır. Araştırma alanları makroekonomi, mali piyasalar ve merkez bankacılığı olan Dr. Gürkaynak’ın çalışmaları menkul kıymet fiyatlarının bilgi içeriği, mali piyasalar ile makroekonominin etkileşimi ve büyüme üzerinde yoğunlaşmıştır. Dr. Gürkaynak, Bilkent Üniversitesi’ne katılmadan önce ABD Merkez Bankası’nda çalışmış ve Princeton Üniversitesi’nde ders vermiştir. Gürkaynak, son olarak TÜBİTAK’ın teşvik ödülüne değer görüldü.