T24 - Taraf gazetesinin Telesiyej köşesinde Türkiye'den Oscar'a nasıl filmlerin gitmesi gerektiği tartışıldı.Telesiyej'de yayımlanan (30 Eylül 2011) yazı şöyle:Yedi uzun metrajlı film başvurdu. Ama şu anda iki filmin üzerinde durulduğu biliniyor: Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da ve Derviş Zaim’in Gölgeler ve Suretler’i. Anladığımıza göre Bir Zamanlar Anadolu’da ağır basıyor. Nedeni belli; rüzgâr Batı’dan esiyor. Nuri Bilge’nin filmi, Cannes Film Festivali’nde jüri özel ödülünü, Belçikalı Jean- Pierre ve Luc Dardenne’le birlikte paylaşmıştı; Cannes’ın onayladığı bir filme eleştirel bir bakışla yaklaşmak bizde kimin haddine?Peki, Türkiye’yi Oscar’da nasıl bir film temsil etmeli?Bir Zamanlar Anadolu’da filminin mi, yoksa Gölgeler ve Suretler’in mi sinematografisi, sanatı, özü, içeriği, biçimi, toplam bir kalite sunuyor, siyasi/insani bir duruş sergiliyor?Bana göre, Oscar’da en iyi yabancı film dalında Türkiye’yi temsil edecek adayın sanatsal gücünü oluşturan unsurlar arasında ‘homo politicus’luğun da bulunması gerekir. Hatta bu unsur ön planlarda belirleyici bir yapısal rol almalıdır bence.Zira bu coğrafyada olup bitenleri, yaşananları temsil edecek bir sinema eserinin, sosyo-kültürel-politik arenadan beslenmesi ve seyircisine (dünya seyircisi dâhil) –belki de– diğer coğrafyalardan çok farklı bir bilinç algılatması söz konusudur; çünkü bu coğrafya, bugün de olduğu gibi neredeyse tüm tarihi boyunca insanı, toplumu, tarihî ilişkileri siyasi bir kavrayışla hem değerlendirmiş, hem de çeşitli ifade biçimleriyle eleştirerek dışa vurmuştur. Bu durum, neredeyse bu coğrafyanın vazgeçilmez gerçekliğidir, tözüdür.İnsanı insan yapan belli başlı hasletlerden biri olan ‘homo politicus’luk, yaratıcı entelektüel sermayenin kendi iç dinamiklerinden biri olarak bizatihi bir değer-sermayedir zaten, özellikle bu topraklarda.Türkiye’yi Oscar’da temsil etmek üzere bu yıl başvuran adaylar arasında en fazla üzerinde durulan film olan Bir Zamanlar Anadolu’da, aslında bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde bir ayağı eksik bir durum arz ediyor.Bir Zamanlar Anadolu’da, özellikle son on yılların fokur fokur kaynayan Türkiye’sinin –ideolojik ve siyasi- duyarlığını, seyircinin algılayabileceği bir biçimde yansıtmada kusurlu bir söyleme sahip bana göre. Bu söylemin içinde yer alan bazı göndermeler (domuz bağıyla bağlanmış ceset, otopside maktulün canlı canlı gömüldüğünü düşündüren, nefes borusunda ve ciğerinde bulunan toprak, hükümet tabibinin bu durumu rapora geçirmeyip üstünü örtmesi), sanki filmde siyaseten bir pozisyon alınmış gibi bir hava yaratıyor; ama belli belirsiz esen bir rüzgâr, bir yasak savma gibi; sıradan seyirci ne kadar algılayabilir ve anlayabilir, o da ayrı bir muamma.Tabii, yönetmenin böyle bir işaret göndermeye niyeti var mı, o da biraz flu ya.. yani ortada kuyu var, yandan geç durumu mu var desem, belki o bile yok hatta mı desem.. böyle de homo politicus’luk olur mu hiç mi desem, ne desem? Seyirci dedektiflik mi yapacak, bir şey yakalayayım da anlayayım diye?Bir Zamanlar Anadolu’da, mana’ya fazla takmış bir film. Aslında manaya mana katarak hayatı (varoluş, varlık, vb..) manalandırmak mümkün değildir. Ayrıca böyle bir yoğunluk tam tersine anlatılanı hayattan uzaklaştırır, hayatı yakalama kapılarını kapatır. Mana, manalandırılabilir ama manaya mana katılamaz; teşebbüs edilirse de zorlama olur; zorlanırsa, ortaya ikonografik bir yapı çıkar. İkonografi güzel bir şeydir elbet ama, özü ve içeriği zayıftır, yaşamaz; güzel bir donmuşluk hali vardır, o kadar. Nitekim, muhtarın kızının lamba ışığındaki yakın planları bir melek, bir azize –hatta Meryem Ana– görselliğindeydi; tam anlamıyla ikonografikti. Aslında Bir Zamanlar Anadolu’da filminin hemen hemen bütün yakın planları ikonografik yaklaşımla fotoğraflanmış.Ama neden?(Muhtarın kızı neden öyle bir ışıklandırmayla portrelenmiş mesela? Amaç neydi, seyirciye ne anlattı, bu da ayrı bir muamma!)Sinematografik olmaktan çok ikonografik-fotografik bir film bana göre Bir Zamanlar Anadolu’da.Biçime sığınmış bir estetik de, aslında eksik bir estetiktir; oysa kâmil bir estetik, özüyle, içeriğiyle, dolayısıyla da biçimiyle zuhur eden bir estetiktir.Ve bizim ihtiyacımız olan da budur bana göre.Bu yıl Türkiye’nin Oscar adayları içinde yer alan Derviş Zaim´in Gölgeler ve Suretler filmi ise taşıdığı homo politicus’luk gradosuyla, sanatıyla, zanaatıyla, son derece net mesajıyla, kültürüyle, politikasıyla, duygusu ve duyarlılığıyla, bu coğrafyanın sinemasını gerçek anlamda temsil edebilecek bir başeserdir bana göre. Ben bu konuda tarafım. Daha önce de Telesiyej’de (09.03.2011) yazdığım gibi, Gölgeler ve Suretler, insana, hayata, topluma, politik altüst oluşları sergileyen ve bunlara net manalar kazandıran bir film. Dışarıdan kurgulanmış absürd bir savaşın taraflarına adeta eşit mesafeden bakıyor; aslında hızlı ama çok anlamlı bir bakış atma bu. Derviş Zaim’in filminin ekseninde yer alan Karagöz perdesinin siyasi simgesi, bir sinematografik fantezi değil mesela; onun sinemasının ontolojik gereğidir adeta; aynen diğer filmlerinde kullandığı ebru, minyatür ve hat gibi bir üst dil aracı ya da üretkendir bu homo politicus’luk.Bir de şu var:Bir Zamanlar Anadolu’da filmi, bir kültür operasyonu değil, kültür oluşturma amacı yok.. varsa da zayıf; anlayacağınız, kültürel manada hiçbir şey ekilmemiş bu filmde.Gölgeler ve Suretler filmi ise, tam tersine velut bir kültür ekme vizyonuna ve misyonuna sahip bana göre. Doğru seçilmiş kültürel motifler; hayal perdesi, gölge, kaynaşmış iki halkın siyaseten zorlanıp ayrıştırılması, sonunda siyasi tezgâhları fark edip tekrar yakınlaşmaları.. umut düzeyinde ekilmiş önemli ve manalı kültürel YENİ tohumlardır bence. Bu nedenle de toplam bir estetik sunar Gölgeler ve Suretler.Oscar’da Türkiye’yi sanatsal, kültürel ve siyasal derinliği olan bir filmin temsil etmesi gerekir benim kriterlerime göre.Avrupa rüzgârlarından etkilenmeyen bir seçim olması dileğiyle.