Milliyet gazetesi yazarı Rıza Türmen, Türkiye’nin insan hakları karnesini köşesine taşıdı. Rıza Türmen’in bugün (2 Mart 2009) yayımlanan yazısı… ABD Dışişleri Bakanlığı’nın ülke temelinde dünyadaki insan hakları ihlallerini inceleyen 2008 yılı raporu yayımlandı. ABD’nin kendi insan hakları sicili ortada. O nedenle “ABD önce kendi ülkesindeki insan hakları ihlallerine baksın, sonra başka ülkeleri eleştirsin” diyebilirsiniz. Nasıl ki Çin de eleştirilere kızmış ve ABD’de insan hakları ihlallerini eleştiren bir rapor yazmış. Bu rapor, ABD raporundan bir gün sonra yayımlandı. Her ülke başka bir ülkenin sicilini eleştirebilir. Hatta bu iyi de olur. İnsan hakları devletlerin egemenlik alanı dışında, evrensel bir kavramdır. Bir devletin kendi vatandaşlarının insan haklarını ihlal etmesi bütün uluslararası toplumun ilgi alanına giriyor. Uluslararası toplumun her üyesi o devletten insan hakları ihlallerine son vermesini isteyebiliyor. Ayrıca, insan haklarında karşılık ilkesi de geçerli değil. Bir devletteki insan hakları ihlalleri, başka bir devletteki insan hakları ihlallerini haklı göstermiyor. Türkiye bölümü kabarık Raporun Türkiye bölümü 62 sayfa. Küçük bir kitap neredeyse. Bir kara kitap. Türkiye’ye ağır eleştiriler içeriyor. Ne ararsanız var. Güvenlik güçlerinin sınırlamalar, gayrimüslim azınlıklar, Aleviler üzerindeki baskılar, kadınlara gösterilen şiddet, yolsuzluklar ve daha neler neler. Bu eleştirilerin haksız olduğunu söylemek güç. Aynı eleştiriler AB, Avrupa Konseyi, yabancı ve Türk insan hakları örgütleri raporlarında da okuyoruz. O nedenle, raporlara kızıp reddetmek yerine, yararlanmak daha doğru. Eleştirileri birkaç bölümde toplayabiliriz. Raporda güvenlik güçleri tarafından öldürülen sivillerin uzun bir listesi yer alıyor. Birçok olay güvenlik güçlerinin, kendilerine yönelik bir tehdit yokken orantısız bir kuvvet kullandığını gösteriyor. AB Komisyonu 26-27 Şubat günleri Ankara’da “Güvenlik Güçleri’nin Kuvvet Kullanımı” konulu bir seminer düzenledi. Yerli ve yabancı uzmanların katıldığı seminerde, bu konudaki yasalar ve uygulamalar incelendi, tavsiyelerde bulundu. Bu da gösteriyor ki, ABD raporundaki kaygıları AB de yaşıyor. Raporda, işkence ve kötü muamele olaylarında artış olduğu, buna karşılık, işkence yapan görevlilerin çok ender cezalandırıldıkları belirtiliyor. Deniz Feneri ve Erdoğan Tutuklamayla ilgili olarak, terör suçlularının genellikle gözaltında avukat yardımından yararlanmadıkları, Ergenekon soruşturmasında bazı kişilerin yargılama öncesi uzun tutukluluk sürelerinin büyük bir sorun olduğu görüşlerine yer veriliyor. Raporda, yargı bağımsızlığı konusunda da kuşkular belirtiliyor. Sn. Adalet Bakanı’nın yargılanan bir kişi ile ilgili olarak “Ben kimsenin devletime ‘katil’ demesine izin vermem” sözleri yargıya talimat vermesi şeklinde değerlendiriliyor. İfade de basın özgürlüğüne ilişkin olarak hükümetin bu özgürlükleri sınırlamayı sürdürdüğü ileri sürülüyor. TCK’nın 301. maddesi uygulamaları, basın mensupları üzerindeki baskılar eleştiriliyor. Raporda, iktidardaki partiyle ilişkisi olan Almanya’daki “yardım” kuruluşlarının yolsuzlukları hakkında basında çıkan haberler üzerine Başbakan Erdoğan’ın basını ve işadamlarını eleştiren sert beyanlar verdiği belirtiliyor. Kadınlar ve azınlıklar Raporu okuyunca ortaya çıkan resim iç açıcı değil. Nasıl bir Türkiye’de yaşadığımızı görüyorsunuz. İnsan haklarının her türlüsünün ihlal edildiği demokrasiyle bağdaşmayan uygulamalarının gündelik yaşamın bir parçası olduğu, kadınların bir hiç uğruna öldüğü, azınlıkların ayrımcılığa maruz kaldığı, yolsuzluğun alıp yürüdüğü bir ülke. Türkiye’de köklü bir siyasal değişime ihtiyaç olduğunu bilmek için ABD’nin rapor yazması gerekmiyor. Türkiye’de yaşamak yeterli. Ama rapor bunu toplu bir biçimde göstermesi açısından çarpıcı.