Gazeteci Nazım Alpman 40 gün Türkiye’yi dolaştı, el sanatı ustalarının hikâyelerini “Anadolu’nun Elleri” kitabında topladı. Alpman, kitabını Milliyet gazetesinden Fatih Türkmenoğlu'na verdiği röportajda anlattı.Proje nasıl çıktı? Halkbank, bankanın 75’inci yılı dolayısıyla Kıvılcım Ajans’a görev vermiş. Ajans bana önerdi ama “Herhangi bir fotoğrafçı ile olmaz, Tolga Sezgin’le çalışmam lazım” dedim. Sonuçta fotoğraflar iyi olmazsa, Yaşar Kemal bile yazsa okutamazsın. Nereden başladı geziler? Bartın’dan başladık, Midyat’ta bitirdik. Kesintisiz 40 gün, İstanbul’a hiç uğramadan çalıştık. Tabii “40 gün” diyorum ama, benim bir de öncesinde gezdiğim 25 yıl var! Yani projenin tam olarak tamamlanma süresi, 25 yıl artı 40 gün! Bulamadığınız, ulaşamadığınız bir usta oldu mu? Bu kitaptaki ustaların bir kısmının telefonları benim cep telefonumda bile kayıtlı. Örneğin Bartın’da balta boyu tekne yapan ustalar, Midyat’taki evlerin yarıdan fazlasını yapan 101 yaşındaki Aho Dik Usta, halı yapanlar, boncukçular; hepsini nerede bulacağımı biliyordum. Kitaptaki öykülerin hepsini aynı oranda beğendiniz mi? Ben her yazıyı editörümüz Aslı Gençay’a yolladığımda “Ya usta çok güzel olmuş” diye mesaj geliyordu. Kitapta önce insanlar, sonra sanatları var. Her öykü çok iyi oldu. Bir de ideal koşullar için çalıştık. Tolga’nın en iyi ışık için üç gün beklediği oldu. Siz ne yaptınız o sırada? Ben de sohbet ettim! Zamanla yarışmamanın avantajı... Zaten hiç teyp kullanmadım; teyp olunca birden gerilme oluyor zaten. Sadece not aldım... Bir Anadolu şehrinde bir kadın yemek tarifi yapıyordu, “Önce yufkayı açıyas, kesiyas, doğruyas” diye anlatıyordu. Ben kamerayı açtım, aynı kadın “Açıyoruz, kesiyoruz, doğruyoruz” diye anlatmaya başladı. “Ne oldu?” dedim. “E, ayıp olur şimdi, doğru konuşalım” diye cevap verdi... ‘Hayatları iyileştirme şansım varsa denerim’ Anadolu’ya ve insanlara olan merakınız nasıl başladı? Çocuk yaşlarda Cumhuriyet gazetesinde Fikret Otyam’ın röportajlarını okurdum. Belki de öyle başladı. Yıllar içinde üstüme vazife olmayan görevler üstleniyorum ben de. Kurucaşile’de tekneler zorluklarla yapılıyor, bir sanayi sitesi yok. Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala ile tanışmıştım, kendisini arayıp durumu anlattım. Sanayi sitesi yapıldı mı? Belediye Başkanı’na randevu verdi ama adam Ankara’ya gitmemiş! Halbuki gitse heykeli dikilirdi... İnsanların hayatlarını ufak müdahalelerle iyileştirme imkânım olursa, bundan kaçınmıyorum. ‘Bu kitap benim Oxford’a giden çocuğum gibi’ El sanatlarıyla ve ustalarla bu kadar yakın olmak ne öğretti? El sanatının eşi yok! Ustanın sigaradan önce ve sonra yaptıkları bile birbirinden farklı. Mutlaka fark var; onları yaşatan da o. Gaziantep’teki bakırcılar müthiş işler yapıyorlar mesela, bazı işlere İstanbul’daki antikacılar bile değer biçemiyorlar. Gerçek el sanatının para karşılığı yok. Sadece bir tepsiyi 18 ay çalışan ustalar var... 40 gün dolaşmak ne kadar da güzel olmuştur. Çok. Ama tam bu proje bittiğinde “Jules Verne’in Gözüyle Karadeniz” için dolaştım. Kitabın bir bölümünü Varna’da, bir bölümünü Odessa’da, önsözünü de Batum’da yazdım! Aslında bu sene biraz çalışkan öğrenci oldum, beş kitap bitirdim. Üçü “Beykoz’un Sözlü Tarihi” idi. Ama “Her kitap yazarın çocuğu gibidir derler” ya; öyleyse eğer, “Anadolu’nun Elleri” teknik hazırlıkları, altyapısı ve düzenlemeleriyle benim Oxford’u bitirip gelmiş çocuğum gibi... Ailenin bütün olanaklarının akıtıldığı, özene bezene yetiştirilmiş çocuk! ‘El sanatlarının bittiği doğru değil’ El sanatlarının azaldığı, bitme noktasına geldiği söylenir hep. Ağırlıklı olarak doğru değil. Hayatın dışına çıkan şeyler oluyor tabii ama dönüşüyor. Uzun yıllar bakır tencereler piyasadan kalkmıştı. Alüminyum aynı lezzeti vermeyince, şimdi gene bakır tencereler kaynıyor. Şarapçılığın olduğu yerde semercilik de olacak. Bağdan üzüm toplamanın tek yolu eşek! Gümüş işçiliği hiç bitmez, düşünsene, kadınlar var olduğu sürece süs eşyası biter mi?