Ergin Yıldızoğlu/Cumhuriyet
AKP liderliğinin, akıl hocası entelijansiyanın teorik ideolojik donanımları, realitenin doğru bir resmini zihinlerinde oluşturmaya yetmiyor; bu çarpık resim, maddi realiteyle çelişince de türlü davranış bozuklukları ortaya çıkıyor.
Bu bozuklukların örnekleri saymakla bitmez, Cumhurbaşkanı’nın “Olayların Kobani ile ilgisi yok” sözlerini, Başbakan’ın “Gerekli talimatlar verildi ve teröristler bir iki saat içerisinde cezalandırıldılar” açıklamasını (artık Başbakan emrediyor, insanlar yargılanmadan cezalandırılıyor) anımsamak yeterli. AKP yazarları da “faiz lobisi”, “paralel”den sonra şimdi de dillerine “kaos lobisi” diye bir şey doladılar. Ne ki, bu “kaos lobisi”, realiteye onların sandığından daha yakın. Ama, onların sandığı gibi değil.
Gerçekten Türkiye’yi de içine çekmekte olan bir “kaos” gelişiyor, ama bunun bir “lobisi” yok. Bir düzen ve yapıları dağılıyor, yeni düzen ve yapıları oluşamıyor. AKP yönetimi, ülkesini bu kaostan koruyacak önlemleri almak, olası yeni yapıların örneklerinin ortaya çıkmasını bekleyecek kadar zaman kazanmaya çalışmak yerine, ekonomik, siyasi kapasitelerinden, ülkesinin “realitesinden” bihaber, birtakım hayallerin peşinden, bu oluşmakta olan kaosun içine atlamaya çalışıyor.
Bu kaos eğilimleri ortaya dün çıkmadılar. Financial Times’dan Martin Wolf’un geçen hafta 7 ve 9 Ekim’de yayımlanan, “Kredi balonları devrelerine tutsak olduk” ve “Sıra dışı bir depresyon yönetimi”, başlıklı yazıları bizim yıllardır ileri sürdüğümüz savları doğruluyor, bu “kaos” eğilimlerinin maddi zeminini tanımlıyordu.
Wolf, ilk yorumunda, “büyük bir kredi genişlemesini izleyen bir kriz, ardından bunun sonuçlarını yönetme çabaları dünya ekonomisinin özelliği haline geldi” diyor. Wolf’a göre “dünya ekonomisi potansiyel arzı karşılayacak talebi, bir yerde bir kredi balonu oluşmadan üretemiyor.” Geride bıraktığımız 25 yılda önce Japonya’da bir kredi balonu şişti, 1990’da patladı. Sonra gelişmekte olan ülkelerde bir kredi balon şişti ve 1997’de patladı. Nihayet gelişmiş ülkelerde oluşan kredi balonu 2007’de patladı. Şimdi de Çin’de oluşan balona sıra geldi. Şimdi kredi borçları tasfiye edilmeye çalışılıyor ama aslında olan kamu borçlarının, merkez bankası bilançolarının genişlemesi. Kısacası bu borç balonu tasfiye edilemiyor. Bu yüzden dünya ekonomisi uzun süreli bir üretim gerilemesi, düşük büyüme sürecine girmiş durumda (Luigi Buttiglione, Lane, Reichlin, Reinhart, Deleveraging? What Deleveraging? ICBM, Eylül 2014).
İkinci yazısında Wolf, 2008’den bu yana, merkez bankalarının, uzun dönemli hazine kâğıtlarının faizlerinde görülen olağanüstü düşük düzeylere, merkez bankalarının uyguladığı parasal genişlemeye değinerek “Peki, neden hiper enflasyon olmadı” diye soruyor. Bu durumu, “potansiyel arzı karşılayamayan bir talebi” destekleyen “olağanüstü bir depresyon yönetimi” olarak tanımlıyor.
Geçen hafta IMF, dünya ekonomisi 2015 büyüme beklentisini düşürdü, Avro bölgesinde yeni bir resesyon beklediğini, “küresel ekonomik büyüme oranlarının bir daha asla kriz öncesi düzeylere dönmeyebileceğini” ileri sürdü. (The Guardian, Wall Street Journal 07/10)
Biz bu “durumu”, kısaca şöyle betimliyorduk: Dünya ekonomisi 1970’lerde “yapısal” (kâr oranları düşme eğiliminin karşıt eğilimlerini düzenleyen sermaye birikimi rejimine ilişkin) bir krize girdi. Bu krizin dışavurumu olan yetersiz tüketim, aşırı birikim (kapasite fazlası) sorunu 1980’lerde devreye giren neoliberal küreselleşme -finansallaşma- sayesinde birbirini izleyen kredi balonlarıyla idare edildi, bir anlamda ötelendi. Nihayet 2007’de son balon da patladı, neoliberal kriz yönetim modeli iflas etti.
Mali kriz sırasında toplumun ekonomik ve siyasi olarak en güçlü kesimine (finans oligarşisi, plütokrasi vb.) toplumun geri kalanından servet transferi, mali kesimin yükünü devletin üstlenmesi, sonra bu yükü halkın sırtına yıkma çabaları, siyasi gerginlikleri artırma pahasına hızlandı.
Bu gözlemlerden hareketle, “Bu kapitalizm bu krizden çıkamaz” dedik. Çıkabilmesi için değişmesi gerekiyor. Bu değişiklikler, uluslararası işbölümünde, iktidar dağılımında yeniden yapılanmaları getirecek siyasi, askeri, coğrafi düzenlemeleri olduğu kadar “artık '64eğer” üretimini hızlandıracak teknolojik gelişmeleri de gerektiriyor: Gelişmekte olan kaosun arkasında bu değişim dinamiklerinin basıncı, bu basınca dayanamayan kırılgan yapıların, ideolojilerin, hatta ülkelerin çözülmeye başlaması var.
Neoliberal “küreselleşme” krizi ertelerken yarattığı basınç siyasi, ideolojik, kültürel yapıları dağıtmaya başladı. Bu basınca karşı kapitalizm öncesine dönük “asrı saadet” arayışlarının ne kadar boş olduğunu vurgulamaya gerek yok ama var olan yapıların kimilerini, yenisini bulana kadar kaosun etkilerine uyum sağlayacak düzenlemelerle birlikte korumaya çalışmanın bir anlamı olabilir.
Ulus devlet (ülke devleti) eğer gerekli düzenlemeler yapılabilirse, korunmaya değer yapılardan biri olmaya aday. Yoksa, kimi “ulus devletler”, New Scientist dergisinin bile 6 Eylül sayısına kapak olacak kadar, son derecede kaygı verici biçimde, arkalarında kaos, anarşi bırakarak dağılıyorlar.
Daha şimdiden görüntü çok korkutucu: Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen, Somali, Ukrayna, Pakistan, Sudan, Müslüman Kardeşler fiyaskosundan sonra ancak askeri darbeyle stabilize edilebilen (ne zamana kadar) Mısır, her an iç savaşa düşme riskiyle yaşayan Lübnan. Ebola krizinin insani mali yüküyle ezilen Gine, Monravia, Liberya, Sierra Leone, Nijerya, Senegal Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Gabon. Ayrıca, Boko Haram, Kuzey Afrika El Kaidesi, IŞİD ve bir sürü irili ufaklı dinci grup... Bu listeye bir de Rusya, Çin, Suudi Arabistan gibi bir ülkenin eklendiğini düşünün!
Bu ülkelere bakınca, ekonomik kaynaklarını yönetemedikleri, etnik, dini gruplar arasında uyum sağlayamadıkları, azınlık haklarını koruyamadıkları, merkezi temsil ilişkisiyle yerel temsil ilişkilerini bağdaştıramadıkları, hırsız liderliklerin devletin şiddet aygıtlarını muhalefeti susturmak için kullanan keyfi yönetimlerinin elinden kurtulamadıkları, devletin toplumsal sınıflar, gruplar karşısında göreli bağımsızlığını koruyamadıkları görülüyor.
Ülkeleri kaosa iten bu etkenler, ne yazık ki AKP Türkiyesi’nde hızlanarak, çeşitlenerek gelişiyor. Uzun ve büyük bir küresel depresyonun içindeyiz, bu “kaos” tarihin maddesiyle ilgili, bir lobi gerektirmiyor, AKP yönetimi ise bu realitenin farkında bile değil.