Türkiye'yi karıştıran davanın iddianamesi

Türkiye'yi karıştıran davanın iddianamesi
T24 - İsmailağa cemaatinin çocuklara dini eğitim verme yolundaki faaliyetlerinin yasalara uygunluğunun takibe alındığı soruşturma, Türkiye tarihinde görülmemiş gelişmelere sahne oldu. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in 2 Kasım 2007'de başlattığı soruşturmaya, “cemaatin silahlı örgüt olduğu, bu nedenle özel yetkili savcılığın görev alanına girdiği” iddiasıyla Mart 2009'da Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı'nca el kondu. Soruşturmayı bu iddiayla Erzurum'a aldıran özel yetkili savcı Osman Şanal, 8, 10 ve 12 Haziran 2009 tarihlerinde aralarında cemaatin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu,  Yeni Şafak gazetesinin sahibi Ahmet Albayrak, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve konuşmalarda adı öne çıkan isimlerden işadamı Mehmet Çelik'in de aralarında bulunduğu 282 kişi hakkında “ek kovuşturmaya yer olmadığı”na hükmetti. T24'ün, İsmailağa soruşturmasının ardından hazırlanan iddianameyi de kapsayan belgeler üzerinde yaptığı incelemeye göre, yargının kendi içinde ve yüksek yargı ile hükümet arasında büyük bir krizle sonuçlanan süreç şöyle gelişti: – Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, jandarma istihbaratı kaynaklı bilgi notu üzerine 2 Kasım 2007'de cemaatle ilgili soruşturma başlattı. Soruşturma kapsamında Erzincan Sulh Ceza Mahkemesi'nden cemaatle ilgili görülen çok sayıda isim için telefon dinleme ve teknik takip izni alındı. – Soruşturmanın ilerleyen aşamalarında çok sayıda gözaltınan ardından cemaat mensubu 9 kişi “izinsiz eğitim kurumu açmak, izinsiz yardım toplamak” gibi iddialarla tutuklandı. Tutuklamalardan sonra Erzurum devreye girdi – Erzurum'da özel yetkili savcı Osman Şanal, 10 Mart 2009'da Erzincan Başsavcılığı'na gönderdiği yazıda, soruşturma konusu cemaatin faaliyetlerinin “anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları oluşturacağı konusunda makul ve ciddi şüphe ortaya çıkmış bulunmaktadır” diyerek dosyayı istedi. –  Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner, 16 Mart 2009'da Şanal'a gönderdiği cevapta, cemaatin öne sürülen suçları işlediğine dair “delil ve emare bulunmadığını” iletti. Bu yazıya bir gün sonra cevap veren Şanal dosyaya “el konduğunu” ve Erzurum'a gönderilmesini istedi. – Şanal'ı yazışmalardaki üslubundan dolayı eleştiren ve nezakete davet eden Cihaner, Erzincan Başsavcılığı'nın Erzurum Başsavcılığı ve/veya Başsavcıvekilliği'nin altında bir merci olmadığını vurguladı.  Cihaner dosyayı ağır suçlamayla gönderdi  – Erzincan Başsavcısı Cihaner Şanal'ın ısrarlı yazıları ve Adalet Bakanlığı müfettişinin tavsiyesi üzerine 20 Mart 2009'da bir “görevsizlik kararı” yazarak dosyayı Erzurum Başsavcılığı'na gönderdi. Cihaner, şüpheli listesi, dinleme kayıtları ve soruşturma süreci hakkında ayrıntılı bilgiler verdiği görevsizlik kararındaki “NOT” başlığı altına önemli bir kayıt daha düştü. Erzincan Başsavcısı bu “NOT”ta, cemaat çevresindeki telefon konuşmalarında adı en öne çıkan isimlerden olan işadamı Mehmet Çelik ile bir önceki AKP Hükümeti'nde Enerji Bakanı olan Hilmi Güler ve Orman Bakanı olan Osman Pepe arasındaki konuşmalarda suç şüphesi bulunduğunu savundu. Konuşma kayıtlarına göre işadamı Çelik'in Güler ile “talimat” verir bir şekilde konuştuğunu ve “rakibi olan firmaya iş verilmemesini istediğini” kayda geçirdi. Çelik'in konuşmalarında “ihaleye fesat karıştırma, rüşvet verme, komisyon alma” şüphesi uyandığını kaydeden Cihaner, Pepe ile telefon sohbetleri için de “vergi kaçakçılığı” suçu şüphesi doğduğuna işaret etti. 282 kişi için ek kovuşturmaya gerek görmedi – Osman Şanal, cemaatin anayasal düzene karşı “silahlı örgüt” olduğu iddiasıyla 20 Mart 2009'dan itibaren devraldığı soruşturma için ilk önemli kararını 8 Haziran 2009'da verdi. Şanal, 10 ve 12 Haziran'da da çok sayıda şüpheli için tekrarladığı kararında 282 şüpheli hakkında “ek kovuşturmaya yer olmadığına” hükmetti. Aralarında, Şanal'ın “silahlı örgüt” olduğunu öne sürdüğü İsmailağa cemaatinin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu, Cihaner'in ağır suç şüphesi dile getirdiği işadamı Mehmet Çelik ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın da bulunduğu bu isimlere ilişkin dosya “ek kovuşturmaya yer olmadığı” kararıyla kapandı.  Şüpheliler üzerlerine atılı suçu işlemedi – Özel yetkili savcı Şanal, “kovuşturmaya yer olmadığı” kararını şu gerekçeye dayandırdı: “Her ne kadar şüpheliler hakkında Erzurum Cumhuriyet Başsavcığı'nce yapılan soruşturma çeçevesinde şüphelilerin atılı suçları işledikleri iddiasıyla dosyanın görevsizlik kararı verilmek suretiyle CMK'nın 250. Madde ile görevli ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderildiği anlaşılmış ise de, TCK'nın 220. maddesine düzenlenen çıkar amaçlı suç örgütünün varlığının kabul edilebilmesi için belirli şartların, unsurların somut olayda gerçekleşmiş bulunması gerekmektedir. Her şeyden evvet örgütün varlığı için kanunumuzun aradığı en az 3 kişinin varlığı, bu 3 kişinin belirsiz suçları işlemek amaç ve maksadıyla bir araya gelmeleri, bu konuda aralarında anlaşmaları, aralarında zayıf da olsa hiyerarşik ilişkinin bulunması, aralarında bu ilişkinin, bu anlaşmanın bulunduğuna dair kuvvetli delillerin de bulunması örgüt suçunun oluşması için mutlaka aranması gereken unsurlardandır. Ayrıca suç örgütünün varlığını kabul edebilmek için örgüt elemanlarının ilişkinin süreklilik arz etmesi gerektiği gibi bu ilikinin devamında eylemlerde de devamlılık mutlaka olması gerekmektedir. Örgüt yapılanmasında örgütün sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gerek bakımından, amaçlanan suçları işlemeye elverişli olması yanında yukarıda sayılan tüm özelliklerin bir arada bulunması gerekmektedir. Soyut olarak sanık sayısının 3 kişiden fazla olması örgütün varlığının kabulü için yeterli olmayıp bu durumda ancak iştirak ilişkisenden söz edilebilecektir. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında ve 3713 sayılı kanunun 1. maddesinde terör örgütünün tanımı yapılmış, burada dikkati çeken en önemli husus terör örgütünün mutlaka silahlı olması gerektiği ve bu örgütün 1. maddede belirtilen amaçları gerçekleştirmek üzere bir araya gelmiş olması gereklidir. Örgütün terör örgütü olması için silahlı olması şartının neden arandığı da yine 3713 sayılı kanunun 1. maddesinde sayılan amaçların gerçekleştirilmesi için elverişli vasıta olarak algılanan birtakım alet ve araçların bulunmasının zorunluluğu tabii olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin 3 kişinin bir araya geldiği ve ellerinde sadece birer çakı bıçağı bulunduğu halde, bu 3 kişinin amacının 3713 sayılı kanunda sayılan amaçlar olduğu tespit edilse dahi bu kişilerin oluşturduğu birlikteliğin bir terör örgütü olduğundan söz etmek mümkün olmayacaktır. Zira kanunda belirtilen amaçları gerçekleştirmek için kullanmak istedikleri araçların hiçbir şekilde kendilerini bu amaca yönlendirecekleri, başka ifadeyle bu vasıtalarla amaçlardan birini veya birden fazlasını gerçekleştirebileceklerini söylemek imkânı bulunmamaktadır. İşte burada bizim karşımıza amaç suç / suçları işlemek için gerekli ve zorunlu bir unsur olan “elverişli vasıta” unsurunun önemini açıkça ortaya koymaktadır ki, dosyamıza konu şüpheliler bakımından diğer unsurların (bir terör örgütü mensubu olduklarına ilişkin ve üzerlerine atılı diğer suçları işlediklerine ilişkin) bulunmadığı gibi, bu unsurun da bulunmadağı bir gerçektir. Dosyamıza konu somut olayımızla ilgili olarak yukarıda hem TCK'nın 220. maddesinde düzenlenen çıkar amaçlı suç örgütü yönünden, hem de 3713 sayılı kanun kapsamında terör örgütü yönünden açıklamalar yapılmıştır. Bunun nedeni somut olayımızın şüphelilerinin bu suçlardan birini işleyip işlemediklerinin açık olarak izah edilmeleri atılı suçlar bakımından önem arz etmektedir. Yukarıda açıklandığı üzere bu hususta örgüt yapılanmasını gösterir, varlığı iddia edilen suç örgütünün hukuki yapısı ortaya konamadığı gibi şüphelilerin de böyle bir oluşum içinde bulundukları hiçbir şüpheye yer vermeksizin belirlenememiştir. Dosyamıza konu ve haklarında ek takipsizlik kararı verilen yukarıda adları yazılı şüphelilerin diğer şüpheliler ile bir bağ içinde bulundukları da belirlenememiştir. Açıklanan nedenlerle şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işledikleri sabit olmadığı anlaşılmakla; Şüpheliler hakkında atalı suçlardan KAMU ADINA KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA (...) CMK'nın 172. maddesi gereğince karar verildi.” 16 kişi için iddianame – Osman Şanal, 22 Haziran 2009'da hazırladığı iddianame 16 kişiyi suçladı ve Ahmet Bahadır Altınel, Şevket Gökşan, Adem Sayar, Bahattin Urhan, Murat Sessiz, Çetin Semiz, Cemile Semiz, Zülgarneyin Canbaba, Cemal Gündoğdu, Fatih Kaya, Kadir Naci Köktaş, Cenk Demir Kutlu, İsa Keleş, Hatice Aybas, Ayşe Çetres ve Osman Yılmaz hakkında dava açtı. – Osman Şanal, iddianamede sanıklar için şu “genel değerlendirme”yi yaptı: “Şüpheliler hakkında Erzincan Cumhuriyet Başsavcılğı'nca başlatılan TCK’nın 220. maddesi anlamında örgüt kurup- yönetme, kurulan bu örgüte üye olma, kanuna aykırı eğitim kurumu açma, yardım toplama kanununa aykırı eylemde bulunmak suçlarından soruşturmaya başlanılmış, daha sonra CMK’nın 250. maddesi ile yetkili Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilen ve içeriğinde somut bilgiler bulunan ihbar mektubu değerlendirildiğinde; kamuoyunda ‘İsmailağa cemaati’ olarak bilinen bu yapının eylem ve yöntemlerinde esas amacın Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasal düzenine karşı kalkışma olduğu, bu amacı gerçekleştirmek için de başta az önce ifade etmiş olduğumuz suçları işledikleri, ayrıca kendi cemaat üyelerini belirli günlerde toplayıp onlara ‘sohbet’ adı altında eğitim verdikleri bu sohbet dairesine giren insanalara önce tamamen dini bilgiler verdikleri ancak ilerleyen zamanlarda gerçek niyetlerini ortaya koyan tarzda Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısının ortadan kaldırılmasının, şeriata dayalı bir düzen kurulması gerektiği gibi konularda saf ve temiz insanlarımızın beyinlerini yıkadıkları anlaşılmıştır...”  'Devleti kötülemek'le suçladı – Erzurum özel yetkili savcısı Şanal'ın açtığı İsmailağa cemaati davasına ilişkin iddianamenin “NETİCE VE KANAAT” bölümünde şu ifadeler kullanıldı: Yukarıda yapılan ayrıntılı açıklamalardan ve ele geçirilen bilgi ve belgelerden de açıkça anlaşılacağı üzere, şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işledikleri, bu konuda aralarında sürekli, devam eden bir ilişkinin bulunduğu, atılı suçu işlemek için de yetkili mercilere haber vermeden ve izin alamadan gizli kapalı bir şekilde açtıkları eğitim kurumlarında amaçları doğrulutusunda ellerine düşen çocukları eğittikleri, onların körpe beyinlerin yıkayarak eğitimin sonunda Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan büyük insan Mustafa Kemal Atatürk'ü ve O'nun kurduğu devletimizi kötüleyerek, bu ülkede yaşayan tüm vatandaşların kutsalı olması gereken ve canı gibi koruması, saygı göstermesi gereken değerlere düşman olarak yetiştirdikleri, sonuç itibariyle elde edecekleri gücü yeterli gördükleri anda da Anayasayı ihlal suçunu işleme amacı güttükleri kanaatine varılmıştır. Bu nedenlerle Bu nedenlerle; Yukarıda açık kimlikleri yazılı şüphelilerin açık yargılamalarının mahkemenizde yapılarak eylemlerine uyarı ve yukarıda yazılı sevk maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılmaları (...) iddia ve talep olunur...”  Baskın, tutuklama, yetki durdurma ve İstanbul'a postalama – 15 Şubat 2010 Salı günü, bir savcı ve polis heyetiyle Erzincan Başsavcılığı'na baskın düzenleyen Şanal, Cihaner'in makam odası ve evinde arama yaptırdı, dokümanlara el koydurdu. Erzurum'a gelen ihbar nedeniyle Şanal tarafından “Ergenekon terör örgütüne üyelik”le suçlanan Cihaner Erzurum'a götürüldü ve 16 Şubat Salı günü tutuklanarak cezaevine kondu. Bu kararın ardından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu toplandı ve seçilmiş üyeler oybirliğiyle “yetkisini aştığı” düşünülen Şanal ve üç savcının özel yetkilerini kaldırdı. Bu kararla Şanal'ın hem cemaat soruşturması, hem de Cihaner'i suçladığı Ergenekon soruşturmasındaki yetkileri alınmış oldu. HSYK'nın kararının Erzurum'a ulaştığı 24 saat içinde, yetkileri kaldırılmış olan Osman Şanal'ın, tutuklu Başsavcı Cihaner'e ilişkin dosyayı İstanbul'da Ergenekon soruşturmasını yürüten özel yetkili savcılığa gönderdiğinin ortaya çıkmasıyla büyük bir tartışma başladı.