Türköne: Erdoğan bir diktatör mü?

Türköne: Erdoğan bir diktatör mü?

Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne, Gezi Parkı direnişi karşısında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın tutumu için “Başbakan, gücünü sandıktan alan bir lider olarak kişiliği taviz vermeye müsait olmadığı için değil, sokak siyasetine yani kitlelerin fiili gücüne teslim olmamak için direniyor. Şöyle soralım: Başbakan yerine lider aynı kompozisyonlar bir başkası olsaydı ne değişirdi?” ifadelerini kullandı.

“Erdoğan bir diktatör mü?” diye soran Türköne, “Başarılı lider, toplumun istediği kalıba girmeyi becerebildiği için seçim kazanır; toplumu istediği kalıba soktuğu için değil. Dikte eden bir lider, yani diktatör bile şayet seçimle geliyorsa halk istediği için öyledir” dedi.

Türköne’nin “Erdoğan bir diktatör mü?” başlığıyla yayımlanan (9 Haziran 2013) yazısı şöyle:

 

Erdoğan bir diktatör mü?

 

Gündemi saptıran, bizi sapa yollarda dolaştıran bir tartışma bu. Ufukta “hakim tek parti modeli”nin değişeceğine dair en küçük bir işaret yok. Arkasında artan bir halk desteği olan bir siyasi lider için “diktatör” tartışması sürdürmek demokrasiye güvensizlik ve inançsızlık değil mi?

“Hakim tek parti sistemi”, serbest, eşit ve adil seçimlerin düzenli olarak yapıldığı, buna rağmen aynı partinin her seçimi kazandığı bir siyasi tabloyu ifade ediyor. AK Parti, Türkiye’nin “hakim tek parti”si ve bu durumun değişebileceğine dair ufukta bir işaret yok. Partisini hakim tek parti haline getiren bir liderin çok güçlü bir siyasetçi olması doğal. Nitekim, Cumhuriyet tarihimizin Atatürk dahil, elinde tuttuğu güç itibarıyla Erdoğan ile karşılaştırılabilecek başka bir lider yok. Çünkü Erdoğan bu gücü halktan alıyor. Artırarak alıyor ve aldığı gücü de boşluk bırakmadan kullanıyor. Bu bir vekalet sistemi. Tevkil ettiği gücü bir karizmaya dönüştürüyor ve kendisine bu gücü, taleplerini karşılaması için verenlere tatmin edici karşılıklarla geri veriyor. Muhafazakâr kesim neden sükûnet içinde? Çünkü bir temsil sorunu yaşamıyorlar.

Siyasetin hiç değişmeyecek olan doğasıdır: Gücü ele geçirme ve kullanma faaliyetine siyaset diyoruz. Piyasada nasıl kâr için rekabet varsa, siyasette de güç için kıran kırana bir rekabet var. Önüne çıkan bir güç fırsatını kullanmayan bir siyasetçi, bir hazinenin üzerine oturup incik-boncuk satan çerçiye benzer. Biri gelir onu yerinden eder ve hazineyi dağıtmaya girişir. Siyasetçinin imkan ve fırsat olduğu halde kullanmadığı gücü rakibi kendisine karşı kullanır.

Erdoğan güçlü bir lider. Ve kullandığı güç, toplumdan gelen talebin eseri. En keskin muhalifleri bile, elindeki gücün sınırlanmasını ve denetlenmesini isterken, kaos endişesi yüzünden iktidarından vazgeçemiyorlar. Bunu ölçebileceğimiz en taze soru: Erdoğan güçlü bir lider olmasaydı, Barış Süreci’ni başlatmak ve terör sorununu çözebilmek mümkün olabilir miydi? Erdoğan gücü ele geçirip, etkili ve caydırıcı bir şekilde kullanmasaydı, askerî vesayet düzeni sona erebilir miydi? Elde ettiği güç ve nüfûz ile İslam dünyası için bir model oluşturmasaydı Mısır ve Tunus gibi ülkeler yollarını bu kadar kolay bulabilir miydi?

Demokrasilerde nihaî güç halkın elinde olduğuna göre, güçlü liderler halkın eğilimlerini, taleplerini doğru okuyan ve karşılayan liderdir. Siyasî gelişmeleri liderlerin kişilik özellikleri ile açıklamak siyasî analizin en sathî düzeyidir. Başarılı lider, toplumun istediği kalıba girmeyi becerebildiği için seçim kazanır; toplumu istediği kalıba soktuğu için değil. Dikte eden bir lider, yani diktatör bile şayet seçimle geliyorsa halk istediği için öyledir.

Türkiye’nin karşılaştığı siyasî sorunlar veya en somut haliyle Gezi Parkı direnişinde üst orta sınıflar, Başbakan’ın kişiliğine tahammül edemedikleri için değil, temsil ettiği kitlelerle ve dünya görüşü ile sorun yaşadıkları için itirazda bulundular. Başbakan, gücünü sandıktan alan bir lider olarak kişiliği taviz vermeye müsait olmadığı için değil, sokak siyasetine yani kitlelerin fiili gücüne teslim olmamak için direniyor. Şöyle soralım: Başbakan yerine lider aynı kompozisyonlar bir başkası olsaydı ne değişirdi?

Liderler, kitlelerin sembolleri, kaleleridir. Sembolleri korur ve kaleleri savunurlar. Siyasette en kestirme yol ise sembollere ve kalelere saldırarak iktidarı ele geçirmektir. Türkiye, ciddi bir temsil sorunu yaşıyor. Bu sorunu yaşayanlar ayaklanıyor. Eylemde olanlar, nihayetinde CHP’nin oy tabanı. Başbakan sertleşiyor, öfkeleniyor, bazen yumuşuyor; ama CHP bu protestoların neresinde duracağına bile karar veremiyor. Diktatörlük suçlaması, sorunun kaynağına inmemizi ve çözmemizi sağlayacak doğru bir tartışma değil.