Zaman yazarı Mümtaz’er Türköne, Başbakanlık Başdanışmanı Etyen Mahçupyan’ın iddiaları hakkında, “Her hal ve şartta Etyen’in açıklama getirmesi gereken ahlakî ve cezaî sorumluluğu var. Bu yalanı üretmek için neden on ay bekledi? Şahit gösterdiği bizleri peşinen ‘nesnel olmamakla’ suçlama uyanıklığı göstermesi, bir suça tanıklık iddiasını ortadan kaldırmadığına göre?” dedi.
Mümtaz’er Türköne’nin Zaman’da “Etyen’in geç kalan ahlâkı” başlığıyla yayımlanan (27 Kasım 2014) yazısı şöyle:
“Geciken vicdan” gibi, “geciken ahlâk” da beş para etmez; çünkü bu ne “ahlâk” ne de “vicdan”dır.
Gecikme, ahlâksızlığı ve vicdansızlığı saklamak adına uzunca bir süreye yayılmışsa, “suret-i hak”tan görünme çabası sadece bizim hafızamızın nisyanına güvendiğindendir. Etyen Mahçupyan “yalan söylüyor” demek, bir şeyi uydurduğunu, çarpıttığını belirtmek için kullanılacaksa, durumu anlatmak için çok hafif kalır; düpedüz söylenen şeyin tam tersini iddia ediyor. Şahit gösterdiği kişilerden biri (Ali Bulaç, Şahin Alpay, Ergun Özbudun’un yanında) de benim. Hepimiz bir iş kadınının “soru sızdırma” itirafına muhatap olmuşuz. Tam tersine bu Hanım’ın naklettiği şey “sınav avantajı yaratan sızdırma” değil, Hizmet’in dershanelerine giden oğlunun yaftalanma ve hak kaybına uğrama tedirginliği idi. Sözlerinin içinden “kopya verme” anlamını, hem de on ay sonra çıkartabilmek için yanlış bir yorum veya yanlış anlama yeterli değil; tek şey gerekli: Kötü niyet.
Hizmet Hareketi eğitim alanında iddialı ve başarılı. Fatih Üniversitesi’nde öğrencilerimden benzer endişeleri sıklıkla dinlediğim için, Erdoğan’ın düşmanlığının nasıl bir tedirginlik oluşturduğunu yakından biliyorum. İktidara tabasbus peşinde olanların da tahrik etmesiyle Hizmet şemsiyesi altındaki okullara veya dershanelere devam edenleri doğal olarak istikbal kaygısı sardı. Bir master mülakatında, sırf mezun olduğu üniversite yüzünden bilim soruları yerine “hiç şansın yok” ifadesiyle karşılaşan çok parlak öğrencilerin hikayeleri anlatılıyor. Hizmet Hareketi, yetenekli gençleri kömür madeninden elmas çıkartır gibi bulup paha biçilmez mücevherlere dönüştürüyor. Bu gençlerin kimsenin himayesine, kayırmasına ihtiyacı yok. Eşit ve adil rekabet şartlarında önlerinde kimse duramaz. Mahçupyan’ın “muhafazakâr kesimde sıradan bilgiler” dediği kopya iddialarını, sosyal medyadaki troller, ‘dershane savaşı’na malzeme oluşturmak için üretti. Aslında ülke olarak geldiğimiz yer, dedikoduların çok ötesinde açık bir fikir veriyor. Polis kolejleri kapatıldı, kaymakamlık sınavında KPSS kaldırıldı, yargıçlık, emniyet, okul yöneticiliği gibi mesleklerde objektif sınav sistemleri yerine partizanlığı mümkün kılacak subjektif ölçüler ve sözlü mülakatlar getirildi. “Sızdırma” artık yandaşlar için resmen ve göstere göstere yapılıyor. Demek ki sızdırma olmadığı durumlarda Hizmet’in kurumlarında yetişen gençler açık bir rekabet üstünlüğüne sahipler. Sızdırmaya kimlerin ihtiyacı var?
Mahcupyan’dan sızanlarda ahlâkı geçip, cezaî sorumluluk alanına giriyoruz. Yalan söylemiyorsa o gün, hemen savcılığa gidip bir suç duyusunda bulunması gerekiyordu. On ay sonrası için bile geç kalmış sayılmaz. Hiç olmazsa mahkeme önünde hangi lafı neresinden anladığı ve suç teşkil eden bir konuda “yalan” uydurmanın nereye vardığı bir dava dosyasının içinde tespit edilmeli. Hem ne güzel, Etyen’in lafını çok ettiği bir “etik” mesele de, hukukî bir mesnede kavuşur. Ben bir öğretim üyesiyim. Kopyaya rıza göstermem, etik olarak mesleğimi inkâr etmem anlamına gelir; üstelik Ceza Kanunu’na göre ağır bir suçtan bahsediyoruz. Mahkemeden “etik lafını çok etmek, söyleyeni ve söyleneni ahlaklı kılmıyor” kararı çıkabilir.
Her hal ve şartta Etyen’in açıklama getirmesi gereken ahlakî ve cezaî sorumluluğu var. Bu yalanı üretmek için neden on ay bekledi? Şahit gösterdiği bizleri peşinen “nesnel olmamakla” suçlama uyanıklığı göstermesi, bir suça tanıklık iddiasını ortadan kaldırmadığına göre?
Mâbeyn Toplantıları, farklı görüşlerden aydınların bir araya geldiği ve fikir alışverişinde bulundukları aylık bir platformdu. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Abant Platformu gibi sadece organizasyonu üstleniyordu. Etyen’in geciken ahlâkı, o toplantıya katılan herkesi töhmet altında bırakıyor.
Yandaşlığın bu genelleşen “ahlakî geriliği” üzerine söze devam edelim.