-TÜSİAD'ın ''Vizyon 2050 Türkiye raporu'' açıklandı İSTANBUL (A.A) - 27.09.2011 - Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD) ''Vizyon 2050 Türkiye Raporu''nda, Türkiye'de istihdamı teşvik edici ve kayıt dışı çalışmayı caydırıcı önlemler alınmaması halinde demografik fırsat penceresinin demografik tehdit penceresine dönüşeceği belirtildi. Prof. Haluk Gerçek, Prof. Nuran Zeren Gülersoy, Doç. Nilgün Cılız ve Hale Altan Ocakverdi tarafından kaleme alınan raporda, sürdürülebilir kalkınmanın; insan yaşamının gereksinimleri ve doğal kaynakların sürdürülebilirliği arasında bir denge kurularak ekonomik, çevresel ve toplumsal boyutlarıyla bugünden geleceğe uyumlu bir planlama yapılmasını amaçlayan bütünsel bir yaklaşım olduğuna vurgu yapıldı. 2050 yılında yaklaşık 9 milyar insanla dünyanın sunabildiği ve yenileyebildiği kaynakların sınırları içerisinde yaşamak durumunda bulunulacağı, 2050'de halen sürdürülebilir bir dünyaya sahip olabilmek için ülkelerin küresel işbirliği ve eş güdüm içinde sürdürülebilirlik gündemlerini oluşturması, hatta eylem planlarını harekete geçirmesi gerektiği kaydedildi. 2050'ye gelindiğinde nüfusu 100 milyona ulaşmış Türkiye'nin sürdürülebilir refah ve ekonomiye sahip olması için küresel etkileşim içinde değişimi takip etmesi gerektiği belirtilen raporda, şöyle denildi: ''Türkiye nüfusunun 2050 yılında yaklaşık yüzde 26 artarak 100 milyona ulaşması beklenmektedir. Çalışma çağındaki nüfus olan 15–64 yaş nüfus oranı 2000'de yüzde 64,5'lik seviyeden 2020'de yüzde 68,6 ile en yüksek değerine ulaşacak ve bu tarihten sonra yavaşça azalarak 2050 yılında yeniden yüzde 64,5 değerine ulaşacaktır. Nüfus artış hızı yavaşlarken, çalışma çağındaki nüfusun artmaya devam etmesi demografik fırsat penceresidir ve bir ülkenin tarihinde bir kez ortaya çıkmaktadır. Üretimi artırabilme ve büyümeyi sağlayabilmek için bu çok önemli bir fırsattır. Birçok Doğu Asya ülkesi bu fırsattan yararlanarak büyümelerini hızlandırmıştır. Öte yandan, istihdamı teşvik edici ve kayıt dışı çalışmayı caydırıcı önlemler alınmaması halinde demografik fırsat penceresinin demografik tehdit penceresine dönüşeceği açıktır.'' Benzer bir fırsatın eğitim çağı nüfusunun azalması ile ortaya çıkacağı, toplam eğitim çağı nüfusunun (3–22 yaş) 2 milyonun üzerinde azalacağı bir dönemin başlayacağı, böylece kaliteli eğitime erişimin yaygınlaşması, eğitim sisteminin modernizasyonu, eğitimin niteliğini geliştirme ve cinsiyet eşitliğinin sağlanması konularında önemli fırsatların ortaya çıkabileceği kaydedilen raporda, 2050 yılından bugüne bakıldığında atılması gereken en önemli adımın iklim değişikliği ile mücadele alanında olacağının görüldüğü, iklim değişikliği konusuna şehirleşme açısından bakıldığında akıllı yeşil şehirlerin ekolojik dengeye destek sağlayacağı, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini bertaraf etmeyi mümkün kılacağı ifade edildi. Daha sürdürülebilir şehirler için yenilikçilik kapasitesinin artırılması, teknoloji ve altyapı projelerinin geliştirilmesi, binalarda enerji verimliliğine odaklanılması gibi geleceğin şehirlerine dair adımların birçok yatırım penceresinin açılmasına da olanak sağlayacağı belirtilen raporda, kentlerde motorlu araç sayısındaki artışa bağlı olarak ulaştırmadan kaynaklanan hava kirliliğinin hızla arttığına dikkat çekildi. -''Sera gazı salımları azaltılmalı''- Raporda, Türkiye'nin 2009 yılındaki toplam sera gazı salımının 296,370 milyon ton karbondioksit eşdeğeri olup bunun yüzde 80'nin karbondioksit salımı olduğu, Türkiye'de kara yolu ulaşımından kaynaklanan karbondioksit salımların 1990–2009 yılları arasında yüzde 80 artarak 47 milyon tona ulaştığı hatırlatılarak, şöyle denildi: ''Başta karbondioksit olmak üzere sera gaz salımlarından kaynaklanan iklim değişikliği sorunları çağımızın en önemli sorunlarından biri. Bu nedenle kentsel ulaştırmadan ve özellikle de otomobillerden kaynaklanan sera gazı salımlarının azaltılması için gerekli strateji ve politikaların ivedilikle belirlenmesi yaşamsal bir zorunluluk haline gelmektedir. Kentsel ulaştırma bağlamında önemli bir politika değişikliği ise geçmişte genellikle kamu tarafından sağlanan ulaştırma altyapısı ve hizmetlerinde özel kesim payının artması, ulaştırma hizmetlerinin nitelik ve niceliğinin piyasaya göre belirlenmeye başlanmasıdır. Kentsel ulaştırma vizyonuna doğru atılan adımların sekteye uğrama ihtimali de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu ihtimale, teknoloji üretimi ve kullanımı konusunda geride kalınması, gelir dağılımı ve bölgesel gelişmişlik arasındaki eşitsizlik, kente ilişkin konularda toplumsal farkındalık ve bilinç eksikliği yol açabilir. Söz konusu riskler tahlil edilmeli ve tedbirler şimdiden alınmalıdır.'' 2050 yılına kadar iklim değişikliği ile ilgili gerekli tedbirlerin alınmaması halinde dünyanın 4–6 derece ısınacağının öngörüldüğü, bu ısınmanın sonucu olarak kuraklık, ormansızlaşma, çölleşme, susuzluk ve sel gibi doğal felaketlerin artmasıyla küresel ekonominin yıllık ortalama yüzde 5 küçülmesinin beklendiği bildirilen raporda, ülkenin ekonomik büyümesine paralel olarak emisyonların yükselmesine sebep olan ana faktörün yüksek enerji talebi olduğu, enerji talebinin özellikle gelişmekte olan ülkelerin büyümesiyle paralel bir şekilde gelecek yıllarda da düzenli olarak artmasının beklendiği, Uluslararası Enerji Ajansı tahminlerine göre 2030'daki enerji talebinin 2006'ya oranla ortalama yüzde 1,6 yıllık büyüme ile yüzde 45 artacağı kaydedildi. -Enerji- Raporda, Türkiye'nin, sera gazı emisyonları itibariyle dünyada yüzde 1'lik pay ile 23. sırada bulunduğu, TÜİK verilerine göre 1990-2009 yılları arasında nüfus artışı ve yoğun sanayileşme süreci sebebiyle Türkiye'nin sera gazı emisyonlarının yüzde 97,9 arttığı, öte yandan, Türkiye'nin sosyal ve ekonomik refahını artırmak için yıllık yüzde 5–6 büyümesi gerektiği, bu bağlamda Türkiye'nin, ekonomik ve sınai kalkınmasını sürdürme noktasında zorlu bir denklemle karşı karşıya olduğu belirtildi. Türkiye'nin enerji tüketiminin yaklaşık yüzde 70'ini ithal ettiği hatırlatılan raporda, ''Enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye, sera gazı emisyonlarını azaltmaya ve eş zamanlı olarak ekonomik büyümeye odaklanan bir ülkede enerji üretiminde ithalata bu kadar bağımlı olmak orta ve uzun vadede sürdürülebilir değildir. Enerji sektöründe liberalleşme için gerekli koşullar sağlandığı takdirde halihazırda büyüme eğiliminde olan enerji sektörü, Türkiye'nin yenilenebilir enerjide var olan potansiyelini de gerçekleştirebilecek şekilde 2050 yılına kadar iş dünyası için çeşitli yatırım olanakları ve fırsatlar sunacaktır'' denildi. Bir araştırmaya göre Türkiye'de tüketicilerin yüzde 40'ının yeşil ürünleri tercih edeceğini söylediği, ancak seçenek sunulduğunda sadece yüzde 4'ünün bu tür ürünleri satın aldığı, tüketicilerin yüzde 58'inin çevre dostu ürünlerin çok pahalı olduğunu, yüzde 33'ünün ise yeterince işlevsel olmadığını düşündüğü kaydedilen raporda, 2000'lerin başında başlamış olan geleneksel tüketim modelinden sürdürülebilir tüketim odaklı modele geçiş sürecinin, tüketicilerin giderek artan eğitim seviyesine paralel olarak 2020–2030 yıllarında hız kazanacağı ve 2050 yılında tamamen geleneksel modelin yerini almış olacağı belirtildi. Raporda, ''Bu dönüşüm, itici güç olarak iş dünyasının dönüşümünün hızlanmasını sağlayacak, bu sayede çevreci ürünler daha rekabetçi bir yapıya kavuşacaktır. Öte yandan, sosyal medya kullanımının artmasıyla tüketicilerin örgütlenmesi kolaylaşacak, iş dünyası ile tüketiciler arasında ilişki kuvvetlenecektir'' denildi. Su ve enerji kaynaklarında enerji verimliliğinin artırılmasına yönelik teknolojiye yapılacak yatırımların, sanayinin rekabet gücünü artıracağı, daha az kaynak ile aynı verimin alınmasını sağlayacağı ifade edilen raporda, Türkiye'nin, çeşitli ulusal ve uluslararası kurumlarca enerji verimliği açısından yüksek potansiyele sahip olarak tanımlandığı, enerji tasarrufu sağlamak için üretici ve tüketiciyi enerji tüketimi düşük cihazların kullanımına yönlendirmek ve eski cihaz stokunun yeni ve verimli cihazlarla değiştirilmesini sağlamak gerektiği bildirildi. Raporun sonuç bölümünde de, şu görüşlere yer verildi: ''2050 yılında 100 milyon nüfusa ulaşmış Türkiye'nin sürdürülebilir refah ve ekonomiye sahip olması küresel etkileşim içinde değişimi takip etmesiyle sağlanabilecektir. 2050 vizyonu ülkelerin kendi başlarına benimseyebilecekleri bir yaklaşımdan ziyade, tüm ülkelerin koordinasyon içinde ortak hedefi olmalıdır. Sürdürülebilir kalkınma süreci, iş dünyasına birçok fırsatı sunduğu gibi, sürecin sekteye uğramasına neden olabilecek birçok riski de barındırmaktadır. Fırsatları öngörüp harekete geçen girişimciler bu süreçte sürdürülebilir rekabet avantajı elde etmiş olacaklardır. Öte yandan, sürece ket vuracak risklerin öngörülmesi de çözüm ve uzlaşı arayışını hızlandıracaktır. Sürdürülebilir kalkınma vizyonunu gerçekleştirebilmek için devlet, sivil toplum, iş dünyası ve toplumda farkındalık yaratarak, tüm paydaşların bir araya getirecek bir diyalog platformu oluşturulmalıdır.''