Başbakan Erdoğan’ın üçüncü yargı paketine ilişkin yaptığı açıklama Başbuğ ve tutuklu vekilleri de kapsayan “kısmi tahliye sinyali” olarak yorumlandı. Özel yetkili mahkemeler konusunda bardağı taşıran olayın da Başbuğ’un tutuklanması olduğu anlaşıldı.
Vatan'dan Kemal Göktaş'ın haberine göre, Başbakan Erdoğan’ın önceki akşam a Haber’de katıldığı programda üçüncü yargı paketine ilişkin soruya verdiği yanıt, gözleri özel yetkili mahkemelerde tutuklu sanıklara çevirdi.
Başbakan, “Üçüncü yargı paketinde adli kontrol diye tutukluluğun yerine geçecek bir mekanizma getiriyorsunuz. Bu önce 5 yıla kadar suçla yargılananların tutuklanmadan, tutukluysa adli kontrol altında salıverilmesini içeriyordu. Şimdi müebbet cezaları da bunun kapsamına aldınız. Buradan sanki tutuklu milletvekillerinin, İlker Başbuğ gibi isimlerin ya da kaçmayacaksa bırak da tutuksuz yargıla dediğiniz insanların da tahliyesine kapı açıyor. Yani hükümetiniz 250. madde konusunda ’yargı biraz ileri gitti, biz biraz özgürlük tarafını genişletelim’ diye bir eğilim seziyoruz biz. Yanılıyor muyuz?” sorusuna önceki akşam katıldığı TV programında şu yanıtı verdi:
“Kısmen... Önümüzdeki hafta bunu tekrar gözden geçireceğiz. Yani komisyonda bu tür şeyler olursa bile bunları önergeyle falan değiştirmenin yollarını arayacağız. Bizim bütün derdimiz, bir defa cezaevlerini çok daha farklı bir konuma taşıyalım ve her gelenin tutuklu olarak sevki değil, mümkün olduğunca bunu minimize etmenin gayreti içinde olalım.
Bütün bunların tabii hepsinin bize getirdiği çok farklı yükler var. Bir taraftan demokrasi ülkesi diyorsun, öbür taraftan da tabii ne geliyorsa at. Yani bunlar tabii mafyaydı, çetelerdi, cuntaydı falan, bu tür şeyler olmadıktan sonra bunun üzerinde farklı düşünmek gerekir. Ama bu müebbet hapsi gerektiren bir konuda arkadaşlarımızın bu kadar vefakar davranacağını zannetmiyorum. Böyle bir şeyin olmaması lazım.”
Başbakan, “Gazetelerde yayınlanan taslaklar doğruysa 28 Şubat soruşturması da Balyoz Davası da birinci dereceden etkilenecek gibi gözüküyor” denilmesi üzerine de, ”Bu propagandalara aldanmayalım. Bizim şu anda hedeflerimizde şu var; mesela tutuksuz yargılanabileceği halde maalesef tutuklu yargılanan insanlar var. Bu askerdir, bu gazetecidir, bu ne bileyim bir siyasidir, kim olursa olsun... Yani bu insanların tutuksuz yargılanmaları mümkünken niçin illa da bir tutuklu yargılanma yapılıyor? Bu süreci çok daha farklı bir şekilde yumuşatarak atlatmamız lazım. Ve bunlar tabii yargıyı da zor duruma sokuyor. Yargı da aslında sıkıntıya giriyor. Yargıya güven çok ciddi manada artmışken şimdi azalmaya başladı. Bunları da görmemiz lazım” yanıtını verdi.
Başbakan’ın bu sözleri Başkent kulislerinde başta eski Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ olmak üzere bazı isimler için “kısmi tahliye” olarak yorumlandı.
Özel yetkili mahkemelerde görev yapan hakim ve savcıların oldukça geniş bulunan yetkilerinin sınırlandırılmasına yönelik yasa değişikliği hazırlıklarıyla başlayan tartışmalar, hükümetle özel yetkili savcılar arasındaki derin krizi de su yüzüne çıkardı. Başbakan Erdoğan’ın, özel yetkili savcıların MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da aralarında olduğu MİT görevlilerinin ifadeye çağrılmasını hükümete yönelik bir hamle olarak değerlendirdiğini açıkça ortaya koyması da krizin boyutlarını gösterdi.
AKP hükümeti, 2002’de iktidara gelmesinin ardından kararlarıyla Türkiye’yi AİHM karşısında zor duruma düşüren DGM’leri (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) kaldırmış ve bunun yerine “özel yetkili” mahkemeleri kurmuştu. Yapısı ve işleyişi bakımından DGM’lerin devamı niteliğinde olan özel yetkili mahkeme çevresinde görev yapan hakim ve savcılara, olağan yargı yerlerindemi soruşturma ve davalara göre çok daha fazla yetki verilmişti.
Hükümet ve özel yetkili mahkemeler, Ergenekon, Balyoz ve KCK gibi soruşturma ve davalarda uyumlu bir görüntü çizmiş, ancak özellikle OdaTV soruşturması kapsamında gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmalarının ardından kamuoyunda başlayan tartışma hükümeti de rahatsız etmişti.
Hükümet bu konuda açıktan tavır almamış, hatta tutuklamaları yargı kararı diye savunmuştu. Buna karşın HSYK’nın Şık ve Şener’i tutuklatan Ergenekon soruşturmasının ünlü savcısı Zekeriya Öz’ü özel yetkili savcılıktan alarak Başsavcıvekili olarak ataması da hükümetin bu rahatsızlığından kaynaklandığı belirtilmişti. Bu mahkemelerdeki tutuklu yargılamalar ve kamu vicdanında tartışma yaratan kararların iç ve dış kamuoyunda hükümet aleyhinde kullanılmasından rahatsız olan hükümet için bardağı taşıran damla ise eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un tutuklanması oldu.
Anayasa değişikliğine göre Yüce Divan’da yargılanması gerektiği savunulan Başbuğ’un tutuklanmasının ardından Erdoğan’dan “Tutuklama yoluyla değil de tutuksuz yargılanma yolu -ki her zaman söylediğim tezimdir- olması bizim arzumuzdur. Ve bunun da süratle bu noktada neticelenmesi yine şahsımın ve partimin arzusudur. Çünkü bu şekildeki bir yolu biz, isabetli bir yol olarak görmüyoruz” çıkışı gelmişti.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Başbakan’ın bu açıklamasına destek vermiş ve Başbuğ’un Yüce Divan’da yargılanması ve tutuksuz olarak yargılanması gerektiğini söylemişti.
Bu açıklamalara rağmen Başbuğ’un tahliye edilmemesi ve mahkemenin dosyanın Yüce Divan’a gönderilmesi yönündeki talepleri reddetmesinin ardından hükümetin özel yetkililerle ilgili yasa değişikliğine karar verdiği belirtildi.
Hükümetin bu değişiklik hazırlığı sürerken özel yetkili İstanbul Savcısı Sadrettin Sarıkaya’nın, PKK’lılarla Oslo’da görüşme yaptıkları ortaya çıkan KCK soruşturması kapsamında MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile yardımcısı Afet Güneş ve 2 MİT mensubunu ifadeye çağırması, Başbakan Erdoğan tarafından özel yetkili mahkemelerin hükümet politikalarına ve kendisine yönelik bir hareket olarak algılandı. Bu yüzden MİT görevlilerini soruşturmadan kurtaran yasa Başbakan’ın talimatıyla olağanüstü bir hızla çıktı.