'Uçun yönetmenler uçun'

'Uçun yönetmenler uçun'

Tuncer Köseoğlu  

(Taraf - 30 Mart 2012)

 

Uçun yönetmenler uçun

 

Önemli gazetelerin önemli genel yayın yönetmenleri yine patlattılar önemli haberlerini yerden 10 bin metre yükseklikte. Alışılageldiği üzere Başbakan uzun bir uçak yolculuğuna çıkarken, değerli hazirun da yerini alıyordu uçakta. İşte böyle önemli yayın yönetmenleri uçakta bulununca bir haber vermek, manşete taşımak da gelenektendi. Bu kez de böyle oldu. Uzun Güney Kore yolculuğunda mola verilen yerde Başbakan Erdoğan beraberindeki yayın yönetmenlerine; “Dershaneler kapanacak. Ayrıca üniversiteye girişte sınav sistemi de kalkacak. Kapanacak olan dershaneler özel okul olacak, olamayanlar ise yok olacak” dedi. Daha uçağın tekerleri Seul Havalimanı’na değmeden bu demeçle süslendi gazetelerin manşetleri. Çıkan haber sanki tek elden, ağızdan yazılmış gibiydi. Sorgusuz sualsizdi. Her gazetenin nasıl olsa farklı okuru vardı. Zaten çok az gazete satılan ülkemizde aynı anda iki gazeteye para verecek insan sayılıydı. Aslında uçakta bulunan yayın yönetmenlerinin geçtiği tek tip haberi görünce, gazete almayan okura da hak vermedik değil. Başbakan bu demeci vermekle kendince haklıydı. Bir haftadan fazla süreyle ülkeden uzak kalacaktı. Dolayısıyla bu süre zarfında kendisinin söylediği sözün dışında, gündem oluşturacak, tartışılacak başka şey istemiyordu belli ki. Bunda da başarılı oldu denebilir. İki cümleden değişik gazetelerde çıkan tek tip manşet, bir haftadır hararetle tartışılıyor. Burada asıl sıkıntı uçakta bulunan genel yayın yönetmenlerinde. Daha doğrusu onların soru sormama hallerinde. Böyle bir tek tip haberi eğitim muhabirleri geçse o yayın yönetmenleri muhabiri kapı önüne koymaz mı? O zaman şimdi sıra eğitim muhabirlerinde. “Baylar, gazetecilikte sınıfta kaldınız” demelerini bekliyorum yayın yönetmenlerine.

Erdoğan böyle iddialı bir demeç verdiğinde uçakta bulunan tek bir genel yayın yönetmeninin bile aklına şunu sormak gelmedi nedense. “Sayın Başbakan siz böyle diyorsunuz ama 20 yıla yakın eğitim gören, üniversiteden mezun olan birini devlet kapısına memur yapabilmek için sınav yapıyorsunuz. Bu sınavlara girmek isteyen memur adayları dershanelerin kapısını çalıyor. Son yıllarda dershaneler en önemli gelirini KPSS sınavına girmek için çalışan memur adaylarından sağlıyor. Bunu ne yapacaksınız?” Aslında sorulacak o kadar çok soru var ki bunun gibi, hiç birini sormadı bu yayın yönetmenleri. Soramadı. Galiba bu soruları sormak uçağa ancak uzaktan el sallayan gariban eğitim muhabirlerine kaldı...

Bir haftadır işte bu demecin yarattığı kapandı, kapanacak meselesini tartışıyoruz cümleten. Siz merak etmeyin uçaktakiler, uçmanıza bakın bulutların üzerinde, rüzgârdan sallansa da arada bir, uçağın içi keyiflidir.

Herkes fikrini söylüyor. Kimisi kapanmalı derken, kimileri de “nereden çıktı bu dershane kapanma meselesi” diyor. Sadece bu konuda bir hazırlık veya çalışma yapmış olması beklenen Milli Eğitim Bakanlığı susuyor. Sanırım onlar da Başbakan’ın gelişini bekliyorlar. Önce nasıl kapanacağını öğrenecekler Başbakan’dan, sonra da gerekli görülen çalışmayı yapacaklar. Kervan yolda düzülür misali... Üniversiteyi tek bir test çözmeden, dershaneye gitmeden kazanan birisi olarak bu kararın “devrim niteliğinde” olacağını görüyor ve destekliyorum. Bence de insanlar yedi yaşından başlayarak ömrünün büyük bölümünü test çözerek, sınavlara hazırlanarak heba ediyor. İyi de her şeyi sınav üzerine kurmuş bir eğitim(sizlik) sistemini değiştirmek nasıl olacak, işte bu soruların cevabını vermek zor. Aslında hükümet 4+4+4’le önemli bir adım attı. Bu sayede gazeteler ve uçaktaki yayın yönetmenleri matematiğin dört ana işleminden toplamayı, en azından 12’ye kadar, öğrendiler. Geriye çarpma, çıkarma ve bölme kaldı. Bunu da öğrendiler mi iş kolay, Başbakan’ın uçağında soru sormayı da öğrenirler. Daha önce de söylemiştik her işin başı matematiktir diye. Ha gayret...

Mustafa

KCK operasyonunda gözaltına alındığında gazeteciliğe ilk başladığı andan itibaren tanıdığım Mustafa Özer’i destekleyen “Mustafa” başlıklı bir yazı yazmıştım. Tanıdığım bildiğim Mustafa’yı yazdığım yazının virgülüne kadar arkasındayım. Bununla birlikte Mustafa Özer’in savcılığa verdiği ifadeyi okuyunca şok geçirmedim desem yalan olur. Şu anki ruh halim aldatılmışlığın verdiği öfke, üzüntü ve acıdan başka bir halde değil. Türkiye’nin en iyi foto muhabirlerinden bir olan Mustafa Özer neden böyle bir karmaşık ilişkiler ağının içine girdi bilmiyorum. Aslında bilmek de istemiyorum. Mesleğe ilk başladığımda bir gazeteci büyüğüm bana “Bu işi yapacaksan devletle kafa kol ilişkisi içine sakın girme. Unutma ki devletle gece yatağa giren sabahında o yataktan hamile olarak kalkar. Babası da belli olmaz...” Bu sözü ben de bu işi yapanlara ve bundan sonra yapacaklara aktarayım istedim.