DW Türkçe - Uğur Gürses
Ocak ayında sormuştum; ekonomide giderek belirginleşen kötüleşme ve "mutfak yangını" tablosunda "1 Nisan sürprizini bakalım kim yapacak? Toplum mu? Siyaset kurumu mu?" diye.
Toplum, kötü gidişata karşı siyasetini değiştirmiyorsa siyasetçiyi değiştirme mesajını verdi.
31 Mart Pazar günü yerel seçim sonuçlandı. Yüksek Seçim Kurulu’ndaki (YSK) ilk verilere göre iktidar partisi Ak Parti MHP ile ittifakına rağmen Ankara ve İstanbul’u kaybetti. Ancak Ankara hâlâ bunu kabullenmekte zorlanıp; bunun 1 Nisan şakası olduğunu sanıyor.
İlk veriler gösteriyor ki; İstanbul’da kayıtlı seçmen sayısı 2014’e göre 568 bin kişi artmasına karşın, iktidar ittifakı adayı Binali Yıldırım 2014’te tek başına Ak Parti adayı Kadir Topbaş’ın aldığı oydan sadece 29 bin daha fazla oy alabildi. Bu tablo iktidarın ne denli büyük oy kaybına uğradığının işareti.
İşin ilginç tarafı, 2014’te katılım oranı yüzde 89 iken, pazar günkü seçimde yüzde 83 olduğu görülüyor. Sandığa gitmeyenlerin sayısı 2014’te 1 milyon 79 bin kişi iken, 2019’da 1 milyon 837 bin kişi olmuş; artış yüzde 70.
Bu tablo iktidar partisinin ittifaka karşın kayda değer bir oy kaybı yaşadığını gösteriyor.
Bunun nedeninin Türkiye’nin giderek demokratik değerler ve hukuktan uzaklaşması kadar son birkaç yılda ekonomideki bozulma olduğu çok açık.
Mutfaktaki yangın, iktidarın oy kaybının en önemli nedeni.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, pazar akşamı seçim sonuçlarının belirginleşmesi sonrası parti merkezinde yaptığı "balkon konuşmasında", ekonomide Türkiye'yi ve milleti teslim alma amacı taşıyan saldırıların önünü önemli ölçüde kestiklerini belirtip, yapısal reformlarla bu tür saldırılara karşı daha dayanıklı ekonomik mimariyi mutlaka inşa edeceklerini vurgulamıştı.
Erdoğan’ın damadı Ekonomi ve Maliye Bakanı Berat Albayrak da seçim sonrasında atılacak adımlar olduğunu açıklamıştı; "8 Nisan haftasında ekonomide atılacak adımları açıklayacağız. Bankacılıkta güçlü bir yapı var. Birçok alanda önemli bir yol haritası ortaya koyacağız" demişti.
Ekonomi yönetimi, Yeni Ekonomik Program’la birlikte "piyasalar ne istiyorsa onu seslendirelim" tarzı söyleme dayanan bir iletişim politikası izlediğinden, "yapısal reform" sözü de bu çerçevede değerlendirilmeli.
Haziran seçimleri sonrasında hayata geçen ve "ekonomi uçacak" sloganlarıyla sunulan "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi" hem politik hem de ekonomik koşullarda daha fazla erozyona yol açtı.
Ekonomi derin bir krize girdi. Ekonomi daraldı. İşsizlik ve enflasyon hızla yükseldi. Kriz yönetimi ise sorunlara değil sonuçlarına dönük makyaja önem verildi.
Sonuçta, YSK verilerine göre Türkiye’nin iki büyük metropolün yönetimi; Ankara ve İstanbul muhalefetin desteklediği adaylara geçmiş görünüyor.
Ankara ve İstanbul Türkiye’nin milli gelirinin yüzde 40’ını üreten metropoller.
Bu seçim tablosu gösteriyor ki; henüz krizin dip noktasını görmeden bu iki metropolden toplumun Ankara’daki iktidara tepki ve mesajı çok açık.
Ankara bu seçim yenilgisi ile "yapısal reformlara" girişebilir mi? Bu, reform olgusuna nereden bakıldığıyla ilgili.
Hukukun üstünlüğünün hasar gördüğü bir zeminde reformların altı boş kalır ve işlemez. Örneğin yargı sistemine dönük kaygılar varken, vergi reformu yapılmasının ekonomiye olumlu bir ivme getirmesi zor.
2011’den başlayan ve son birkaç yılda hızlanan, "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi" ile vücut bulan son durum şu; Türkiye kurum ve kuralları kaybeden, bunların altını boşaltan bir ülke konumuna geldi.
Bu tabloda hâlâ içinde ne olduğunu bilmediğimiz ve "piyasalar bunu duymak istiyor" mottosu ile seslendirilen "yapısal reform" söylemi ile ekonomi politikasına itibar inşa etmek isteyen Ankara’nın reform yapması zor.
Reform yapması zor; seçim sürecinde kendi seçmeninden daha fazla muhalefeti konsolide eden iktidar, pazar günkü seçimde bugüne kadar seçmenle bağ kurduğu, ekonomik bakımdan büyük sosyal destek akıttığı bir kanal olan iki büyük metropol kentin yönetimini kaybetti.
Krize karşı kurum ve kurallara dayanan bir istikrar ve ekonomi politikası, reform yerine, popülist politikalara daha fazla yaslanması büyük olasılık.