Uğur Gürses*
“Duvara çarpmış” bir ekonominin cari fazla vermesi bir sonuçtur. Geçmişte de ne zaman ekonomi krize girmiştir; ödemeler dengesinde cari açık hızla daralır, hatta cari fazlaya geçilir. Şimdi bunu yaşıyoruz. İthalat hızla daralıyor. Turizm gelirlerinin de aktığı “sezon zirvesi” dönemde döviz talebinin görece sakin olduğu bir süreç var.
Bu dönemde Merkez Bankası’nın 4.25 puanlık yüklü bir faiz indirimine gitmesi, ilaveten de Eylül’de bir o kadarının da yolda olduğunun sinyalini vermesi, üstüne üstlük Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu faiz indiriminin ardından faizlerin düşürülmeye devam edeceğini vurgulayan aşağıdaki sözleri söylemesi de bu sinyali güçlendirdi.
Bu sözler sadece indirim değil, bu indirim sonrasında “bakın bir şey olmadı” vurgusu da taşıyor.
“Uzun zamandır, yüzde 24 oranındaki faizlerin ülkemiz için oldukça yüksek olduğunu savunuyordum. Tabii yüzde 24’ün üzerine çıktığı zamanlar da oldu. Bundan ne kadar rahatsız olduğumu uzun yıllardır hep söyledim. Ama bunu maalesef o dönemlerin Merkez Bankası başkanlarına ulaştıramadık. Ne dediysek, hep böyle oyalama taktikleriyle gittiler. Her dile getirdiğimizde birileri çıkıyordu, faiz oranlarında dramatik düşüşlerinin ekonomiyi tepetaklak edeceğini öne sürüyordu. Dün Merkez Bankası faizlerde 425 baz puanlık bir düşüşe gitti. Peki ne oldu, battık mı, bittik mi? Her şey yerle yeksan oldu mu? Hayır. Piyasalar bu durumu gayet normal karşıladı. Zira, olması gereken zaten buydu. Bu bile yeterli değil. Yıl sonuna kadar bunun kademeli şekilde devamı gerekir.”
Önce tahvil piyasasının nasıl çalıştığını hatırlatalım.
Tahvil fiyatı, tahvilin vadesine kadar geçecek sürede ödeyeceği kupon (faiz) ödemelerinin bugünkü değeridir. Tahvillerin kuponu ilk çıkış tarihinde sabit olur, ama piyasa faizi değiştikçe kupon sabit olduğu için tahvilin fiyatı değişir. Örneğin, 5 yıllık bir tahvilin altı ayda bir ödenen yıllık yüzde 10’luk bir kuponu varken, 5 yıllık tahvil faizleri zaman içinde yüzde 7.5’e gerilerse tahvilin fiyatı yükselir. Çünkü tahvilin kuponu yüzde 10 öderken piyasa getirisi yüzde 7.5’e gerilemişse tahvil değer kazanır. Yani fiyatı artar.
Örneğin iktidar çevrelerinde çok sıkça dillendirilen “faiz lobisi” öcüsü var malum; faiz lobisinin faizler düşünce kazandığını bildikleri halde halk yanıltılıyor.Tahvil örneğinden yürüyelim; ABD’de son 3-5 aydır ne oluyor? Fed’in yeniden faiz indirim yapacağı beklentisi ile yatırımcılar tahvile hücum ettiler.
Kasım 2018’de yüzde 3.2’ye yakın olan 10 yıllık ABD tahvil getirisi bugünlerde yüzde 2.05’e indi. Yani 1 puandan fazla geriledi. Peki ne oldu? Tahvil faizleri düştü, tahvil fiyatları yükseldi. Tersi olsaydı ki bundan sonra olası olan bu; tahvil faizleri yükseldiğinde tahvil fiyatları düşecek, yatırımcılar zarar edecekler.
Şimdi Türkiye’ye geri dönelim;
Merkez Bankası 25 Temmuz günü politika faizini yüzde 24’ten 4.25 puan keserek yüzde 19.75’e indirdi. Fazlası; 12 Eylül’deki toplantısı için de yine indirim sinyalini verdi.Piyasa oyuncuları da şunu gördüler; döviz talebi yok, küresel konjonktür de gevşetici bir çevre koşulları var, Fed de 31 Temmuz’da faiz indirir beklentisi var, muhtemelen ECB de o yola girecek, Merkez Bankası da Eylül’de 2-3 puan da daha aşağı çekecekse yani yüzde 16-17’ye getirecekse tahvil faizleri daha da aşağı gelir denip bir dalga daha tahvil alımı yönünde piyasaya giriş oldu.Bloomberg’in faiz indirimi sonrasında kurların neden gerilediğine dair haberinde şu satırlar açıklayıcı:
3 Temmuz günü yüzde 20 seviyesinde olan 2 yıllık tahvil faizleri, 6 Temmuz’da Merkez Bankası başkanının görevden alınması sonrasında yüzde 18.5 seviyesine geriledi. Faiz kararının belirleneceği 22 Temmuz haftasına ise yüzde 17.3 seviyesine gerilemiş olarak girildi. Faiz indirimi ile 16.9’larda işlem görürken, kararın açıklanmasıyla yüzde 16.3’e kadar düştü.Faiz indirimi ile varlık fiyatlarında “bağımlı davranışı” ilişkisi vardır. Faiz indirimi geldikçe, “kokusu” bile yeter; varlık fiyatları yükselme eğilimini korur.
“İlaç” ilk başta bir “rahatlama” sağlar, ama sonra krize sokar, bünyeye hasar verir.İşte bu yüzden, “faiz de düştü, kur da düştü” illüzyonu “narkotik rahatlamasıyla” şaşkın bir sevinç yaratır.
Buna iyi bir örnek; yılbaşında itibaren ilk üç ayda yerleşik birey ve şirketlerin döviz hesaplarının hızla yükselmesidir. Ankara’da ocak başından itibaren bakan yardımcısı ve danışmanlar eliyle yürütülmeye başlanan “faiz bastırma” operasyonları ile bankalara mevduatta ve kredilerde uygulayacakları oldukça düşük bir “azami faiz seviyesi” tebliğ ediliyordu. Mevduata yüzde 20.5 brüt (yüzde 17.4 net) getiri oranı “azami mevduat faizi” olarak teklif edilince tasarrufçular dövize yöneldiler. Merkez Bankası yüzde 24’te tutarken, yapay biçimde yüzde 20.5’e bastırma operasyonu döviz talebini patlatmıştı.
Kabaca 25 milyar dolar artış oldu. Görünüşte “Faizi bastırıyoruz ama kur artmıyor” durumu vardı; “kur artmıyor” görünüyordu ama TL’den dövize kayan talep kamu bankaları eliyle satılan dövizlerle karşılandı. Kamu bankaları da Merkez Bankası’nın “arka kapısından” teslim aldı bu dövizleri. Merkez Bankası da hiç azalış yokmuş gibi rezerv rakamı açıklamaya devam ediyordu.
Sonra ne mi oldu? Mart sonunda bankanın rezervleri ve döviz pozisyonundaki azalış fark edilince kur zıpladı; 6.25’e kadar tırmandı. Yine kamu bankaları ile döviz satışı ile kur geriledi. Rezervlerin ne kadar eridiğini hala bilmiyoruz.
Tüm bunların özeti şu; TL’nın kalkanlarını aşağı çektiğinizde kısa vadede “hiç bir şey olmadı” dediğiniz değeri orta ve uzun vadede kırılganlığa açık hale gelir. Bir siyasi kriz olur, bir iç politik gerginlik yaşanır, paranız çok kısa sürede hızla değer kaybeder.
Bugün “hiç bir şey olmaz”, yarın en hızlı değer kaybeden para listesinde birinci sırada bulursunuz paranızı. Son 5 yıllık tarihçede bunun çokça yaşanmış örneği var. Bugün ödünç alınan yarın ödeniyor.
*Uğur Gürses'in kişisel blogunda kaleme aldığı yazısının tamamına ulaşmak için tıklayın