Uğur Gürses
İktisatta 'imkânsız üçlü' olarak bilinen mekanizma; sermaye hareketleri serbestisi, sabit kur rejimi ve bağımsız bir para politikasının üçünün bir arada olamayacağını söyler. Bunun anlamı: Açık bir ekonomide aynı anda hem döviz kurunu hem de faizi kontrol edemezsiniz demek. Hele ki bunu "arka kapı" yöntemleri ile yapıyorsanız.
Cuma günkü döviz kuru zıplaması, Ankara'da ekonomi yönetiminin ülkeye ödettiği ağır bir "imkânsız üçlü" dersi oldu. Döviz kuru bir günde yüzde 6'ya yakın yükseldi.
Malum, bir süredir bankalar üzerinde ağır bir faiz kontrolü baskısı vardı. Mevduat ve kredi faizleri Ankara'dan bankalara tebliğ ediliyor, Hazine ihalelerinde yapay biçimde faiz düşürme operasyonları yapılıyordu.
Bankacılık çevreleri, bir süredir kamu bankalarının döviz piyasasında satıcı olduklarını, kurun belli seviyelere çıkması halinde kamu bankalarının daha yüklü biçimde döviz satarak o seviyeleri savunduklarını anlatıyorlardı.
Yani Ankara hem dövizi hem de TL faizlerini baskı altına almıştı.
Bir süredir Ankara'nın uyguladığı "arka kapı" yöntemleri bankacılar ve yatırımcılar tarafından dillendiriliyordu. Cuma günü sabahtan ilk hareketlilik ülke risk primi göstergesi olan Türkiye'nin kredi temerrüt takası (CDS) primlerinin hızla zıplaması, sonrasında yerini döviz kuru yükselişine bıraktı. Uzmanlar Merkez Bankası'nın döviz rezervlerindeki azalışa işaret ediyorlardı.
Sabah açılışta dolar kuru TL'ye karşı 5.4654 seviyesinde iken, en yüksek 5.8450'ye çıkıp günü 5.7653'den kapattı. Bir günde yüzde 6'lık bir kur zıplamasının nedeni neydi?
Merkez Bankası'nın bilançosundan günlük olarak izlenen verilere göre, Merkez Bankası'nın rezervlerinde ve net döviz pozisyonunda 21 günde hızlı bir azalış oldu. Bunun anlamı bankanın döviz satması idi.
Merkez Bankası uzun zamandır döviz satış ihalesi ya da doğrudan döviz satışı yapmıyor. Bunun 2 istisnası Hazine ve enerji ithalatı yapan BOTAŞ gibi kuruluşlar. Bu kuruluşların döviz ihtiyacını Merkez Bankası onlara döviz satışı yaparak karşılıyor. Bu miktarlar ise yayımlanıyor. Buna göre Merkez Bankası bu şirketlere son 1 yılda ayda ortalama 602 milyon dolarlık bir satış yaptı.
Merkez Bankası'nın 28 Şubat-21 Mart arası 21 günlük bilançosu bize şunu söylüyor:
1. Bu dönemde bankanın döviz rezervleri 7.2 milyar dolar azaldı.
2. Bunun 5.9 milyar dolarlık kısmının döviz satışı ile olduğu görülüyor.
3. Hazine'nin döviz hesabındaki azalış ise 3.4 milyar dolar.
Bu sayıların piyasalarda şüphe ile karşılandığı çok açık. Çünkü kamu bankalarını piyasada yoğun döviz satıcısı gören uzmanlar, kamu bankalarının sattıkları dövizin Merkez Bankası tarafından kapatıldığını düşünmeye başladı. Çok da haksız değillerdi.
Desek ki, Merkez Bankası Hazine'ye dış borç ödemeleri için döviz sattı; bu ilgisiz çıkıyor. Çünkü 20 günlük dönemde, Hazine'nin dış borç ödemelerinin 1.9 milyar dolar olduğu verilerde var. Bunu da kendi döviz hesabından yapmış. Yani Merkez Bankası'nın TL karşılığı döviz satmasına ihtiyacı yok. Ötesi, döviz hesabındaki düşüş bundan daha fazla: 3.4 milyar dolar.
Merkez Bankası enerji ithalatçısı kamu kurumlarına döviz sattı deseniz ki cuma akşam saatlerinde "adının açıklanmasını istemeyen bir Merkez Bankası yetkilisi" bunun "yaklaşık 5.3 milyar dolar tutarında dış borç ödemesi ve enerji ithalatçısı kurumlara döviz satımı yapıldığı" biçiminde kamuoyunu ikna etmeye çalıştı.
Merkez Bankası verileri, BOTAŞ gibi kamu enerji ithalatçılarına yapılan satışın son bir yıllık toplamının 7.2 milyar dolar olduğunu söylüyor. Geçmişte de hiç toptan ödeme türü bir döviz satışı yapılmamış. Birdenbire 20 günde 5.3 milyar dolarlık ödeme yapılması inandırıcı değil. Ya da bu satışın kamu enerji şirketlerine yapılıp, onlar üzerinden kamu bankalarına aktarılmış olabileceği de konuşuluyor.
Ayrıca, 20 günde bankanın döviz rezervlerini 7.2 milyar dolar azaltacak ölçüde dış borç ve kamu enerji şirketlerine satış yönünde açıklamanın matematiği de tutmuyor.
Tüm bunların özeti, kamu bankalarının siyasi otorite adına döviz piyasasında satış yaptıkları, bu satışla erittikleri döviz varlıklarının da Merkez Bankası'ndan kamu bankalarına döviz satılarak kapatıldığı yönündeki şüphelerde ibre, sayılar ve geçmiş örnekler çerçevesinde bunun gerçek olabileceği yönünde.
İşte bu yüzden, Türk Lirası faizlerin baskılanarak Ankara'dan dikte edildiği, Hazine faizlerinin ihalelerde manipüle edildiği, komuta ekonomisinin pazarın fiyat oluşumlarını bozduğu bir çerçevede, örtülü biçimde yapılan ama verilerle ortaya çıkan kur operasyonları olasılıkla yabancı yatırımcıları fiyat oluşumlarına dair şüpheye sürükledi. Bu yüzden de yabancı yatırımcıların çıkışı kuru 5.80'lere kadar sürükledi.
Ankara'daki ekonomi yönetimi yılbaşından bu yana Hazine için TL borçlanmaları azaltıp iki buçuk ayda tüm yıl için yapacağı dış borçlanmanın yüzde 80'ine ulaşıp 6.4 milyar dolar borçlanırken, öte yandan Türk Lirası faizlerini yapay biçimde aşağı yönlü baskılıyordu.
Bu tabloyu okuyan Türkiye'de yerleşik yurttaşlar ve şirketler döviz hesaplarını seviyesini artırdı; yılın iki buçuk ayında 14.8 milyar dolarlık artışla 175.8 milyar dolara ulaştı. Türk Lirası mevduatlarının ise reel olarak eridiği görülüyor; 15 Mart haftası itibariyle geçen yıla göre sadece yüzde 6 artmış durumda.
"Arka kapı yöntemi" krizi daha da derinleştiriyor.