Uğur Vardan: Yakılır yıkılır bir miras

Uğur Vardan: Yakılır yıkılır bir miras
Uğur Vardan (Radikal - 6 Şubat 2012Mimarlık okudum. Elbette her üniversitede bu disiplinin eğitim yöntemleri farklıdır ama benim dönemimde İTÜ’de, birinci sınıfın ilk yarıyılında genellikle basit bir ‘Yazlık ev’ projesiyle yola çıkılır, öğrencilerden boş arazide temel prensipler doğrultusunda bir yapı inşa etmesi istenirdi. Sonraki sömestrlerde de bu arazi üzerindeki basit model, daha komplike biçimlerle yer de-ğiştirirken inşa ettiğiniz bina da bir yapı adası içine oturtulurdu. Bu şu demekti: Sizden önce inşa edilmiş yapılara, yani komşularınıza saygı gereklidir. Bu saygı da ifadesini o bölgenin kat yüksekliklerinde, kanunun size çizdiği sınırlarda ve de yapınızın sırtını dayadığı ‘Bitişik nizam’da bulurdu. Kuşkusuz İstanbul’un halihazırdaki belediye başkanı Kadir Topbaş da bu aşamalardan geç-miştir. Çünkü kendisi ‘doktor’ unvanlı bir mimardır. Ama bakıyorum ki uygulamalarında bütün bu en temel argümanlar es geçirliyor. ‘Tarihi yarımada’nın silueti birtakım gökdelenimsi ‘ucube’lerle tarumar ediliyor, Topbaş ancak yapı ortaya çıktıktan sonra farkına varıyor (ki varıyor da ne oluyor, yapıldıklarıyla kalıyorlar) ya da Emek gibi bir anıt yıkılma aşamasına geliyor, yine mimar başkandan ses yok. Son faciayı dün Radikal’in manşetinde okumuşsunuzdur, ‘Bizans’ın kahpeliğine gerçekten inanmış’ gibi davrananlar, canım bir sarayı yok etmiş, şehrin otoritesinden yine ses yok. Ya Haydarpaşa Garı’nın yok edilmesi. Bir buçuk yıl önce ‘Restorasyon adına yapılan işlemde’ çık(arıl)an bir yangın, o güzelim binayı şöyle bir yoklamıştı, şimdi de ‘Başka işlevler’ kisvesi altında tarih oluyor. Sahi bu ülkenin muhafazakârları, iş tarihten miras kalan yapılara gelince niye bu kadar hoyrat, niye bu kadar belleksiz, niye bu kadar yok ediciler? Bugün 25-30 yaşlarını sürenler, kendi çocukları aynı yaşa gelince, “Emek’te film izler, Haydarpaşa’dan trene binerdik, bir siluet vardı ki vapurla karşıya geçişte etrafa bakarken yarım saatliğine de olsa huzura ererdik” diyemeyecek mi? (‘Yeni Taksim’ projesine girmiyorum bile.) Siz Londra’da Victoria Garı’na yeni işlevler yükleneceğini ya da Frankfurt Hauptbahnhof’un yeniden düzenleneceğini duydunuz mu? Oturmuş toplumlar, belleklerine, geçmişlerine böyle mi davranır? Öyküsü 1930’larda geçen ‘Hugo’ filmindeki Paris Tren Garı’nı bugün de yerli yerinde bulabilirsiniz, sadece lokomotif ve vagonlarının tasarımı değişmiştir, yoksa yapı aynı ruh ve güzelliği taşımaktadır. Biz ise köklerimizi sürekli budamak yoluyla köksüzlüğümüzü, göçebe reflekslerimizi göstermek için çabalıyoruz. Sahi, ‘Dindar gençliğe bırakacağımız miras’ bu mudur? Ve son bir soru: ‘Milli Güvenlik’ dersini militarizm aşılıyor diye kaldırıyorsunuz da Taksim’i düzenleme projesinde ‘Taksim kışlası’nı niye yeniden inşa ediyorsunuz? “Ben askerin Osmanlısını severim” diye mi? Gençlik başımda duman! “Önce bizim Bülent (Mumay), twitter’da altını çizdi: ‘Tamam Milli Güvenlik kaldırıldı. Peki bugün yargılanan 12 Eylül paşalarının eseri olan zorunlu din dersleri ne zaman kalkar?’ Sonrasında Can Dündar, Milliyet’teki köşesinde yazdı: ‘Din dersi de kalksın o zaman.’ Üzerinde kafa patlatmaya değer bir tartışmaydı. Gerçekten de o klasik deyişle ‘Yüzde 99’u Müslüman bir ülkede’ niye din dersleri zorunlu olur ki? Meselelere vâkıf olmayan mı var? Tıpkı ‘Milli Güvenlik’in içine sıkıştırılacağı ‘Yurttaşlık Bilgisi’ dersinin kapsamında yılda diyelim ki dört saat bir imam gelir (çocukların görgüsü artsın kabilinden de bir papaz ya da bir haham da derse uğrayabilir), bilgi verir ve bu mesele hallolur.” Tam bunları düşünüyordum ki sağ olsun Başbakan meseleyi birkaç basamak yükselterek direkt “Dindar bir gençlik yetiştireceğiz” dedi. Konu yeterince tartışıldı zaten. Şu eklenebilir: İnsanlık komünistlerin iktidarı dolayısıyla sadece 20. yüzyılda ‘Ateist liderler’ gördü, Küba, Çin ya da K. Kore gibi ülkelerde halen bu tür liderlere rastlayabilirsiniz. Ama tarihin geri kalan kısmında genellikle dine inananlar iktidardaydı ve insanlık birbirinin boğazına çoğu kez din adına sarıldı. ‘Yaratıcı’nın, kullarının kendisi için birbirlerini yok etmesini istediğini sanmıyorum. Yani ‘İşin özü dindarlıkta değil insanlıktadır’ derim ben.