Ülkeyi dış dinamikler yönlendiriyor

Ülkeyi dış dinamikler yönlendiriyor

T24 - Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Köni, ABD’de yapılan araştırmada Türkiye’nin zayıflamaya başlayan devletler kategorisinde gösterildiğini söyledi. Harvard ve Purdue üniversitelerinin ortak analizinde çöken ve başarısız devlet yapılarını ortaya koyduklarını belirten Köni, “Zayıflamaya giden ülkelerin temelinde güvenlik sorunu varsa Türkiye bunun tam ortasında. Ayrıca eğitim ve sağlığın özelleştirilmesi de o analizde zayıflık olarak görülüyor” dedi.

ABD’nin antropolojik istihbarata çok büyük önem verdiğini söyleyen Köni, “Bu işe 200 milyon dolar gibi paralar harcıyorlar. Sosyal bilimciler ve antropologlar belirlenen ülkeye gidiyor. O ülkenin yapısını inceliyorlar” dedi. Köni, ABD’nin amacının söz konusu ülkeyi en az riskle nasıl kendilerine bağlayabileceklerini saptamak olduğunu da belirtti.

Cumhuriyet gazetesi yazarı Leyla Tavşanoğlu'nun "Ülkeyi dış dinamikler yönlendiriyor" başlığıyla yayımlanan (22 Ağustos 2010) yazısı şöyle:

Ülkeyi dış dinamikler yönlendiriyor

ABD’nin önemli politikalarından birisi antropolojik istihbarat. Sosyal bilimciler ve antropologlardan oluşan takımlar belirlenen ülkeye gidiyor ve o ülkeyi en az riskle nasıl kendilerine bağlayabileceklerini saptamaya çalışıyorlar.

Bugün Türkiye zayıflamaya başlayan ülke olarak analiz ediliyor. Bu zayıflama dışarıdan yaratılarak geliyor. Bazı kültürel yapılar da çok fena, dışarıdan oynanarak böyle bir boyuta geldi.

 

“Özellikle NATO üyeliğinden sonra Türkiye dış etkinin gücü altına girdi” diyor, Prof. Dr. Hasan Köni. Köni, ABD’de son yapılan bir araştırmada Türkiye’nin zayıflamaya başlayan devletler kategorisinde gösterildiğine dikkat çekiyor. Ülkede olan bitenin kesinlikle yurtdışına bağlı olduğunun altını çiziyor. Bir de şu sözleri dikkat çekici: “Her iktidar yargıyı kendisine bağlamak ister. Bunun en güzel örneği de ABD’de Al Gore kazanmasına rağmen Bush’a kazandırılan Florida seçimleri.”

- Türkiye’nin, TBMM’de şekillenmiş bir savunma stratejisi olsaydı her yıl Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) toplantılarında patlak veren atama krizleri yaşanır mıydı?

H.K. - YAŞ konusu savunma stratejisinden çok siyasal yapılanmayla ilgili diye düşünüyorum. Bunun sebebi de şu: Sivil yöneticilerin öteden beri devletin kurucusu olan askerle sorunları var. Hatırlayın, Demirel, Ecevit, Özal zamanında benzer sorunlar yaşandı. Bunun birinci sebebi ordunun Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu gücü olması. İkincisi, Türkiye’nin özellikle NATO’ya girmesinden sonra Sovyetler Birliği’yle çekişmelerde ABD’nin en güçlü kurumu, siyasal sistemi düzenleme açısından yanına alarak kullanmasıdır. Bu en güçlü kurum da ordudur. Bu yüzden ülke demokratikleştikçe sistemle kurucu güç arasında bir çekişme boyutu olduğu ortaya çıktı. 1991’de Sovyetler Birliği yıkılınca yeniden yapılanma modelleri oluşmaya başladı. Sovyetler Birliği yıkılmadan Batılı güçler bu ülkenin içindeki etnik yapıları kaşıdılar. Bir de yine aynı amaçla Pakistan’dan başlayarak bölgedeki İslami yapıyı desteklediler. Bu yapıların 1991’den sonra Ortadoğu ve daha doğusunu etkilemesi kaçınılmazdı.

- Peki, bu Türkiye’ye nasıl yansıdı?

- Hem dışardaki bu etki gelişirken demokratikleşme yapısı içinde merkezi tabanı aştıkça taban kültürü sisteme girdi. Bugün gördüğümüz kültürel yapılanma bu taban kültürüdür. Cumhuriyet 60-70 yılda iki-üç milyon daha Batılılaşmış ve laik insan yetiştirdi ama devamlı sayısı artan nesiller ve 1980’den itibaren gelişen uluslararası ortamla birlikte Türkiye’nin altyapısı birleştiğinde bu siyasal görünüm ortaya çıktı.

Her hükümet kendi zenginini yaratıyor

- Bugün asker ve tabanın arasında yaşanan çatışma belli bir paylaşım ya da çıkar çatışmasını da beraberinde mi getirdi?

- Onlar da var. Bir kere her gelen siyasal yapı kendi zenginini de yaratıyor. CHP döneminde bürokratik zengin elitler vardı. Sonraki yıllarda onlar paralarını kaybettiler. Sonra Menderes döneminin ticari zenginleri ortaya çıktı.

1980’den sonra dış ticaret zenginleri sivrildi. Her gelen hükümet de bu sistemde kendisini destekleyen kitleyi yukarı doğru çekti. Amerikan siyaset bilimi tanımına göre kimin neyi ne zaman nasıl alacağının siyasal otorite tarafından belirlenmesidir. O yüzden mücadele çok kızışıyor. Sadece eşitlikçi bir dağıtım değil, iktidara yakın olanlara dağıtım olduğu için muhalefet azgelişmiş ülkelerde bu kadar zor geçiyor. Sistemi daha oturmuş ülkelerde hangi hükümet işbaşına gelirse gelsin ihalelerde eşit dağıtım olduğu için işler bu kadar zor geçmiyor.

- Amerikan sisteminden söz ettiniz. Ancak ABD’de askeri komutan ya da genelkurmay başkanı atanırken Kongre iradesi gerekmiyor mu? Yani ABD Senatosu’nun onaylamadığı bir genelkurmay başkanı atanabilir mi?

- Dediğiniz gibi gerek savunma stratejisi gerek uluslararası stratejinin ne olacağına ABD’de Kongre karar veriyor. Ama Türkiye’de öyle bir şey yok. Bir zamanlar asker ağırlıklı Milli Güvenlik Kurulu vardı. O da artık kabuk değiştiriyor.

ABD’de biliyorsunuz, büyükelçi atamaları bile Senato önünde günlerce tartışıldıktan sonra yapılıyor ya da veto ediliyor. Aslında gerçek demokrasilerde böyle olması gerekiyor. Türkiye ve benzeri ülkelerde de ciddi bir değişim hareketi başladı. Bu yapı değişikliği devleti yönetmeye alışmış güçleri, eski elitleri haliyle rahatsız ediyor. Ben eski elitlerdenim. Bizler liberal ortamda yetiştik. Ama demokrasi varsa bu tür taban kültürüne de alışmamız gerekiyor.

- Peki, bu taban kültürü ülkeyi başka yönlere çekebilir mi?

- Onu pek tahmin etmiyorum. Bu iletişim çağında bir başka boyuta dönülmesi bana pek mümkün gelmiyor. Eksen kayması söylemlerini duyuyoruz. Ama bunlara rağmen Türkiye Batı’nın içinde. Çünkü inanılmaz değişik bağlar var. Asıl bağları da onlar oluşturuyor.

- Bunlara somut örnekler verebilir misiniz?

- Örneğin, ABD Merkez Bankası (Fed) ana merkez bankası, bizim gibi ülkelerin merkez bankaları da acente gibi görev yapıyor. Kapalı ekonomiyseniz asla kabul görmezsiniz. Sistem ona izin vermiyor. Türkiye’deki mücadeleye geri dönersek...

Eski elitler yeni yapı içinde güç kaybettikçe güçlü eleştiriler getirmek zorunda kalıyorlar. Normal siyasal mücadele devam ediyor. O noktada da sistemi bugüne kadar yöneten güçlerin gerilediğini görüyoruz. İşin başında o geliyor. Bu arada şu noktaya dikkat çekmek istiyorum. Her güç adalet sistemini kendisine bağlamak ister. Dünyanın neresinde olursa olsun bu böyledir. Örneğin ABD’de Bush’un kazandığı başkanlık seçimlerine bakalım. Florida eyaletinde Al Gore seçimleri kazanmasına rağmen Bush’un atadığı yargıç Anayasa Mahkemesi’ne yeni baştan sayım yapılamayacağını söyleyince Al Gore 500 bin fazla oya sahip olmasına rağmen Bush seçildi. Ondan sonra da dünyayı yangın yerine çevirdi.

John Kennedy başkan olur olmaz kendi kardeşini (Robert Kennedy) Adalet Bakanı yaptı. Çünkü hukukla sistemi hırpalamak çok bilinen bir uygulamadır.

- O zaman kuvvetler ayrılığı ilkesi nerede kaldı?

- Her iktidar yargıyı kendi egemenliği altına almak ister. Ama orada da şöyle bir tehlike var. İktidar el değiştirdiği zaman bu sefer diğer güç yargıya hâkim olur ve intikam duyguları ağır basar. Türkiye bu rasyonel olmayan gücün tek elde toplanmasıyla ortaya çıkan karşılıklı intikam duygularıyla mı yaşayacak?

İşin ideali rasyonel olan, kim gelirse gelsin değişmeyen kurumlar oluşturmaktır. Yani futbol kuralları gibi. Herkes o kurallara uymak zorundadır. Kuralları oynayan takımın zenginliğine ve büyüklüğüne göre değiştirirseniz o maç gerçek maç olmaktan çıkar.

Şirketlerin ülke risk analizi oyunları

- ABD’de bile bu sağlanamamışken Türkiye’de nasıl sağlayacağız?

- Yolsuzluğun hiç olmadığı, anayasa ve siyaset bilimi kitaplarında olduğu gibi yönetilen bir yapı dünyada yok. Ama tabii ülkelere göre bunun dereceleri değişiyor.

Yüzde 25-30 oranında bir yolsuzluk varsa o ülke iyi yönetiliyor demektir. Ama yolsuzluk yüzde 60’lara çıkmışsa durum iyi değildir. Bunun yeniden düzeltilmesi lazımdır. Yeni bir analiz kitabı yayımlandı. ABD’de Harvard ve Purdue üniversiteleri, uzmanlarına Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra yeni ortaya çıkan siyasi dalgalanmaları inceletmişler.

Zayıflayan devlet yapıları, başarısız devlet yapıları ve çöken devlet yapıları saptamışlar. Bu kategorilerin de iç analizleri var. Orada şunu da eklemem gerek. Uluslararası çapta büyük şirketlere ülke risk analizleri gelir. Belli kriterleri yatırımcıların eline verirler. Ona göre yatırımcı o ülkeye girer ya da girmez. İç analizlerde de üç kategori var. Bunlardan birisi ülkenin güvenliği.

O ülkede uzun süreli bir terör varsa ve önlenemiyorsa o ülke zayıflamaya doğru gidiyor. İkincisi, siyasal yapıdaki demokratikleşme. Buna hukuk yapısının bağımsızlığı ve tarafsızlığı dahil.

Üçüncü kategoride de ekonomi geliyor. Ekonominin dışa açık olup olmaması, yolsuzluğun en aşağı seviyeye çekilmesi ve banka sistemlerinin durumu.

- Türkiye burada hangi kategoriye giriyor?

- Şimdiye kadar 1955-95 arasını incelemişler. Bu zaman dilimi içinde 12 devlet çökmüş, 45 devlet zayıflamış, 40 devlet de başarısız olmuş. Bu analizlere baktığımız zaman Türkiye zayıflamaya başlayan devlet olarak ortaya çıkıyor. Çünkü birinci kategori güvenlik. 26 yıldır Türkiye’de güvenliği sağlayamadık.

Yalnız orada şuna da dikkat çekmek istiyorum: Bu iki üniversite bu analizleri yaptırırken ABD’yi eksik bırakmışlar. Adama, “ABD olarak sen ne yapıyorsun? Özellikle Afganistan ve Irak’ın işgalinden sonra bu güvensizlikleri yaratan sensin” derler.

Şimdi kendileri de itiraf ediyor. 2005’ten sonra AB Türkiye’ye bir tarih vermiş olsaydı bugün bu tür korku ve analizleri ortaya koymalarına gerek kalır mıydı? Kendi çıkarlarını ittiler. Zayıflayan ülkeleri anlıyoruz da onları zayıflatan da kendileri.

Liberal arkadaşlara bakıyorum. Analizleri doğru. Ama bu tür ülkelerde dış etkinin gücünü neden hesaba katmıyorlar? O zaman mahsus böyle davranıyorlar.